Bu Blogda Ara

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Rakı İle Edebiyat Muhabbeti - Refik Durbaş

Edebiyatın içkisever tayfası hakkında küçük küçük anektotlar paylaşmış Refik Durbaş. Bunların arasında Neyzen Teyfik, Asaf Halet Çelebi, Oktay Akbal, İlhami Bekir,  Şair Eşref, Ahmet Rasim, Yahya Kemal gibi edebiyatçılar şiirleri ve içki masası anılarla Durbaş'ın kitabında anılanlardan.
Okuması zevkli, hoş, eğlendirici bir kitap olmuş.
Kitapta altmışların Beyoğlusu, o zamanların adabı, mekanları da çok güzel anlatılıyor. O zamanı yaşayanları tekrar o zamanlara götürebilir.
      
İşte onlardan birkaç alıntı:  

"Genç yaşta ölen Alman yazar Wolfgang Borchert 'Sesler Havada, Gecede' adlı hikayesinde  sisler altında bir kenti anlatırken kahramanlarından birini şöyle konuşturur: 'Bütün kalpler dolu çünkü. Ağzına kadar dolu. Oysa yalnızca kalplerde kalabilir ölüler.' "

"Şarap deyince çoğumuzun aklına Neyzen Teyfik gelir.
Rakı söz konusu olduğu zaman da Ahmet Rasim."

"Parasız bir döneminde şair-ressam Arif Dino Emin Efendi'nin dönerine bakıp şu şiirini yazacak ve şiir 1940 yılının Mart ayında 'Sokak' dergisinin birinci sayısında yayınlanacaktır.
'Döner kebap dönmez olsun.'
Bir gün de Arif Dino Süleymaniye civarındaki evine giderken karanlıkta yolunu şaşırır ve yolu mezarlığa düşer. Üstat hemen şu şiiri döktürecektir:
'Taştan mantar tarlası
Çok yaşasın ölüler' "

"Ve Cumhuriyet Gazetesinin kültür sayfasında yazmaya başladım. Aybaşı oldu, vezneye çağırdılar. Aydın Emeç, üç bin lira mı ne, bir para yazmış...Yani dört yazının parası... Uzun etmeyeyim bir büyük şişe Yeni Rakı olarak düşünüyor bir yazının parasını ve telif hakkını böyle ödüyordu Aydın Emeç."

"Zincirlikuyu' da bedeni toprağa kavuşan Hüseyin Haydar, 'İstemem toprağa gömüldüğümü, Yakın beni ve savurun külümü, Baharda badem ağaçlarının üstüne, Ben yine döneceğim yeryüzüne.' dörtlüğünü okuyarak bir demet badem çiçeğini yüreğinin üzerine bırakıyordu."

"Yakasındaki kırmızı gülün rengi dudaklarına yansırdı. Dudaklarının kırmızısı yanağının gamzesine. Göğsünün sığınağına aldığı akordeonu ile Çiçek Pasajı'nın variller üzerine kurulmuş masaları arasında dolaşır, uyaruına getirdiğinde bir sandalye çeker altına, Pasaj'ın gökyüzüne açık tavanını akordeonunun nağmeleriyle süslerdi. Beyoğlu cihetinin Madam Anahit'i o... Anayurdu Beyoğlu'ydu. Çalışma mekanı Çiçek Pasajı..."

Neyzen Teyfik'le ilgili:
"Umumi Harp' e kadar 1868 okka rakı içtim; bütün gazeteler de yazdı ya...Ondan sonrasını hesap etmedim. Bir mandalina, bir dilim portakalla bir okka rakı içtiğim çok olmuştur. Aylarca değil yemek, bir lokma ekmek bile ağzıma koymadım. Ben mideme rakı doldurmakla sarhoş olmayı sevmem. Gözüm doymalı, gözüm sarhoş olmalı, gözüm.!" 

" 'Ben sofraya konan her şeyi yemek zorunda değilim' der Yahya Kemal. 'bazıları da benim göz mezemdir.' "

"Adamın birine bir yerde çayla konyak ikram etmişler, pek beğenmiş. Karısına tarif etmiş, 'hanım buna punç derler ne zaman istersem bana yaparsın.' demiş. Günün birinde istemiş. Bakmış, karısının getirdiği nesnenin  rengi bir tuhaf. Bir yudum almış, içilecek gibi değil...'Hanım' demiş 'Bu ne biçim punç?' Karısı, 'Bey' demiş, 'Evde çay yoktu, kahve yaptım, konyak yoktu, rakı koydum.'"

"Sait Faik, Mina Urgan'a kıskançlık denen duyguyu hiç anlamadığından söz etmektedir: 'Senin aşık olduğun kadına o da tutulduğu için, bir erkeğe nasıl düşman kesilirsin, nasıl kıskançlığa kapılırsın? der ve arkasını getirir. 'Seninle aynı duyguları paylaşan adam, sana en yakın insandır, senin can kardeşindir.' Mina Urgan çok duygulanmıştır, neredeyse ağlamak üzeredir. Derken Sait Faik, birden sözünü keserek ayağa fırlar ve bağırmaya başlar: 'Ulan pezevenk! Benim karıma neden bakıyorsun?' "

"Asaf Halet Çelebi, kimi meyhanelerde şiirlerini masaya çıkarak okumayı sever."

24 Haziran 2020 Çarşamba

O İyi Kitaplar Olmasaydı - Emin Özdemir

Yıllar var ki kütüphaneye gitmemiştim. Geçen hafta yolum düştü Aydın İl Halk Kütüphanesine uğradım. Üyeliğim duruyormuş. Artık kart sistemi yok. Alınan kitap bilgisayara kaydediliyor. Kütüphanenin ödünç kitap raflarını şöyle bir dolaştım. Eskiye nazaran daha modernleşmiş ve daha yeni kitaplar var. O kitapların arasında sessizlikte dolaşmak insana huzur veriyor. Kitaplar arasından Emin Özdemir' in "O İyi Kitaplar Olmasaydı" adlı kitabını seçtim.

Emin Özdemir' in "O İyi Kitaplar Olmasaydı" adlı kitabından edebiyata dair bazı alıntılar ve yorumlarım;

Jose Ortega Gasset'in bir sözünden bahsediyor yazar, "İnsan, Don Kişot' u en az üç kez okumalıdır; kahkahanın kolayca dudaklara fırlayıp harekete geçireceği gençlikte, mantığın  egemen olmaya başladığı orta yaşta, her şeye felsefe açısından baktığı yaşlılıkta.."

Ben de öyle hissederim. Gençlikte okuduğum kitaplardaki olaylara ve kahramanlara bakışımla, aynı kitabı bu yaşımda okuduğum arasında düşünce ve görüş farklılıkları oluşur. Genç bir adam gözüyle değerlendirmemle olgun bir adam olarak değerlendirmem arasında çok fark görürüm. Hiç bir değerlendirme farkı olmasa da lise yıllarında zorunluluktan okunan bazı klasiklerden tat almadığınızı bunları yeniden zevk için, yalnızca kendiniz istediğiniz için okuduğunuzda ne kadar farklı bir haz duyduğunuzu belki denemişsiniz ve bu duyguya şahit olmuşsunuzdur. Romanda anlatılan olay örgüsünü yalnızca anlatıldığı şekilde gözünüzde canlandırırken bunun arka planında anlatılmak istenen asıl düşünceyi sezmek için orta yaşlara gelmek gerekiyor sanırım.
Nobel ödüllü yazar Mario Vargas Llosa, bireysel bağlamda da olsa kitapların, insanı, insanca olmayan kimi niteliklerden kurtardığını dile getiriyor. "Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı, şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, dah kötü durumda olurduk; ilerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamesi bile okunmazdı."

Emin Özdemir, Herman Hesse'nin bir yazısında okurları safdil okur, ununu elemiş eleğini asmış okur ve avcı okur olarak kümelendirdiğini anlatıyor.  "Safdil okurlar sabırsız, inişi çıkışı olan, dolambaçlı, derinlikli yartılardan hoşlanmazlar. Bol diyaloglu anlatımları severler" diyor ve örneği kendisinden veriyor: " Safdil okurluk dönemimde Esat Mahmut' un Allahaısmarladık' ını ya da dağları Bekleyen Kız' ını okurken bir sayfadan ötekine soluk soluğa koştuğumu hatırlıyorum. Oysa Peyami Safa' nın Matmazel Noralya' nın Koltuğunu, Yakup Kadri' nin Kiralık Konak' ını atlayarak, duraklayarak okumuştum. Okumayı öğrendikçe, okurluk birikimim zenginleştikçe anlamıştım ki o romanları roman kılan yönler, benim atlayarak geçtiğim betimlemelerde, öyküleme ve ruhsal çözümlemelerde gizliydi büyük ölçüde..."

Kitabın 'Yapıt ve Yaratı Adları' isimli bölümünde bazı yapıtların adlarının nereden geldiği ile ilgili örnekler veriyor:
"...Steinbeck' in 'Fareler ve İnsanlar' yapıtı adını Robert Burns' un 'Bir Fareye' adlı şiirinden almıştır. Ernest Hemingway' in 'Çanlar Kimin için Çalıyor' romanı da adını bir şiirden alır. Şair John Donne, bir kilisede şiirselliğin ağır bastığı vaazlar veriyor. Şöyle diyor bir vaazında: '...Ölünce bir eksilirim ben; çünkü insanoğlunun  bir parçasıyım, işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını, senin için çalıyor...."

"Reşat Nuri Güntekin, 'Kahveler' adlı bir yazısında, ' Kahveleri dolduran bu insanların çoğu okuryazar takımı. Niye bunlar, evlerinde türlü kitaplar okuyup bilgi eksikliklerini gidereceklerine kahvelere gidiyorlar?' sorusunu sorar.  Ardından da şöyle yanıtlar bu soruyu: ' Bu insanlar niye kitap okumuyorlar demek, niye piyano çalmıyorlar demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak, parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek ona göre hazırlanmak gerekir."

Emin Özdemir; Canan Tan, Elif Şafak, Ayşe Kulin gibi yazarları yığınsal roman yazarları olarak nitelendiriyor. Yani popüler roman yazan yazarlar. "Yığınsal roman yazarları, kitaplarının çok satmasına, okurların büyük ilgisine karşın yazın çevrelerinde önemsenmez, ciddiye alınmazlar. Bunu, romanları çok satmayan yazarların kıskançlığına, eleştirmenlerin yanlı tutumuna bağlıyor, yakınıyorlar" diyor.


"Yazar, Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenci iken hocası ünlü Edebiyat Tarihçisi Mustafa Nihat Özön'e okuması ve değerlendirmesi için bir şiirini götürür.
Hocası okur ve:
'Şiir, yazınsal türlerin en güğç olanıdır. Çok emek ister. Sözcüklere yeni anlamlar, duygular giydirmeyi gerektirir, yoksa şiir, cümleleri bozup sözleri gelişigüzel sıralamak değildir. sen bunu yapmışsın. Sana diyeceğim şu: 'Kötü bir şair olmaktansa iyi bir okur olmaya bak' İyi bir okur olmak iyi bir şair, iyi bir yazar olmak kadar önemlidir."

12 Haziran 2020 Cuma

Gülünesi Aşklar - Milan Kundera

Uzun zamandır Milan Kundera okumamıştım. İlk okuduğum romanı "Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği" ni bundan belki 25 yıl önce okumuş olabilirim. Karantina günlerinde bir arkadaşımdan gelen "Beraber seçtiğimiz bir kitap okuyalım sonra onu telefonda görüntülü tartışalım" önerisi üzerine bu kitaba başladım. Kitapta birbirinden farklı yedi öykü var. Bunlar Hiç Kimse Gülmeyecek, Sonsuz Arzunun Altın Elması, Otostop Oyunu, Kolokyum, Yaşlı Ölüler Yerlerini Genç Ölülere Bıraksınlar, Dr. Havel Yirmi Yıl Sonra ve Edward ile Tanrı adlarını taşıyorlar. hepsi birbirinden güzel, ilişkiler ve aşk üzerine kurulmuş öyküler. 


Kitaptan alıntılar ise şöyle:

"Şimdiki zamanı kat ederken gözlerimiz bağlıdır. Çok çok yaşamakta olduğumuz şeyleri sezebilir ve tahmin edebiliriz. Ancak daha sonraları, gözlerimizin bağı çözüldüğünde ve geçmişi incelediğimizde ne yaşamış olduğumuzu fark eder, yaşadıklarımızın anlamına varırız."


"Sana bir öğüt vermemi istersen şu sözümü kulağına küpe et: Gelecekte dürüst ol ve yalan söyleme, çünkü bir kadın yalan söyleyen bir erkeğe saygı duyamaz."


" 'Doğanın tuhaf bir yasası bu' dedim Martin'e 'çirkin kadın daha hoş olan arkadaşının parıltısından yararlanmayı umuyor ve hoş olan da arkadaşının çirkinliğinin yarattığı fonda daha büyük bir parıltıyla parlamayı umuyor."


"Hayatta önemli olan, herkesten daha çok sayıda kadına sahip olmak değildir, çünkü bu yalnızca görünüşte bir başarıdır. Daha çok insanın kendi beğenisini eğitmesi söz konusudur, çünkü insanın kişisel değeri bu beğenide ifadesini bulur. Şunu unutmayın ki dostum, gerçek bir balıkçı küçük balıkları suya geri atar."


"Benim bir kadın koleksiyoncusu olduğumu söylüyorlar. Gerçekte, ben daha çok bir sözcük koleksiyoncusuyum."


"Erotizm yalnızca bedene duyulan arzu değil, buna eş ölçüde, onura duyulan arzudur. Bizden hoşlanan ve bizi seven, sahip olduğumuz bir yatak arkadaşı, bizim aynamız olur, önemimizin ve değerimizin ölçüsüdür o."

29 Mayıs 2020 Cuma

Marina - Carlos Ruiz Zafon

İspanyol edebiyatının tanınmış yazarı, daha çok "Rüzgarın Gölgesi" romanıyla tanıdığımız Carlos Ruiz Zafon' un güzel bir romanı daha. Marina' da genç bir kız ve arkadaşı Oscar'ın fantastik bir hikayesi anlatılıyor.

Kitabın önsözünde, “Büyük olasılıkla ‘Marina’, yazdığım romanlar arasında tarif edilmesi ve sınıflandırılması en zor ve belki de içlerinde en kişisel olanı ve favori romanımdır.” diyor Zafon.

İlk okumaya başlayınca dilin akıcılığı fark ediliyor, tabi bunda çevirinin de katkısı büyük. Kitap biraz daha gençlere hitap ediyor gibi duruyor gibi geldi bana. İspanyol edebiyatı güzeldir, benim hoşuma gidiyor.

Var bazı alıntılar tabi ki;

"Yalnızca gidecek bir yeri olan insanlar kaybolur."

"Zamanın okyanusunun er ya da geç bize asla hatırlamak istemediğimiz için o açık denizin içine gömdüğümüz anıları geri getireceğini o zamanlar bilmiyordu."

"Yanılıyorsun. Burada yüzlerce insanın yaşamları, duyguları, hayalleri, yok oluşları, hiç gerçekleşmeyen umutları, hayal kırıklıkları, aldatılmaları ve karşılık bulamadıkları için onları zehirleyen aşkları var...Hepsi burada, sonsuza kadar burada olacak."

"İnsan ölümü tam kavrayamadığı sürece yaşamdan hiçbir şey anlamaz, diye ekledi Marina."

" 'Bin yıl daha resim yapabilirdim,' demişti Salvat ölüm döşeğinde, ama insanoğlunun barbarlığını, cahilliğini ve vahşiliğini zerre kadar değiştiremezdim. Güzellik, gerçeklik rüzgarının yanında yalnızca hafif bir esinti German. Sanatımın hiçbir anlamı yok. Hiçbir işe yaramıyor..."


"Aptallığın ruha yaptığının aynısını zaman da bedene yapar. Çürütür."


"Cehenneme giden yol iyi niyetlerden oluşur." 

27 Mayıs 2020 Çarşamba

Mezbaha 5 - Kurt Vonnegut

Bilim-kurgu kategorisinde ama bence bilim değil de kurgu. Kurt Vonnegut değişik türde çarpıcı konulu kitaplar yazan kuzeyli yazarlardan.

Baş karakter Billy, bir zaman gezgini. Dresden' de yaşıyor. Uyuyor uyanıyor bir savaşta 1945'de, 1947'de, 1958'de. Savaşta savaş karşıtı bir asker. Bazen de uzaylılar tarafından kaçırılıyor. galiba bilim de konunun burasında.


Yazarın savaşa ve toplumsal gerçekliklere, büyük devletlerin politikalarına hicivsel küçük küçük dokundurmaları var. Farklı türlerden hoşlananlar için isim yapmış bir roman. Ben her ne kadar çok etkilenmesem de.


"Sonunda anlamıştım. Bunca kızdığı savaştı. Çocuklarının veya başkalarının çocuklarının savaşlarda öldürülmelerini istemiyordu. Kitap ve filmlerin savaşları kısmen teşvik ettiği kanaatindeydi."


"Kitaplarda okuduğundan fazlasıdır hayat," dedi Weary."


"Savaştan en büyük hararetle nefret edenler, gerçekten en iyi savaşmış olanlardı."

"Hepsi yaşandı bunların. Aşağı yukarı. En azından savaş kısımları gerçek. Tanıdığım biri, başkasına ait bir demliği aldığı için sahiden vuruldu Dresden'de. Bir diğeri, şahsi düşmanlarını savaştan sonra kiralık katillere öldürteceği tehdidini sahiden savurdu. Vesaire. İsimlerin hepsini değiştirdim."



Dünyalılar kuşkusuz evrenin umacılarıdır. Şimdilik öbür gezegenler, yakın gelecekte Dünya tehlikesiyle karşı karşıya değildir, ama bu tehlike ortaya çıkmakta gecikmeyecektir. Bana sırrınızı verin ki hepimizi kurtarmak için Dünyaya götüreyim. Koca bir gezegen barış içinde yaşamaya nasıl devam edebilir?"

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Ömür Diyorlar Buna - Ayfer Tunç

Yıllar önce "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek" adlı nostaljik kitabını okumuştum Ayfer Tunç' un. Geçen yıl aldığım Edebiyat Takviminin bir sayfasında bu kitabından küçük bir alıntı gördükten sonra bu kitabından haberdar oldum ve aldım.

Kitap, Yedi Kadın, Şehirden sesler, İki Çocuk, Kitaplardan Doğanlar ve Üç Portre Denemesi adlı bölümlerden oluşuyor.

Çeşitli dergiler ve gazetelerde basılmış yazıları, hikayeleri ve bazıları da gerçek yaşam öyküleri, portreler. Hepsi birbirinden güzel anlatılar. Sohbet eder gibi sıkmadan anlatılmış.

Alıntılara gelince:

"Bir an yaşlıların yalnızlıklarıyla ne tuhaf bir ilişkileri olduğunu düşündüm. Hem delicesine bağlıydılar, en yakınlarına, bile tahammül edemiyorlardı, hem de şiddetle korkup kurtulmak istiyorlardı yalnızlıklarından. Yalnızlık avuçlarında bir kor parçası gibi duruyordu, ne kimseye vermeye kıyabiliyorlar ne yanmaktan kurtulabiliyorlardı."

"Biliyor musun ki, iyi yaşanmış hayat bir hazinedir..."

"Gerçek ile kurmacayı birbiriyle örtüştüren de, ayrıştıran da hayattır..."

"İncir ağacı doğurgan ve çilekeş annelere benzer. Sütlüdür. Kayayı deler. İlle de yaşar, tırmanır, büyür, doğurur. Ne meyvesi ne çiçeği kokar. Bu nedenle inciri ısırdığım an, bir mucizeyle karşılaşmışım gibi bir duyguya kapılırım. Kendini belli etmeyen bu meyve, ne ilahi bir lezzete sahiptir."

"Fotoğraflar yalan söyler; romanlar, hikâyeler zaten tümüyle yalandır, ama ne güzel yalanlar..."

"Bitmez tükenmez bu dert, ömür diyorlar buna.."

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Biz Hayır Diyoruz - Eduardo Galeano

Okurla sohbet eder gibi yazmış Eduardo Galeano. Uruguaylı muhalif gazeteci-yazar. O'nu okumak keyifli. Hangi ülke vatandaşı olursanız olun kendinizde mutlaka bir şeyler bulacaksınız. Ben yıllar önce Güney Amerika için yazdıklarını rahatlıkla kendi ülkeme uyarladım.

Bu kitapta Eduardo Galeano' nun çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış 26 yazısına yer verilmiş.
En çok alıntıyı da galiba okuduğum kitaplar içinden en çok bu kitap için yapmışım:

"Hayırseverlik dikeydir, aşağılar. Dayanışma yataydır, yardım eder."

"Bir zaman önce İspanyol din adamı Ignacio Ellacuria bana şu Amerika' nın keşfi hikayesinin ona saçma geldiğini söyledi. Zalimin keşfetme yeteneği yoktur, dedi.
"Zalimi keşfeden mazlumdur."
O, zalimin kendisini bile keşfedemeyeceğine inanıyordu. Zalimin hakiki gerçekliği yalnızca mazlumun olduğu yerden görülebilirdi.
Ignacio Ellacurıa kurşunlarla tarandı, bu affedilemez ifşa yeteneğine inandığı ve kehanet gücündeki inancının risklerini paylaştığı için. Omu öldüren El Salvador' lu askerler mi, yoksa kendisini açık eden bakışa tahammül edemeyen bir sistem mi?"

"Bizim zamanımızda, çoklu pazarların ve çokuluslu şirketlerin çağında, ekonomi uluslararasılaştı ve kültür de , hızlanan gelişme ve araçların kitlesel yayılımı sayesinde 'kitle kültürü' de uluslararasılaştı. İktidar merkezleri bize makineler ve patentlerin yanı sıra ideolojiler de ihraç ediyorlar. Eğer Latin Amerika' da yeryüzü nimetlerinin safası azıcığa ayrılmışsa çoğunluğunun fanteziler tüketmekle yetinmesi zorunlu. Yoksullara zenginlik ilüzyonları satılıyor, ezilenlere özgürlük illüzyonları, yenilenlere zafer düşleri ve güçsüzlere iktidar düşleri. Televizyonun, radyonun ve sinemanın dünyanın  eşitliksiz örgütlenmesini haklı göstermek için yayınladıkları simgeleri tüketmek için okuma bilmek gerekmiyor."
Her dakika pek çok çocuğun öldüğü bu topraklarda yürürlükteki sistemin kalıcı olması için birbirimize bizi ezenlerin gözleriyle bakmamız gerekiyor. Halk 'bu' düzeni 'doğal' ve bu yüzden de sonsuz olarak  kabul etmesi için evcilleştiriliyor; sistem vatanla özdeşleştiriliyor; rejimin düşmanı hain ya da dış mihrak ilan ediliyor. Sistemin kanunu kutsallaştırılıyor; yenilen halklar talihlerini kader olarak kabul etsin diye, geçmiş tahrif edilerek yoksulluğu her zaman uzak zenginlikleri besleyen Latin Amerika'nın tarihsel başarısızlıklarının gerçek nedenleri hokus pokusla yok ediliyor; küçük ekranda ve büyük ekranda hep en iyiler kazanıyor, en iyiler ise hep en güçlüler. İsraf, teşhircilik ve vicdansızlık iç bulantısına yol açmıyor, hayranlık uyandırıyor: Ruh da dahil her şey alınabilir, satılabilir, kiralanabilir, tüketilebilir."

"Zalim, aynanın mazluma sürekli değişen cıva lekesinden başka bir şey göstermemesini ister. Kim olduğunu ve nereden geldiğini bilmeyen bir halkı nasıl bir değişim süreci harekete geçirebilir? Eğer kim olduğunu bilmiyorsa, olmaya layık olduğu şeyi nasıl bilir? Edebiyat, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu ifşaya yardımcı olamaz mı?"

"Biz yaptığımız şeyiz, özellikle olduğumuz şeyi değiştirmek için yaptığımız şeyiz: Bizim kimliğimiz eylemde ve mücadelede yatıyor."

"..Ne o kadar Tanrıyız, ne de o kadar böceğiz. Sınırlarımızın bilinci bir acizlik bilinci değildir: Edebiyatın, bir eylem biçimi olarak, doğaüstü güçleri yoktur. Ama yazar eseri aracılığıyla buna gerçekten değen eylemlerin ve insanların yaşamaya devam etmelerini sağlayarak birtakım büyücü özellikleri gösterebilir.
Kendi gölgeleriyle monologlar ve sonsuz labirentler geliştirenlerin sözü yadsımaları bana tutarlı geliyor ama biz insanlık durumunun bir lağım olmadığı saptamasını kutsamak ve paylaşmak isteyenlerin için sözün anlamı vardır. Konuşacaklar arıyoruz, hayranlar değil; diyalog sunuyoruz, gösteri değil. Okurun bize ondan gelip cesaret ve kehanet olarak yine ona dönen sözlerde bir ortaklık bulmasını amaçlayan bir buluşma girişiminden yola çıkarak yazıyoruz."

"İşime inanıyorum; aracıma inanıyorum. İnsanların açlıktan öldüğü bir dünyada yazmanın bir anlamı olmadığını açık bir pervasızlıkla açıklayan yazarların neden yazdığını asla anlayamadım. Sözü tamamen öfkeye ya da fetişizm nesnesine çevirenleri de asla anlayamadım. Söz bir silahtır, iyiye ya da kötüye kullanılmış olabilir, cinayetin suçu asla bıçağa ait değildir."

"..kendi ülkende sürgün olup kendi içinde sürgün edilmek, dışarıdaki herhangi bir sürgünden her zaman daha zor ve daha faydasızdır."

"Ülkelerimizde ifade özgürlüğünden tamamen yararlansak bile, herkes için yazıyoruz ama yalnızca kitaplara para ödeyebilen ve onlarla ilgilenen eğitimli bir azınlık tarafından okunuyoruz."

"Nerede olursam olayım, hangi toprağa aşt olduğumu asla unutmuyorum; eğer onu üstümde taşıyorsam, eğer onunla yürüyorsam, eğer oysam."

"Kendi topraklarından ve kendi halkından uzaktasın. Evet,ama
başka topraklar görünüyor, başka halklar keşfediliyor, beslenecek yeni kaynaklar, sohbet edilecek yeni insanlar var. Farklılığa ve egoist yıkıma yenilen her bilinç, düşmen için bir zaferdir."

"Cezaevi gibi yönetilen ülkelerde duvarlarda yazılar ya da resimler ışıldamaz. Duvar yoksulların matbaasıdır: Risk alarak, gizlice, bir anlığına, dünyanın unutulmuşlarına ve yoksullarına hizmet veren bir iletişim aracı."

"Bir keresinde bana Endülüs'te sepetindeki midyeleri satarak sokaklarda dolaşan çok yoksul bir balıkçıyı anlattılar. Bu balıkçı bütün midyelerini almak isteyen genç bir beye midyelerini satmak istememiş. Baasitçe şöyle demiş:
-Kendi açlığımda emirleri ben veririm."

"Demokrasi olduğu şey değildir, benzediği şeydir. Ambalaj kültürünün göbeğinde yaşıyoruz. Evlilik sözleşmesi aşktan daha önemli, cenaze ölümden, elbise bedenden, ayin tanrıdan daha önemli. Ambalaj kültürü içerikleri hor görüyor. Söylenen önemli yapılan değil.
Köleliğin Brezilya'da bir yüzyıldan beri olmadığı varsayılıyor ama Brezilyalı çalışanların üçte biri günde bir dolardan az kazanıyor ve sosyal piramit yukarıya beyaz, aşağıda siyah. Köleliğin kaldırılmasından dört yıl sonra, 1892' de Brezilya hükümeti kölelikle ilgili bütün belgelerin kitapların yakılmasını emretti, köle şirketlerinin bilançolarının, makbuzların, şartnamelerin, kararnamelerin ve her şeyin yakılmasını emretti, sanki kölelik hiç olmamış gibi. 
Bir şeyin olmaması için, olmadığını açıklamak yeter."

"Başpiskopos Desmond Tutu Afrika'yı kastediyor ama Amerika için de geçerli:
'Geldiler. Onların İncili vardı, bizim toprağımız vardı. Bize 'Gözlerinizi kapayın ve dua edin' dediler. Gözlerimizi açtığımızda onların toprağı vardı, bizim İncilimiz vardı.' "

"Friedrich Nietzsche bir keresinde şöyle demişti:
-Ben yalnızca dans etmeyi bilen bir tanrıya inanabilirim."

" 'Hayat, sen başka planlar yapmakla meşgulken başına gelendir' diyordu John Lennon. Bizim amaçlarla araçların karıştırılmasından muztarip çağımızda, yaşamak için çalışılmıyor, çalışmak için yaşanıyor."