Çok tarzım olmadığını okumaya başladıktan sonra anladığım bir kitaptı. Kitabın adındaki Freud' u ve "Chuck Palahniuk' un Önsözüyle" yazısını görünce başladım okumaya.
Kitap anne ve babasının sorunlu evliliğinden bunalmış ve 14 yaşında bir aile dostu tarafından tacize uğramış bir Dora' nın hayatını, arkadaşları ve psikoloğu ile olan ilişkilerini onun ağzından anlatıyor.
Kapak beklentisinin bayağı altında kalmış bir kitap olmuş. Kitapta geçen gereksiz argo ve marka reklamları da bana ilginç geldi. Zira ilk kez bu kadar markanın telaffuz edildiği bir kitap okuyorum. Kesinlikle bir gizli reklam ya da sponsorluk anlaşması olmalı.
Altı çizili cümlem bu kitap için yok.
Tarık Tufan' dan içinde biraz fantastik, biraz hayal, biraz aşk bulunan değişik bir roman. adını bilmediğimiz kahramanımızın değişik hayatı, üniversiteden arkadaşı Eda' yla aşkı, arkadaşı Rüstem' le yaşadıkları, şıh babası, tekkeler maceralar maceralar.
İlk giriş bölümünde sıkılmıştım ama sonradan bir sardı ki o başlayışla bitti kitap. Şöyle de bir izlenim edindim, içinde o kadar çok altı çizili cümlem var ki, yazar sanki bunları kullanmak için kitabı kurgulamış gibi ilginç geldi bana. Kitabın ismine gelince "Şanzelize Düğün Salonu" çok konu örgüsü içinde bir yere sahip olmasa da dikkat çekmek için güzel bir tercih olmuş. Olumsuz bir eleştiri de yeni dönem genel Türk romanlarında olduğu gibi ayrıntılarla kitabın sayfa sayısının artmış olması.
Tarzı değişik, kolay okunur bir yazar Tarık Tufan.
Alıntı çok, hepsi özlü söz gibi:
"Bu dünyada hiçbir düşmanım yok, çünkü en çetin kavgaları kendi içimde yaşıyorum. Kendim varken bana zarar vermesi muhtemel bir başkasına ihtiyacım yok."
"Yürüdüğün yolun ışıklandırılmış olması, gideceğin yerin aydınlık olması anlamına gelmez."
"Giden bir kadının, bir adamın kalbinden götürdüğünü, bütün dünya bir araya gelse yerine koyamaz."
"İçimde bir yerde, çok derin bir yerde, kimsenin sapından tutup çıkaramayacağı bir yerde, eski paslanmış bir bıçak saplı duruyor."
"Gece her şeyin üzerini örter, diye düşünür insan. Oysa gecenin örttüğünden çok hatırlattıkları vardır. Hatırlatırken sarstıkları, sarsarken suskunlaştırdıkları, suskunlaştırırken acıttıkları."
"İnsanın ağzında ne kadar kötü duruyor böyle bir cümle: annemin öldüğü yıl. Anne bir kere öldü mü artık bütün zaman dilimleri, olaylar onun ölümüyle tarif ediliyor; annem öldükten bir yıl sonra, annem ölmeden iki ay önce, annemin öldüğü yıl."
"Annemin benden sonra bir daha çocuk sahibi olamamasına ağladım. Rahminden koparken, tırnaklarımla başka bir ceninin daha tutunabileceği duvarları paramparça ettiğim duygusundan hiç kurtulamadım."
"Annem, evimizin duvarında asılı bir Kuran-ı Kerim gibiydi ve oradan inince duvar buz gibi soğuk oldu."
"O an ölseydim dünyayı güzel bir yer olarak hatırlayacaktım."
"Bazıları yazmak iyi gelir derler, bir çeşit zehir akıtma gibi ama bana kalırsa insan yazarak kendini iyi, hissedemez. Bilakis insandaki huzursuzluğun sürekli hale gelmesinin nedeni de yazmak."
"Biz sadece saatlere bakarak o vakte sabah diyoruz ama gerçekte sabah değil. Sabah demek içinde hiç olmazsa küçücük bir umut barındıran zaman demektir. umut yoksa da heves vardır. İkisi de yoksa o vaktin adına neden sabah diyelim, gecenin devamı deyip geçeriz."
"Bir kadına aşık olmak demek, o kadının elini sürdüğü en ölümcül yaranın bile o anda iyileşeceğine dair mutlak bir inanca sahip olmak demektir. Bir kadına aşık olmak demek ona doğru yürürken attığın her adımda sızılarının da dinmesi demek."
"Kadınların yanında ağladıkları erkekler başka, güldükleri erkekler başkadır. İkisini yan yana yapabildikleri biriyle karşılaştıklarında, o zaman da onunla birlikte yaşamanın ve sonrasında birlikte ölmenin hesabını yapıyorlar."
"Eda uzaktan baktığında delilik olarak gördüğü şeye yakından bakabilseydi, bunun aşk olduğunu anlayabilecekti. Bakamadı, bakmadı."
"Yanındayken, yüz yüzeyken başını başka yöne çevirse özlemeye başlarsın. Gözlerini kapasa gurbetin başlar, açınca vuslatın olur."
"Yol, insanın araf duygusunu en çok hissettiği yer sanırım; bir yerden bir yere giderken aslında hiç bir yerde olamamak halini yaşıyorum. İki mekan arasındaki hiçlik. İki hal arasındaki yokluk. İlki menzil arasındaki zaman boşluğu."
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarının 1989'da yayınlamış olduğu ve Ahmet Kabaklı' nın hazırladığı Türk Klasikleri dizisinden Ahmet Rasim'in Şehir Mektupları kitabı 1912 yılı baskısından sadeleştirilerek basılmış.
Hepsi birbirinden ilginç 58 mektuptan oluşmaktadır. Mektup denilmişse de bunların hepsi aslında gazete yazılarıdır.
Bu mektuplarda 1900' lü yılların başlarındaki İstanbul, o yıllardaki basın, aydınlar, olaylar Ahmed Rasim tarafından hicivli bir şekilde anlatılmaktadır. Ahmed Rasim'in bu yazılarda kullandığı kendine özgü bazı tanımlamaları, cümle kalıpları, betimlemeleri bulunmaktadır. Sadeleştirilmesine rağmen çokça dipnot bulunmakta ancak bunlar okuyucu için faydalı.
Saatleri Ayarlama Enstitüsünden çok farklı bir tarz bu kitapta bizleri bekliyor. Yeni basımı var mı bilmiyorum. Ben sahaftan almıştım. Bulabilirseniz okuyun.
Kitaptan neler öğrendik:
Bismark rengi: koyu kahverengine çalar bir renk,
"Zemheri zürafası" diye bildiğimiz sözün aslında "Zemherir zürefası" olduğunu ve bu sözdeki zürafanın zürefa olduğunu ve bunun da anlamının, zarif' in çoğulu olduğunu,
"Hıfz-ı sıhhat istihmam fi'l bahr": A.Rasim'in uydurduğu arapça bir cümle, "Sağlığı korumak, deniz hamamlarında yıkanmakla olur."
"Gözde iltihap bulunana doktorun "vapur dumanı gözlük" kullanmasını tavsiye ettiğini." (İnternette araştırdım bununla ilgili bir şey bulamadım ne yazık ki.)
Televizyon programları ve radyo sohbetleri ile tanınan gazeteci Feyyaz Tokar' ın televizyon konuşmalarını kitaplaştırdığı kitabı.
1980' li yılların sonlarında yaptığı tv konuşmalarının bir kısmı yazı diline uyarlanarak bu kitapta toplanmış.
Kitapta kısa kısa 40 civarında yazı var. Yazıldığı döneme ilişkin yazılar.
Çok kolay okunan akıcı yazılar. İçeriğinden çeşitli bilgiler ve dönemin olaylarına ait bilgi edinebilir.
Tiyatro oyunu şeklindeki eserde ruhunu Şeytana satarak onunla bir anlaşma yapan Faust'un hikayesi anlatılıyor. Biraz felsefi alt yapı gerektiriyor gibi. Yoksa okuması ve anlaması, anlamlandırması biraz zor bir kitap. Faust, Goethe' nin elli yılı aşkın bir emeğinin ürünü olan bir yapıt. Ruhsal özgürlüğe ulaşmanın maddi arzulardan sıyrılmak ve bencil olmamakla mümkün olabileceği fikrini işleyen yapıt yazarın sanatının doruk noktasıdır. Kitaptan çıkarılacak çok ders var. Bir yönüyle de okurken bir arınma hissedecek ve ruhunuzda yaşattığınız bazı gerçeklerle yüz yüze geleceksiniz.
Benim alıntılarım biraz farklı oldu. Kalıp cümleler değil çoğu benim hoşuma giden cümlelerden seçtim.
"Arı sevincin sadece şair için çiçek açtığı ve kalbimize bir bağış olan aşkın ve dostluğun Tanrı eliyle var edildiği o dingin gökyüzüne götür beni." Ne güzel bir cümle
"..söz gönlünüzden doğmazsa, yürekleri birbirine bağlayamazsınız."
"Wagner: Ah, Tanrı'm, sanat uzun, ömür kısa."
"Keder, her yüreğin derinliğine işliyor ve orada gizli ıstıraplar yaratıyor. Tedirgince çırpınarak huzuru ve keyfi kaçırıyor. O sürekli yeni maskeler takınarak, kimi zaman mal mülk kadın ve çocuk, kimi zaman da ateş, su, hançer ve zehir biçiminde görünüyor."
"İlkyazın sevimli ve canlandırıcı bakışıyla dereler ve ırmaklar buzdan kurtulmuş, vadilerde bir umut mutluluğu filizleniyor. İhtiyar kış aciz, sarp dağlara çekilmiş. Yeşermeye başlayan vadilere, oradan, geçici, ölümcül, buz sağanakları gönderebiliyor. Ama güneş artık beyaza hoşgörü göstermiyor. Her tarafta yeni bir hayat filizleniyor. Güneş, çevreyi renklerle süslemek istiyor. Henüz kırlarda çiçek görünmüyorsa da, süslü insanlarla karşılaşılıyor."
"Faust Mephisto'ya: Beni kendime beğendirecek biçimde ikiyüzlü zevklerle ayartabilirsen, artık son günüm gelmiş olsun. bu konuda bahse tutuşurum...Ver elini o halde. Eğer o ana 'dur geçme, ne kadar güzelsin' diyecek olursam, beni artık zincirlere bağlayabilirsin. O zaman mahvolmaya razıyım. Artık ölüm çanlarım çalabilir. Sen de görevini bitirmiş olsun."
"Faust: Duyuyorsun işte, sevince değinildiği yok; kendimi esrimeye en fazla acı veren hazza, sevgi doyuran kine, güç veren üzüntüye adıyorum. Bilgi tutkusundan kurtulan yüreğin, artık gelecekte hiçbir acıya kapalı olmamalıdır. Tüm insanlığın yazgısını kendi içimde yaşamak istiyorum. Ruhumla, en yüce ve en derin şeyleri kavramak, insanlığın hazlarını ve acılarını bağrımda toplamak, kendi benliğimi onların benliği haline getirmek, sonunda da onlar gini mahvolmak istiyorum."
"..çünkü nerde bir kavram yoksa, bir sözcük tam zamanında yardıma koşar."
"Mefisto: ..Elinizin gidemediği şey sizin için millerce ötede. Tutamadığınız şey, sizin için varolmamış gibi. Hesaplayamadığınız şey sizce gerçek değil. Tartamadığınız şeyin sizce bir ağırlığı yok. Ve sizin basmadığınız para sanıyorsunuz ki sahtedir."
"Mefisto:Büyük bir gizi gönülsüzlükle açıklıyorum. İnzivada tahtlarına oturmuş tanrıçalar vardır. Onlar için zaman ve mekan kavramı yoktur. Onlardan ancak, bir zorunluluk durumunda söz edilir: Anneler...Onlar siz ölümlülerce tanınmayan ve bizim de anmayı sevmediğimiz tanrıçalardır."
"yaşamında ölüm çınlamıştı,
ölümündeyse yaşam..
canı acıların saçağıydı, günahların yatağı,
yalnızlığın kucağı..
kanlı aktığından habersiz
ırmaklar gibiydi insanlık;
kendi şarkısının dilsizi
kendi düşünün körü,
sağırı kendi çığlığının..."
Darağacında Üç Fidan'ın yazarı Nihat Behram'ın iki cinsiyet arasında kalmış Ali'nin, bir doğu kentinde başlayıp yurt dışında devam eden acılarla dolu yaşamını anlattığı romanı Kız Ali.
"Dayağın ekmekten, korkunun güvenlikten, acının sevinçten daha çok olduğu sofralarda, sofalarda, odalarda, sokaklarda büyüyordu. Sekiz yaşına gelmişti. Annesi dışında herkesçe Kız Ali diye çağrılıyordu."
Bir kuyuda ölü bulunan dönemin ünlü nakkaşlarından Zarif bey… bu olayın ardından oluşan korku, şüphe ve ihanet duygusu…Yazılan gizli bir kitap ve ona resim yapan nakkaşlar… Cinayeti çözmeye çalışan Kara… Kitap en eski sanatlarımızdan olan nakkaşlık ve çeşitli tarihi bilgiler eşliğinde çok şüpheli bir şekilde öldürülen bir nakkaşın ve devam eden ikinci cinayetin sorgulanması ve katilin bulunması ile ilgilidir. Olaylar 1590' larda geçiyor. O dönemin resim ve nakış sanatı hakkında bize ayrıntılı bilgi veriyor.
Benim Adım Kırmızı, Orhan Pamuk'un 1998 yılında yayınladığı ve Avrupa'da çok satan çok okunan ve bir çok dile çevrilen kitabı. Konusu ve konu içinde geçen nakkaşlık sanatını ayrıntılarıyla anlatması olayı çok güzel tamamlıyor.
Romanın bölümlerden oluşması ve her bölümde karakterlerin kendi ağzından konuşması konuyu daha anlaşılır hale getirmiş. Olay örgüsünün içinde verilen dini ve sanatsal bilgiler ayrıca takdire şayan. Orhan Pamuk sanatının hakkını veriyor.
Kitaptan alıntılara gelince:
"Kör nakkaşın hatıralarının Allah'a ulaştığı yerde, mutlak bir sessizlik, mutlu bir karanlık ve boş sayfanın sonsuzluğu vardır."
"...İnsanların yüzlerine baktıkça görüyorum ki ellerine daha cinayet işleme fırsatı geçirmemiş oldukları için pek çok kişi masum zannediyor kendini."
" Renk gözün dokunuşu,sağırların müziği, karanlıkta bir kelimedir."
"Şekure'nin yüzünün İtalyan üstatlarının usulleriyle yapılmış bir resmi olsaydı yanımda, on iki yıl süren yolculuğumun ortalarında bir yerde geride bıraktığım sevgilimin yüzünü artık hiç mi hiç hatırlayamıyorum diye kendimi yersiz yurtsuz hissetmeyecektim hiç. Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hala sizin evinizdir."
"Nakış aklın sessizliği, gözün musikisidir."
"Kör nakkaşın hatıralarının Allah'a ulaştığı yerde, mutlak bir sessizlik, mutlu bir karanlık ve boş sayfanın sonsuzluğu vardır."
"Yaşlılık yalnızca yokuşlarda zorlanmak değil, ölümden öyle fazla korkmamak da olmalı..."
"Aleme sokaktaki murdar köpeğin gözünden perspektif ile bakıp, bir at sineği ile bir camiyi -cami arkadadır bahanesiyle- aynı büyüklükte resmederek dinimize küfrettiğimizi, camiye giden müminlerle alay ettiğimizi söylüyorlar. Geceleri bunları düşünmekten uyuyamıyorum."
"Perspektif ilmiyle resim yapmanın, Frenk üstatlarının usullerinden yararlanmanın şeytan ayartması olduğunu söylüyormuş."
"Ama o yeni usullerle yaptıkları resimlerin öyle bir çekimi var ki! Gözün görüverdiği her şeyi gözün görüverdiği gibi resmediyorlar. Onlar gördüklerini resmediyorlar, bizler ise baktığımızı. Yaptıklarını görür görmez hemen anlıyorsun ki, yüzünü kıyamete kadar bırakmanın yolu Frenklerin usüllerinden geçer."
"Ölüler aleminde gövdesiz bir ruh nasıl gerçek mutluluk sebebiyse, yaşayanlar arasında da en büyük mutluluğun ruhsuz bir gövde olacağını ne yazık ki kimse ölmeden anlayamıyor."
"Sınırsız aklıyla beni yüce Allah anlar ancak; Meleklerini insana secde etmek ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? Şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor. kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar."