Bu Blogda Ara

21 Ocak 2020 Salı

Mülksüzler - Ursula K. Leguin


Mülksüzler bir ütopya romanı. Ama alışıldık bir ütopya değil. Yokluğun paylaşıldığı bir  ütopik Anares gezegeni ve Urras gezegeni. Mülksüzler, bir dizi zıtlık üzerine kurulu. Bu zıtlıkların başında ikiz dünyalar olan Anarres ve Urras geliyor. Bu iki dünya ikili bir sistem oluşturuyor. Birbirlerinin etrafında dönüyorlar. Dünyalardan biri verimli, diğeri çorak, biri özgür, diğeri sınıflı ve sömürülü; biri anarşist, diğeri arşist (devletçi, yönetimci) Roman iki yolculuk üzerine kurulu; biri gidiş biri dönüş. Ama aslında 'gidiş' eski dünyaya bir 'dönüş' zaten. 'Dönüş' ise aslında, farklı bir insan olarak, farklı bir dünyaya 'ilk kez gidiş.'

Çok beğendiğim ve her satırını düşünerek, tekrar okuyarak özümsediğim bir kitap. Kitap okumayı seviyorum diyenlerin okumaları gereken kitap listesinde olması gereken bir kitap.

Altını çizdiğim cümlelerden bazıları ise şöyle:


"Erkeğin istediği özgürlüktür. Kadının istediği mülkiyettir. Seni ancak başka bir şeyle takas edebilince serbest bırakır. Bütün kadınlar mülkiyetçidir."

"Gerçek kardeşlik, paylaşılan acıda başlıyor."

"Düşüncenin doğasında iletilmek vardır: yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir. Işığı arar, kalabalık sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür."

"Kapıya bir kilit daha asıp adına demokrasi diyorsunuz."

"Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun."

"-İnsanları düzen içinde tutan ne? Neden birbirlerini soyup öldürmüyorlar? 
-Hiç kimse çalınacak herhangi bir şeye sahip değil. Eğer bir şeyi istersen gidip depodan alabilirsin. Şiddete gelince, doğrusu bilemiyorum Oiie; durup dururken beni öldürür müydün? Eğer öldürmek isteseydin, buna karşı çıkarılan bir yasa seni engeller miydi? Zorlama, düzeni sağlamanın en etkisiz yoludur.  "

"Düşünceler baskı altına alarak yok edilemez. Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir. Düşünmeyi reddederek - değişmeyi reddederek."

"Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor."

"Anares'te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu- duvar, duvar."

"Herhangi bir güneşin altında yeni bir şey olmadığını söylerler. Ama her yaşam, başlı başına her yaşam yeni değilse, neden doğuyoruz?"

19 Ocak 2020 Pazar

İstanbul'un Nazım Planı - Sunay Akın

İstanbul'u anlatan, eski İstanbul'u anlatan kitapları seviyorum. Hele ki bunları Sunay Akın anlatırsa daha da bir başka oluyor. İstanbul'un Nazım Planı işte böyle bir kitap. Her hikayesinde, her kitabında yeni şeyler öğreniyorum. Böylece Sunay Akın'ın kendine has anlatımıyla daha da güzel ve okuması zevkli bir kitap oluyor.
Kitabın adından da anlaşılacağı üzere genelde Nazım Hikmet üzerinde kurgulanmış konular var. İstanbul ve Nazım Hikmet hakkında belki çoğunu bildiğiniz ama bilmediklerinize de rast gelebileceğiniz bir kitap olabilir "İstanbul'un Nazım Planı".

Kitaptan alıntılar:

"Nazım Hikmet, Gülhane Parkı'nda bir ceviz ağacı olmayı düşleyerek İstanbul'a dokunduğu şiiri 1957 yılının 1 Temmuz günü Balçık'ta yazmıştır. Hiç kimse, polis bile farkına varmadan İstanbul'u seyreder Nazım:
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u."

"Nazım'ın kadınlara düşkün olduğu söylenir. Oysa, bütün kadınlar Nazım'a düşkündü!..."


"İnsanlığın gerçek yasalarını şairler koymuşlardır."


"1952 yılında kent gürültüsünü azaltmak amacıyla klakson çalma yasağı başlatılır İstanbul'da. Ki, bu yasak sonradan Paris ve Roma gibi Avrupa'nın bir çok kentinde İstanbul'u örnek alarak uygulanır. Dönemin belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay tarafından Şişli  Etfal Hastanesi  bünyesinde klakson çalma yasağı kararını anımsatmak ve sürdürmek amacıyla ruh hastalarına yönelik 'Klakson Yasağı Pavyonu' kurulur." 

"Şairler dünyanın halinden sorumludurlar. Bu sorumluluktan kaçmaya çalışanların yüzlerine Süreyya Berfe'nin dizelerini bir fener gibi çakıyorum, nice aşkların tanığı Kız Kulesi'nden :
-Sümerlerden bu yana şiir yazılıyormuş. 
Bakıyorum dünyanın haline yazılmasa da olurmuş."

"Nazım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı yapıtı Haydarpaşa Garı'nın merdivenlerinden başlar. İşçiler de, hükümetin önlerine koyduğu kara tabloyu değiştirmek için eylemlerine Haydarpaşa Garı'nın merdivenlerinden başladılar. 
İstanbul'un iki gardırobu vardır: Sirkeci Garı ve Haydarpaşa Garı... Ve, görünen o ki, İstanbul bundan böyle işçi tulumuyla dolu olan Haydarpaşa gardırobundan giyinecek!..."

"Şairin ölümünden sonra kurulan komite bir uçağa "Nâzım Hikmet" adını vermeyi düşünür. Ama sonradan bir geminin daha elverişli olduğuna karar kılınır. Yugoslavya'da yapılmakta olan yük gemisine Nâzım Hikmet adı konur. Niye mi yük gemisi?.. Çünkü, yolcu gemileri belli limanlar arasında işler. Oysa bir şilep bütün limanlara girebilir, dünyanın bütün denizlerini gezebilir!.."

18 Ocak 2020 Cumartesi

Kostantiniyye Notları - Cüneyt Ayral

"Bu kitap İstanbul'daki hayatın bir seyir defteri -en donanımlı İstanbullular'dan birinin gözünden. Çok deneyimli bir insanın dikkatini çeken deneyimlerin, gündelik olayların, siyasal ve toplumsal olayların özgün bir bakışla değerlendirilişi. Bu kenti seven ve nabzının atışında yeri olan herkesin okuması gereken bir eser. Eleştirel, eğlenceli." demiş arka kapakta Beverly Barbey.

2015 yaz tatilinde havuz kenarında vakit geçirmek için okuduğum akıcı diliyle hemen okuyup bitirdiğim, 2009, 2010 yıllarına ait Cüneyt Ayral'ın yazılarından derlenmiş güzel bir kitap. Çıktığı zamanda okusaydım belki daha zevkli olabilirdi. Gazete yazılarından oluşan kitapları zamanından sonra okuyunca özelliğini güncelliğini ve ilgiyi yitirebiliyor.

25 Aralık 2019 Çarşamba

Taş Bina ve Diğerleri - Aslı Erdoğan

Aslı Erdoğan'ın 2009' da yayınlanmış öykü kitabı. Kitap, Sabah Ziyaretçisi, Tahta Kuşlar, Mahpus, Taş Bina, Başlangıç, İnsanlar, Taşlar, Düşler, Kahkaha, Öyküler ve Sonlar başlıklı öykülerden oluşmuş. 
Aslı Erdoğan' ı düşünerek, sindirerek okumak lazım. Yine her Aslı Erdoğan kitabında olduğu gibi karamsarlığa düşüyorum okurken. Nedense bir giz perdesi, bir karanlık var. 

"Hiçbir şey korktuğun kadar kötü değildir, derlerdi, insan soyunu tanımayanlar, acının bir başlangıcı bir de sonu olduğuna inananlar... Hep aşina uçurumların tepesinde dolandıklarından, Korkunç'un sonsuz çemberlerine yakalanmayanlar...

'Eninde sonunda şafak söker, ' derlerdi. Hem geceden başka nerde bekleyebilirdik ki şafağı?"

"Hem 'dünya' dediğin nedir ki, camda beliren bulanık bir imgeden öte! Lekeli, çok lekeli, hiçlik üzerine uzun bir şiir."


"Zaten insanlar demir parmaklıkları içlerindeki karanlık dışarı sızmasın diye icat etmediler mi?"

"İnsan daha ilk çığlığından “insan” olarak doğmaz mı zaten? Ama bunu taşıması güçtür, yalnızca bununla yetinmesi daha da güçtür."


"Öykü anlatma sanatı, korları eşeleme sanatı değil midir bir yanıyla, parmaklarını yakmadan?"


"Paylaşılan ortak bir bilinmezden başka bir şey değildi artık aşk. Belleğin giderek büyüyen sessizliğinde işitip işitmediğine emin olamadığı bir yankı."

"Bir zamanlar birini sevmiştim. Gözlerini bende bırakıp gitti. Bırakacak başka kimsesi olmadığı için. Sevmek... Yüreğin döküp saçtıklarını, bunca karanlığı eşeleye eşeleye bulduğum bir sözcük. Kimse bana "Herkes sevdiğini öldürür" dememişti ki!"

kitaptan aklımda kalan sözler.

21 Aralık 2019 Cumartesi

Kütüphaneci - Judith Kuckart

Okumaya başladığımdan itibaren çok sıkıldığım bir kitap olduğunu söylemeliyim. Kitap belki de o kadar sıkıcı olmayacaktı çeviri kötü olmasaydı eğer. Çünkü cümleler o kadar kopuk, o kadar anlamsız, o kadar çeviri programı çevirisi gibiydi ki inanın ki başıma ağrılar girdi. Yazarın dili mi zordu, çevirmen mi çok ciddiye almadı bilmiyorum. Neyse ıkına sıkına bitirdim.
Kitapta bir kütüphanecinin (Hans Ullrich Kolbe) dansçı bir kıza (Jelena) olan tutkulu aşkı anlatılıyor.  Bölümler o kadar kopuk ve anlaşılmaz ki, birden olaya birisi katılıyor ya da bir olaydan bahsediliyor. Bu nereden çıktı diyorsunuz. Anlamak istiyorsunuz ama anlamsız. Son zamanlarda okuduğum en anlamsız çevirilerden.  
Yine de bir kaç cümlenin altını çizmişim.

" Bedava olan sadece ölümdür, gerisi boştur."

"Her hareketin hedefi durağanlıktır ve her hareketin sonunda kalıcı bir şey olması gerekir." 

"Gece, onun kenarlarında elinde kürekle gezerek örtmeye çalıştığı, derin kahverengi bir çukurdu."

"İyimserlik sadece günah dolu bir hayatla, teselli ise sadece endişeyle vardı. Ve gerçek affı ancak büyük bir günah affederdi."

"Başkaları için yanlış seçimdi Jelena, bilmem kaçıncı elden düşme bir kadın. Hans için ise bir fetihti."

"Kadının başı ellerindeydi. Kadın ona üzerinden, tam onun burnunun önünden kuşlar uçuyormuş gibi baktı. Sanki kuşların uçuşundan bir öğüt almak istiyormuş gibi."

"Kadın hayatta bir kapıdan geçerek ilerliyordu, o ise bir başka kapıdan. Yollarının kesişmesinin geçiciliği bundan daha kısa bir şekilde söylenemezdi."

"İnsanlar birlikte yatağa gidecek birini bulamadıkları zaman kitaplarla uyuyorlardı."

"Ahh! dedi Hans birden. 'İnsan bütün gün çalışıyor. Bir ev alıyor ve sonra ölüyor.' "

"Kitapsever kelimesinin Latincesi 'bibliofili' kulağa pedofili gibi geliyor dedi Hans, yeni arkadaşı güldü."

"Venedik gözün açıkken gördüğün bir rüyadır. Gözünü kapayan tekrar gerçeğin içine düşer."

"Ben artık kitap okumayan bir kitüphaneciyim. Artık bir kitapla, bir hayvanla yapabileceğimden daha fazlasını yapamıyorum. Ben kitab'ın yerine 'kadın'ı koydum."



Mezarımdan Yazıyorum - Machado De Assıs

"Bu anıları başından mı yoksa sonundan mı başlayarak anlatacağımı kestiremediğimden; yani doğumumla mı yoksa ölümümle mi başlayacağımı bilemeyince bir süre tereddüt ettim. Kabul, normalde kişinin doğumuyla başlanır, fakat ben, iki nedenden dolayı farklı bir yöntemi tercih ettim: Bu nedenlerden ilki, benim ölü bir yazar olmam. ama kitabı yazmış ve ölmüş değilim, ölmüş ve yazmaya başlamış, yani mezarında yeni bir hayata başlamış bir yazarım." cümlesiyle başlıyor kitap.

"Neden daha uzun yaşamak istiyorsun? Yok etmeye ve yok olmaya devam etmek için mi?"

"O gün Cubas aile ağacında güzel bir çiçek açmış:Ben doğmuşum."

"Pascal, insanın düşünen bir kamış olduğunu söylemiş.Yanlış... İnsan düşünen bir dizgi hatasıdır. Hayatın her dönemi, bir öncekini düzelten yeni bir basımdır ve her dönem, bir sonraki tarafından düzeltilecektir; ta ki nihai basım yapılana kadar, ki yayıncı bu basımı kurtlara adamıştır."

"Virgilia güzel bir günahtı ve güzel bir günahı kabullenmek çok kolaydır!"

"..Böyle düşünürken çok ince bir noktayı yakaladım ki bunu, insan giysilerinin, türümüzün gelişimi için gerekli bir koşul olduğudur. Cinsellik dışı işler ve sorunların bireyin dikkatini büyük bir oranda meşgul ettiği bir dünyada çıplaklığın alışıldık bir hal alması, duyuları köreltip cinsel işlevleri yavaşlatma eğiliminde olacaktır; oysa giyinmek, tabiatı gizleyerek iştahı güçlendirir, artırır ve uygarlığın devamlılığını, ilerlemesini mümkün kılar."

"İnsanın inzivaya çekilip düşünmesi sık rastlanan bir durumdur. Fakat tam bir şehvet hali karşısında hareket e sözlerden, küstahlık ve tutkulardan oluşan bir denizin içindeyken insan kendini soyutlamalı; uzak ve ulaşılması imkansız bir yabancı olduğunu ilan etmelidir, insan kendi kabuğuna çekildiğinde -daha doğrusu yine başkalarına döndüğünde- diyebilecekleri en kötü şey, fildişi kulesinden çıktığı olacaktır ki zihnin mimari yapısı içinde yer alan bu gizli ve aydınlık kule kişinin manevi özgürlüğünü hor gören bir ifadeden başka nedir?"

15 Aralık 2019 Pazar

Mavi Yolculuk - Azra Erhat

1950'li, 60'lı yıllarda, ege ve güney illerimizin cennet köşeleri yeni yeni keşfedilirken, bir grup Türk aydını, tarih, coğrafya, edebiyat coşkusu ile yurt gezilerine çıkmışlardı. Sabahattin Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı gibi edebiyatımıza damgalarını vurmuş bu aydınlar, mavi yolculuk gezilerini, yaşadıkları kentlere döndüklerinde, sanatsal ve düşünsel üretime dönüştürmüşlerdi. Mavi Yolculuk, bu gezileri aksatmadan sürdüren Azra Erhat'ın unutulmaz kitaplarından biridir.
Bence Türk klasikleri arasında sayılabilecek kitaplardandır Mavi Yolculuk. Dönemin yani 1960 ve 70' li yılların fotoğrafını çeken bir anlatıdır. O dönemin yokluk zamanlarında kısıtlı imkanlarla yapılan bu yolculuk aynı zamanda ege ve güney kentlerini, oralardaki tarihi mekanların tarihinin de anlatıldığı bir gezi kitabıdır da.
İlk Mavi yolculukta Kuşadasından Samim Kocagöz'ün ayarladığı Macera adlı tekneyle Gökova, Datça,Kuşadası, Didim, Bodrum, Kaş, 1962'deki yolculukta ise Çanakkale, Edremit, Ayvalık, Akçay, Bozcaada, İmroz anlatılıyor.

1960' lara 70' lere baktığımızda bazı şeylerin ne kadar değiştiğini bazı şeylerin de o yıllardan farkı olmadığını anlamış oluyoruz aslında.

Kitaptan alıntıladığım cümleler de var:

"İnsanlar bu yoksul kıyıları mı seçmişler yerleşmek için, yoksa bu koylar insanlar oraya yerleştikten sonra mı yoksullaşmış, ağacını sürüsünü, insana asıl çıkarı sağlayacak verimini yitirmiş? Gökova'da ormanların yer yer yakıldığını görünce, ikinci şık daha akla yakın geliyordu. Güzelliği korumak, böylece doğanın bütün verilerinden gereğince faydalanmak bir bilgi, bir kültür işidir. Günlük ekmek kaygısı içinde bunalan köylüden bunu beklemek yersiz olur."

"-Nereye gidiyoruz?
-Didyma Tapınağına.
-İlkçağ'dan kalma kutsal yol bu mu?
-Hayır, o Panormos'a, yani Kovela'ya çıkar. O yolun iki kıyısında mermerden aslanlar dikiliymiş, Didyma'da Apollon'un bilicileri vardı ya, bilicilere fal baktırmaya gidenler kutsal yolu yaya yürürlermiş."

"Batı uygarlığının kaynağı Anadolu'dadır, en değerli kalıntıları bizdedir. Bu gerçeği dünyaya yaymak, kafalara yerleştirmek için gösterdiğimiz çabalar yersizdir. Kendimiz yeterince bilmiyor, ilgilenmiyor, uğraşmıyoruz ki başkalarına anlatalım. Didyma'dan faydalanmadıkça, turizmden dem vurmaya dilimiz varmamalı."

"Hipokrat'ın şu sözü dillere destandır: "Hayat kısa, meslek uzun, fırsat kaçıcı, deney aldatıcı, karar güç!"

" 'Gün gelecek bizler artık Bodrum'a uğramak istemeyeceğiz, mavi yolculuk teknesine binmek için bile olsa, yozlaşmış bu kente ayak basmaktan çekineceğiz' demişti Sabahattin Eyüboğlu 1968 sularında"