Bu Blogda Ara

25 Nisan 2018 Çarşamba

Nasıl Bir Türkiye- İlker BAŞBUĞ


Efendi ve kibar duruşuyla alıştığımız asker modellemesine uymayan komutanın düşünceleri ile de alışıldık asker kafasının dışında olduğunu gördüğümüz kitabıdır.
Açık, doğrudan ve korkusuzca konuşuyor. 6-7 Eylül olayları Türkiye'ye nasıl zarar verdi? ABD, Türk Ordusuna bir ders verilmesine hangi olaydan sonra karar verdi?-Çuval Olayı Türk Ordusunda neden bir travmadır?-Türkiye ile ABD hangi olayda çatışma noktasına geldi?-Balyoz Davası sürecinde Hükümet ve MİT'le yapılan görüşmeler? -Hangi yanlışlar yapıldı? Başbuğ hangi tavrı konusunda üzgün?-Hükümet-Cemaat ilişkisi buraya nasıl geldi?-Cemaat, İlker Başbuğ'u hangi olaydan sonra hedefe koydu?-Silivri günleri nasıl geçti? Neye sevindi, neye üzüldü?-Özgürlüğüne kavuştuğunda hangi Genelkurmay Başkanı ona moral verdi?-12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde yapılanlar neden yanlıştı?-Kürt kökenli vatandaşlara yapılanlar Türkiye'ye nasıl zarar verdi?-Kürtçenin yasaklanmasını neden yanlıştı? -ABD "Kürt Açılımı"nda TSK'yı neden hedefe koydu?-12 Eylül sola büyük darbe vurunca, bundan en çok hangi siyasi örgütler yarar sağladı? -Bugün din dersi nasıl ele alınmalıdır ve "Zorunlu Din Dersi" uygulaması neden yanlıştır?-Şike komplosu neden düzenlendi? Amaç Fenerbahçe'yi ele geçirmek miydi? -Gezi olaylarını nasıl değerlendirmeli, bu konuda kim hangi yanlışı yaptı? -Atatürk 1920'lerde muhtariyet (özerklik) konusunu neden gündeme getirdi?-Terör neden bitmiyor ve hangi yanlışlar yapılıyor?-IŞİD nasıl ortaya çıktı, arkasında kimler var?-Irak ve Suriye'nin bölünmesinin Türkiye'ye faturası ne olur? -21. yüzyılın ulus devletleri hangi temelde yükselmeli? -İlker Başbuğ siyasi, ahlaki ve kültürel olarak "Nasıl Bir Türkiye" arzuluyor?-Türkiye'nin kuruluş felsefesi ve Atatürk'ün bugünkü önemi nedir?-Türkiye'yi bekleyen tehlikeler ve fırsatlar nelerdir?-Türkiye, sorunlarını nasıl ve hangi yöntemlerle çözmelidir? -Asker-sivil, devlet-yurttaş ilişkisi nasıl olmalıdır?-Atatürk ve Cumhuriyet Devrimlerinin bugünkü anlamı nedir? sorularının karşılıkları bu kitapta anlatılmış. Ayrıca özel hayatı ve çocukluğu, gençliği ve okul yıllarına ait anılar da var.


Kitabın sonunda  ise "Nasıl Bir Türkiye?" şu şekilde tanımlanmış.
Cevap net ve kısadır diyor.
Ulus devlet, üniter devlet yapısına sıkı sıkıya sarılmış; laiklik ilkesini tam özümsemiş, dine saygılı, ancak dinin ve din duygularının siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfus sağlamak amacıyla kullanılmadığı, insanların dindar ve dindar olmayanlar ayrımına tabi tutulmadığı, ahlaki erdemliliğe sahip vatandaşların oluşturduğu bir Türkiye.
Nasıl Bir Türkiye?;
Kuvvetler ayrılığına tam saygı gösterilen, hukuk devletinin değil hukukun üstün olduğu; temel hak ve özgürlüklerin çoğunluğa karşı da güvence altına alındığı ve her şeyin herkese açık olmasını sağlayacak fırsat eşitliğine imkan tanıyan bir demokrasinin olduğu bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
Vatandaşlarının refah ve saadetini hedefleyen, sosyal adaletin gerçekleştiği ve okullarında temel eğitimin laiklik prensibine bağlı olarak ve en geniş şekilde verildiği bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
Toplumun her bireyinin "Ankara'da hakimler var" düşüncesine yürekten inanacağı ve hukukun üstünlüğünün bütün uygulamalarına tanıklık edeceği bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
"Yaşamın tüm alanlarında; devletin yapısı ve uygulamalarında, fikir hayatında ve ekonomide çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaya çalışan,
Birbirini empati yaparak anlamaya çalışan,
Devamlı farklılıklarını öne çıkararak yapay ayrılıklar yaratılmasına çalışmayan,
Ülkü birliği (güvenli, huzurlu, ekonomik olarak güçlü ve saygın bir ülke olma) ortak paydasında birleşen bir Türkiye"

15 Nisan 2018 Pazar

Şiirin Gizli Tarihi - Refik Durbaş

          Şiirin Gizli Tarihi, Refik Durbaş' ın şairlerimizin hayatlarından kesitler, anekdotlar ve hatıralara yer verdiği gazete köşesinde yazdığı yazılarından derlenmiş güzel bir kitap. Sıkmadan kısa kısa bölümlerle anı ve araştırma şeklinde anlatılara yer verilmiş. 
Kitap;  Bir zamanlardı bu gamhanede bir dem vardı, Ağlamayın ölmeyecekler, Şiiri aşka düşürenler, Rakı şişesi, balık ve şair, Kelime şiiri resmetmeye borçlu ise, İnsanın şair hali, Şiirin gör dediği, Şiirsel materyalizm ve Gündelik hayatın aguşunda şiir gibi bölümlerden oluşuyor.
Kitapta Orhan Veli, Sait Faik, Orhan Akbal, Yahya Kemal, Edip Cansever, Feti Naci, Nazım Hikmet, İlhan Berk, Can Yücel, Salah Birsel, Ece Ayhan, Melih Cevdet Anday ve daha birçok  şairin ilginç özelliklerinden, şiiri yalnızca yazarken değil hayatlarında da yaşadıkları, şairliğin ruhunu hayat felsefelerine de yansıttıklarını görüyoruz.
Şair bu kitabın meydana gelme sürecini de şöyle özetliyor Cumhuriyet Gazetesi internet sayfasındaki bir ropörtajında; 
          Elli yıla yaklaşan bir edebiyat ve gazetecilik hayatım var. Bu hayat, elbet bir birikimin de harcını oluşturdu. Çalıştığım gazetelerde ara sıra bu tür yazılar yazıyordum. Hatta Tarık Dursun K. “Bu tür yazıların gazete sayfalarında sararıp solacak, onları ileride bir kitapta toplayacak gibi yaz” derdi.


2011’de Sabah gazetesinden atılıp BirGün’de yazmaya başlayınca bu öneri geldi aklıma. Ayrıca BirGün dahil bütün yazılı basında edebiyat yazan kalmamış gibiydi, herkes politika yazıyordu. Bugün de öyle… Oysa gazeteciliğe başladığım yıllarda gazetelerde mutlaka birkaç şair, yazar bulunurdu. Gazetelerde sanat-edebiyat sayfaları yer alırdı. Politik yazılar yanında edebiyat yazıları az da olsa mekân bulunca dikkat çeker oldu. Yazılar çoğaldıkça okurlardan da olumlu tepkiler aldı. Birkaç yayınevi bu yazıları kitap olarak basmak istedi. Bu sırada sevgili arkadaşım Cem Erciyes, Doğan Kitap’ın başına geçmişti. İnternetten bu yazıları indirmiş, “Bunları basalım” dedi ve kitap süreci başladı. Yukarıda da değindiğim gibi amaç, şairin hayatının şiire dahil olduğunu araştırmaktı diye özetlenebilir. Konuşmanın tamamı için: 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/640137/Refik_Durbas_tan__Siirin_Gizli_Tarihi_.html
            Kitaptan küçük bir alıntı olmazsa olmaz:
            Orhan Veli ile Sait Faik'in işi gücü yoktur. Can sıkıntısından Eftalikus Kahvesinde oturup her gün birer Cumhuriyet Gazetesi alarak bulmazalarını çözerler. Bulmacayı kim önce bitirirse ötekine rakı ısmarlayacaktır. Fakat Orhan Veli her gün Sait Faik'i yenmektedir.
             Sonunda Sait Faik isyan bayrağını çeker. "Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı bana ısmarlatıyorsun*" der demez Orhan Veli sakin biçimde yanıtlar:
             "Çünkü Cumhuriyet'in bulmacalarını ben hazırlıyorum."

15 Mart 2018 Perşembe

Cumhuriyet Senin İçin - Enver AYSEVER Orhan GÖKDEMİR


    Gazeteci yazar Enver AYSEVER ve Orhan GÖKDEMİR' in karşılıklı sohbet şeklinde siyasi gündemi değerlendirdikleri yazılardan oluşan bir kitap. Okumaya başlayınca,  Enver diye başlayan yazıların Orhan Gökdemir tarafından Enver Aysever' e hitaben mi, yoksa Enver Aysever'in düşüncelerini mi aktardığı konusunda bir süre kararsız kaldım. Bir bölümde "Senin de şöyle bir kitabın vardı" cümlesi geçince o kitabın Orhan Gökdemir' e ait olduğunun anlamam ve yazı başlığında kimin ismi yazıyorsa yazının o yazara ait olduğunu anlamam uzun sürdü. Bu benim eksikliğim mi yoksa kitabın anlatım şeklinden kaynaklanan bir durum mu bilmiyorum.
Gelelim kitabın içeriğine;
Kitap, bolca iktidar eleştirisi etrafında Osmanlı'nın son dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti' nin ilk yıllarını da içine alan yer yer tarihsel çoğu da güncel ekonomik, siyasi, toplumsal konularda iki yazarın karşılıklı sohbeti şeklinde kurgulanmış. Birbirini tamamlayan sohbetler olmuş. Birisi ortalamış diğeri vurmuş, bu minvalde gelişen sohbetlerle ucuca konular eklenmiş. Güzel bir kitap ortaya çıkmış. Kitaptan bazı altı çizilen cümleler var tabi ki: 
"Bir nüfustan bir ulus yaratmanın yegane yolu, dinini toplumdaki rolünü aşağı çekmek ve 
milliyetçiliğin rolünü yükseltmekti. Türklüğe yapılan bütün vurguların tarihsel arka planı budur."
"Bir bebeğe tecavüz ediliyor ve kıyamet kopmuyorsa niçin yaşıyoruz ki?"
"...dünyanın büyük bir çoğunluğu dindar ama bu dindarlık derin yoksulluğu, örgütlü alçaklığı, sömürüyü, zulmi asla hafifletmiyor. "islam coğrafyası" karanlık, kan, revam.Birbirini yiyor müslümanlar."
"Şiir önemli.Şiirsiz direnemez kimse, şiirsiz yazamaz. Şiirsiz dik duramaz kimse."
"Zalim her türlü eziyeti yapabilir evet ama her şartta bir kurşunkalem bulabiliriz. Her şartta sizviriltiriz ucunu. Zulme karşı atabileceğimiz ilk kurşun budur..."
  

10 Mart 2018 Cumartesi

Tuncay Terzihanesi - Sunay Akın


Sunay Akın'ın terzi olan babası Tuncay Akın'ı anlatımı ile başlayan bir kitap. Kitabın tamamının bu konu etrafında devam edeceğini ve Sunay Akın'ın çocukluk gençlik anılarını okuyacağımı sanmıştım. İlginç olabilirdi. Ama yine Sunay Akın' ın diğer kitaplarındaki gibi aynı kurgusal şekildeki, bakın hele bakın bakın "o öyle değil de böyleydi", yada "o adam kimdi biliyor musunuz çok sevdiğiniz şu adamdan başkası değildi" tarzı eğlenceli bazen hüzünlü araştırmasal hikayelerini okudum. Yine her zamanki gibi 'ki İlber Ortaylı' da da aynı durum oluyor' medyadan tanıdığım yazarların kitaplarını kendi sesleri ile okudum. Güzel kitap ama diğer kitaplarından farklı değil.

Beğendiğim alıntılar ise şöyle:


Babamın terzi dükkanı her zaman büyülemiştir beni. İlk oyuncaklarım makaslar, iğneler, kumaş parçalarıydı. Babam elbiseleri keser dikerdi, bense hayalleri.


Sayfalarını yırttım

Yüz Ünlü Türk adlı kiyabın
terzi dükkanındaki resmine
içinde rastlamayınca
kılıncı diliş iğnesi
kalkanı yüksük olan babamın

Server Tanilli, Strasbourg'da düzenlenen bir toplantıda tarihin bir fotoğraf makinesi olduğunu belirterek şunları söylemişti: "Tarih fotoğraf makinesiyle dünyaya gelen herkesin bir kez fotoğrafını çeker. Nerede, ne zaman çekeceği bilinmez, ama mutlaka çeker ve de bir kez... Herkes o fotoğrafına bakılarak anılır, hayattayken ne yapmış diye. Sunay, tarih bir gün senin de fotoğrafını çekecek. Dikkat et, sakın o fotoğrafta gözlerin kapalı çıkma!.."


Çağın bu kadar çabuk değişebileceğini bilseydi Kubilay kafasını verir miydi? Günün birinde işlerin bu hali alacağını bilseydi Şeyh Said o kadar acele eder miydi?


Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek Usta, kuklalarda biz.
Oyuna çıkıyoruz, birer, ikişer:
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.


Kitap bir pencere aralığına konulduğunda, adadan içeriye temiz hava girmesini sağlar. İnsan içinde aynı işlevi yerine getirir. Okunduğunda, insan beyninin havalanmasına, oksijen kazanımıyla düşüncelerin yenilenmesine neden olur.


Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu
biberonudur Kız Kulesi
soğusun diye suya tututalan

Rüzgar doğanın bir armağanıdır erkeklere! Bu armağanın kıymeti, modanın gelişimiyle daha da iyi algılanmıştır.


7 Mart 2018 Çarşamba

Votka&Pera - Aybike Ertürk



        İsmi ilginç. Votka&Pera. Yazarın adını ilk kez duyuyorum. bir ara internette bölüm bölüm kitap yazanlar vardı. Herhalde o gençlerden biri diye düşündüm. Kitap alkol sorunu olan genç gazeteci Arda ile Pera adlı bir genç kızın hikayesi. Daha çok Arda'nın hikayesi. Arda bir votka aşığı bir de Pera'nın. Kitap boyunca votka votka votka. İnan ki içmeyenin canını çektirecek derecede. Evet okurken içmişliğim de olduyu. Arda'nın suçu ne yapayım.Alkol babasının hayatını bahvettiği gibi Arda'nın da hayatını karartyor.Aşk ve iş ilişkilerini büyük ölçüde zarar veriyor.
            Kitabın bir bölümünde Arda Votka'yı şöyle tasvir ediyor: "Bağımlılık, zaaf, iradesizlik... Adının bir önemi yok, ama benim için anlamı büyük. Hayatta  bir amacı, hiçbir beklentisi olmayan benim gibi her adam için yolunu gözleyen sadık bir sevgili gibi. Tek isteği kanımda dolaşmak. Bana düşen de ona damarlarımda seve seve tur attırmak."

            Diyor ki Arda kitabın bir yerlerinde "Tecrübeyle sabit; ölümden korkamayan ölmüyor bu hayatta. Azrail de tıpkı bir ergen gibi kaçanın peşine düşüyor, 'Al beni seninim' diyenin yüzüne bile bakmadan geçip gidiyor yanından. Onca masum, hayat dolu insan Hakk'ın rahmetine kavuşurken, benim gibi ne kadar it kopuk, hayattan bezmiş adam var, millete ıstırap olup yaşamaya devam ediyordu."

           "Babam öldüğünde öğrenmiştik bu mezarın varlığını. Sadece kendi mezarını almakla kalmayıp yanındaki boş mezarı da satın almıştı. İnsanlarla fazla haşır neşir olmayı sevmezdi babam. Onu gömdüğümüz gece, annemin Birsen Teyze'ye sinirle "Dolmuşta yanına kimse oturmasın diye de çift ücret öderdi" dediğini  hatırlıyorum. Annem hiç bir zaman anlamadı babamı... Şimdi düşünüyorum da  o boş mezar babamın anneme duyduğu ebedi aşkının kanıtıydı. Ölü bir adamın sevdiği kadın için bıraktığı, açık bir kapı...Tabi o boş mezarı alırken annemin yerine göz koyacağım kimin aklına gelirdi."

             Ben okudum çok beğendim siz de okuyun çok beğenin
            Kitabın yazarı Aybike Ertürk ile yapılan bir söyleşiyi aşağıdaki adreste bulabilirsiniz. https://www.birgun.net/haber-detay/ruhumuzdaki-boslugu-bagimliliklarla-dolduruyoruz-133097.html

2 Şubat 2018 Cuma

Bir Toplum Nasıl İntihar Eder-A.M.Celal Şengör

Celal Şengör hocanın genelde eğitim sistemi üzerinde yazdığı yazılarından derlenmiş güzel kitaplarından biri. Bazılarının hoşuna gitmeyebilir ama mevcut Türkiye fotoğrafı bu. Basından gereksiz çıkışlarını görüyoruz. Ordudaki eğitim sisteminin mükemmelliğini biraz fazla abartmış sanki. Üniversiteler ve eğitim sistemi ile ilgili genel kanılarına katılmamak mümkün değil. Her şehirde üniversite olması fikrinin yanlışlığı bana göre de çok doğru bir tespit.
Kitapta geçen bazı cümlelerden:
"İşini ciddiye almak demek, o işi öğrenmek demek. Öğrenmek de bilimsel bir faaliyettir. Bilimsel düşünen insanlara ihtiyaç var, her seviyede insanın, çöpçüsünden en üst yöneticine kadar, profesörüne kadar... Bilimsel düşünmek bilim yapmak değil, her duyduğuna inanmamak, yeni çıkan şeyleri öğrenmeyi heves etmek, bunları eleştirel bir gözle değerlendirmektir."

"Şehrin içindeki kütüphanelerden, kültür yuvalarından, hatta lokanta ve sinemalardan çocuğu niçin koparıp aldık? Acaba şehirlerimiz köyleştiği için mi? Kampüs hareketini başlatan Demokrat Parti' nin bu soruyu bile sorabilecek entelektüel düzeyde olmadığı, İstanbul'u köyleşmeye açmasından bellidir. ’’

"Uygar hiçbir toplumda bilime bilim dışından müdahale olamaz."

‘’Yine geldik Atatürk' e: "Nefs-i müdafaa için yapılmayan harp cinayettir" diyen bu büyük insansever, yarattığı o muhteşem Türk Silahlı Kuvvetleri' ne yurt ve ulus savunması yanında bir görev daha vermişti: Uygarlığı savunmak. Bugünlerde uygarlık düşmanlığı edenler bunu sakın unutmasınlar. ’’

‘’ Ordudaki subaylara ve astsubaylara "Komutanım" diye hitap ediyor muyum? Elbette ve bundan kıvanç ve şeref duyuyorum.Onlar da bana aynı şekilde "Hocam" diye hitap ediyorlar. Bundan yüksünenin herhalde ruhsal bir sorunu olmalıdır. Bir psikiyatr tedkikini tavsiye ederim. Bu belki kendilerini ezberletilmiş sloganlarla değil, düşünerek yaşamak yönünde ikna eder. ’’

‘’ Topkapı Sarayı da Fuat Bey'in seçtiği kendi hazinelerini katmış sergiye. İnsan Atatürk'ün Sarayı 1924'te koruma altına alarak Osmanlı'nın viraneye dönüştürdüğü koleksiyonların kurtarılmasını sağlamasını şükranla anmadan edemiyor. Yüce Dahi! O kadar iş ve sıkıntı arasında buna ne zaman vakit buldun? ’’

‘’ Bugün İslam kültürü hakkında otorite olan en önemli bilim adamları, Müslüman olmayan ülkelerde yaşamaktadırlar. Bunun nedeni, İslam ülkelerinin 14. Yüzyıl'dan beri bilime sırt çevirmiş olmalarıdır. Bilimsiz hiçbir şey olmayacağı gibi, din de olmaz. ’’

‘’ Medeniyet bir paradigma değildir. Medeniyet, birbiriyle kavga etmeden tartışabilme kültürüdür. Sen bir şey gözlüyorsun ve onun üzerinde bir varsayım geliştiriyorsun. Birisi geliyor ve diyor ki "Ben senin bu varsayımına inanmıyorum, çünkü bu varsayımına karşı ben şu gözlemleri yaptım." Sen de diyorsun ki "Bu çok ilginç, şimdi şu varsayımı birlikte geliştirelim." Belki bunu sen söylemiyorsun, ama senin öğrencilerin söylüyor " Hocamız yanılmıştı, şimdi onun varsayımını biz geliştirelim."

‘’ Bunun için çok sevgili arkadaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı bir gazeteye verdiği bir demeçte "Her şehre üniversite açmak ahlaksızlıktır" demişti. Şimdi anlıyor musunuz, niçin İlber haklıdır? Gençlerimizi adı ilköğretim okulu, lise veya üniversite olan yerlere göndermek marifet değildir; marifet bu ismi taşıyan kurumları gerçekten o isimlere layık müesseseler haline getirmektir.’’

Tartışmaya açık değilse her şey dindir. Tartışmaya açık olmadığı için de tehlikelidir; çünkü elindeki bilginin doğruluğundan emin olmayı bir yana bırak, doğruluğunu kontrol etme imkanın bile yoktur.

1 Şubat 2018 Perşembe

Tanrısız Gençlik-Ödön Von Horvath


Tanrısız Gençlik, ateizmle falan ilgisi olan bir kitap değil. İlk başta kapağındaki SS işareti ve tanrısız  ifadesi her ne kadar bana bu düşünceyi akla yerleştirse de kitabın faşizmin etkisi altında yetişen çocukların acımasızlığını gözler önüne seren etkileyici bir kitap olduğunu görüyoruz..Kitabın kapak tasarımı bile insanı etkisi altına alıyor. Faşizmin tüm yaşamı esir aldığı bir ülkede yetişen çocukların acımasızlıklarına şahit olması ve kendini okul kampı sırasında işlenen oldukça enteresan bir cinayetin içinde bulmasıyla beraber vicdanını ve hayatı sorgulayan bir lise öğretmenini konu almış.  Öğrencilere hem askeri disiplin hem de silah eğitimi vermek için Nazi iktidarı tarafından düzenlenen gençlik kamplarından birisine sınıfça katılınır. Bu kampta, öfke, iktidarın arzulamadığı bir noktada patlak verir.Kitap cinayetle beraber daha sürükleyici bir hal almaya başlıyor.  



Yazarın hayat öyküsü ise daha ilginç;
1901’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun toprağı olan, Fiume’de (Rijeka) doğan Horváth, üniversite sonrası yerleştiği Berlin’deki gençlik yıllarını oldukça verimli geçirmiş. Yazdığı oyunlar edebi çevrelerden övgü, Nazi yanlısı basından ise yergi almış. 1933’te Nazi baskısının artması nedeniyle Viyana’ya yerleşmiş. Fakat Avusturya Nazi Almanya’sıyla birleşince, Ödön 1938’de önce Budapeşte’ye, daha sonra ise Paris’e kaçmış.Daha ilk eserlerinde bile işlediği faşizmin, öngördüğü biçimde yoğunlaşan baskısını konu alan Tanrısız Gençlik romanı 1937’de Amsterdam’da  yayımlanmış. 1939’da, Tanrısız Gençlik’in film uyarlaması için görüşmeye giderken Champs-Elysees’de fırtınadan korunmak için sığındığı bir ağaca yıldırım çarpmış ve yazar, henüz otuz sekiz yaşındayken hayatını kaybetmiş.

Kitaptan küçük alıntılar ise şöyle:

"..Ölmeye her an gönüllü ve hazır olma hali, büyük bir erdem değil mi?
   Kesinlikle, mücadele haklı bir dava uğruna veriliyorsa eğer..."

"İnsani bir topluluk var olalı beri kendi varlığını devam ettirme amacıyla cinayet işlemekten vazgeçmedi. Gelgelelim bu cinayetler gizlendi, örtbas edildi, bunlardan utanıldı. Bugünse bu cinayetlerden gurur duyuluyor. Salgın bir hastalık bu."

"Aziz İgnatius şöyle der: " Ben her insanla onun kapısından girerim, ki daha sonra onu kendi kapımdan uğurlayabileyim."

"Ne der Pascal: 'Hakikati arzularız ve içimizde yalnızca belirsizlik buluruz. Mutluluğu ararız ve yalnızca sefalet ve ölüm buluruz.'

"Ah hayatında hiç günah işlememiş birinden pek nadir bir aziz, hayatında hiç aptallık etmemiş birinden pek nadir bir bilge çıkar."

"O zaman kilise neden bir devletin toplumsal yapısı çöktüğünde zenginlerin tarafını tutar hep? Yani bizim zamanımızda, kilise neden pencerelerde oturan çocukların değil de daima kereste fabrikasının hissedarlarının yanında yer alıyor?" "Çünkü zenginler daima kazanır" 

"Evet, zenginler her zaman kazanacaktır, çünkü onlar daha acımasız, daha alçak ve daha vicdansız olanlardır. "

"Tanrı bütün sokaklardan geçer"
"Nasıl olur da Tanrı o sokaktan geçer, o çocukları görür de, onlara yardım etmez."

"Yağmurlar dinip de tufanın suları çekildiğinde Tanrı şöyle dedi: 'Bundan böyle insanlar yüzünden yeryüzünü cezalandırmayacağım'" Ve kendime bir kez daha soruyorum: Tanrı sözünü tuttu mu?