Bu Blogda Ara

12 Ocak 2021 Salı

Prens - Niccolo Machiavelli

Bugün yazılsa içeriğinden çok da bir şeyin değişmeyeceği bir eserdir Prens. Sadece kişiler değişir. Dönemim prensine, iktidarına seslenen Machiavelli kimine göre haklıdır öğütlerinde kimine göre de yanlış. Bana göre de her siyasetçinin okuması gereken bir başyapıttır.
Prens, devlet yönetme sanatı ve siyaset etiği üzerine yazılmış en etkili eserlerdendir. Prens'in kaleme alındığı dönem İtalyan Rönesansı'na denk gelmektedir. 
Satır satır okunmalı, hafızalara kazınmalıdır. Bugünkü siyasetçilere iyi ya da kötü anlamda yol göstericidir.

Uzun uzun alıntılarım var. Hepsi de önemli:
 
"Akıl alıştırmasına gelince; prens tarih kitaplarını okumalı ve seçkin kişilerin eylemlerini gözden geçirmeli, savaşlarda nasıl davrandıklarına bakmalı, zaferlerinin ve yenilgilerinin nedenlerini incelemeli, bu yolla yenilgilerden kaçınabilmeli, zaferleri taklit edebilmelidir. Hepsinden önemlisi, geçmişte bazı seçkin kişilerin yaptığını yapmalıdır. Bu kişiler, kendilerinden önce övülüp yüceltilen birisini taklit etme yoluna gitmiş ve o kişinin hareketlerini ve eylemlerini hep göz önünde bulundurmuşlardır; tıpkı Büyük İskender'in Akhilleus'u, Caesar'ın İskender'i, Scipo'nun Kyros'u taklit ettiğinin söylendiği gibi...Bilge bir prens bu tür kurallara uymalı ve barış zamanlarında asla boş oturmamalıdır; tam tersine, zor durumlarda yararlanabilmek için, barış zamanlarını büyük bir gayretle (bilgi birikimi edinecek şekilde) değerlendirmelidir; öyle ki talih, değiştiğinde onu zor durumlara direnmeye hazır bulsun."

"..Korkulmaktansa sevilmek mi daha iyidir, yoksa tersi mi? Sorunun yanıtı şudur: Kişi, her ikisini birden ister; ama bunları bağdaştırmak zor olduğu için, ikisinden birinin olmaması gerekiyorsa, sevilmektense korkulmak çok daha güvenlidir... Bununla birlikte, prens insanların sevgisini kazanamasa bile, nefretten kaçınacak şekilde korku uyandırmalıdır;çünkü korkulmak ve nefret edilmemek pekala bir araya gelebilir; prens yurttaşlarının ve uyruklarının malına ve kadınlarına dokunmadıkça bu böyle sürer gider."

"Yabancılardan çok halktan korkan prens, kaleler yaptırmalıdır; ama halktan çok yabancılardan korkan prens, kalelerle uğraşmamalıdır."

"Bir senyörün zekasını değerlendirmenin ilk yolu, yanındaki adamlara bakmaktır.; bu kişiler becerikli ve sadık iseler, bu senyörün, adamlarının becerilerini görebildiği ve onları sadık tutabildiği için, bilge olduğu kabul edilebilir. Ama başka türlü iseler, bu senyör hakkında iyi olmayan bir yargıya varılabilir; çünkü yaptığı ilk hatayı, bu seçimle yapmıştır."

"Bir prensin danışmanını nasıl tanıyabileceğine gelince; şu hiç şaşmayan yöntem vardır: Danışmanının senden çok kendisini düşündüğünü ve bütün eylemlerinde kendi çıkarını kolladığını görürsen, böyle bir kişi asla iyi bir danışman olmaz, ona asla güvenemezsin; çünkü bir başkasının devletini elinde tutan kişi, aslında kendisini değil, her zaman prensini düşünmeli ve prensle ilgili olmayan her hangi bir şeyi asla onun gündemine getirmemelidir. Ve öte yandan prens, danışmanını iyi tutabilmek için, onu düşünmeli, onurlandırmalı, zengin etmeli, ona önemli görevler ve yükümlülükler vererek kendine borçlu kılmalıdır; öyle ki, danışman prens olmadan var olamayacağını görsün ve pek çok onur, daha fazla onur arzulamasını, yüklü bir servet, daha fazla servet arzulamasını engellesin, pek çok görev değişikliklerden korkmasına yol açsın. Bu yüzden danışmanlar ve prenslerin danışmanlarla ilgili tutumları böyle olursa, birbirlerine güvenebilirler; başka türlü olursa, sonuç daima ya biri ya öteki için zararlı olacaktır."

9 Ocak 2021 Cumartesi

Aykırılıklar - Memet Fuat

Usta yazar Memet Fuat'ın genç yazarlara bir rehber olabilecek nitelikteki bir kitabı "Aykırılıklar" Dil ve edebiyat üzerine çok güzel metinler var. Kitap, Memet Fuat'ın 1998-1999 yılları arasında yayınlanmış denemelerinden oluşuyor. 
Kitabın sonunda da kendisi ile yapılan söyleşiden bölümler paylaşılmış. Büyük yazarlarımızdan (Rıfat Ilgazi Nurullah Ataç, Nazım Hikmet gibi) dil ve edebiyat ile ilgili örneklerle zevkli anlatımların da  bulunduğu güzel bir kitap olmuş.
Benim de nacizane eleştirim yazarın bence çok ve gereksiz virgül kullanması oldu.

Uzun uzun alıntılarım var.

"Çamaşıcının kızı okumak için kitap isteyince, hoşuna gider diye düşünerek, eline Orhan Kemal'in 'Çamaşırcının Kızı' adlı öykü kitabını vermişler. Ertesi sabah kız kitabı geri getirdiğinde beğenmediği yüzünden belliymiş.
'Ne o? Hemen geri getirdin. Beğenmedin mi yoksa?
Kız gözlerini öne eğip,
'Ben bunları biliyorum' demiş...
Yazmanın olduğu gibi okumanın da amacı var... Demek ki çamaşırcının kızı merak ettiği başka yaşam biçimlerini öğrenmek için okuyordu. Kitaplarla çevresini, kırmak, dünyaya açılmak istiyordu. Bir şeyleri merak ediyordu."

"Sanatın bütün bu aşamalarını öldürücü bir hastalık sardı son yıllarda...Aykırılık hastalığı...
Günümüz sanat yapıtlarında, seçme, kurma, anlatma, hepsi aykırılıklarla besleniyor...Seçtiğim ya da kurguladığım şeyleri ilginç kılmak için ne gibi aykırılıklarla donatabilirim? Anlatımımı ilginç kılmak için ne gibi aykırılıklar yapabilirim.?"

"...O gün Rıfat Bey'le tartışırken şunu gördüm. Türkçeye 've' nin gerekli olmadığını 've' kullanmadan da her şeyin anlatılabileceğini söylüyor, ama 've' yi atmaktan söz etmiyordu. Nazım'ın 've' lerle örülmüş şiirlerini, tıpkı bizler gibi, coşkuyla dinliyordu.
Onun savunduğu şuydu.
Aydın olmayanlar, düzyazının, kitap dilinin etkisinde kalmayanlar, konuşurken 've' kullanmaya gerek duymazlar. Demek ki insanlarımız bu bağlacı kullanmadan her sitediklerini söyleyebiliyorlar.
Bir yazar adayı biçemini geliştirirken yazı dilinin kalıplarına yenik düşmek istemiyorsa, konuşma dilinin renkliliğine, tadına ulaşmaktan bir şey umuyorsa 've ' kullanmadan yazmaya özenmelidir. Bu ona biçem açısından çok şey kazandırabilir.
Ama Nazım şiirlerini 've' lerle örüyormuş...Sen de Nazım ol, istediğini yap.
..Bir süre sonra, Ataç' ı daha yakından izledikten, onunla birtakım tartışmalara girdikten sonra 've' lerimi denetime almanın da ötesine geçerek 've' siz yazmaya başladım. Çevirilerde de denedim bunu. Biçemimin yumuşadığını, kıvraklaştığını, arındığını açık açık izledim."

"Antoloji karşılığı bir ara dilimizde 'güldeste'kullanılırdı. Şİmdi 'seçki' deniyor. Seçkinin daha geniş anlamı var gibi...Gelin, daha kolay anlaşmak için, değişik yazarların yapıtlşarından yapılan seçmelere 'toplu seçkiler', bir yazarın yapıtlarından yapılan seçmelere 'bireysel seçkiler' diyelim."

"Dedikoduya göre, bazı yazarlarımızı sinema sanatçılarının anılarını yazmalarına para karşılığı yardım ediyorlarmış.
Oysa sinema alanında ünlenmiş herkesin doğru dürüst eğitim görmediği bir gerçek. Kim yazar,i ne yazar bilen biliyor, ama bakıyorsunuz, iki sözcüğü yan yana getiremeyecek bir oyuncu, taş gibi bir kitap yazıp kusursuz tümcelerle anılarını anlatmış"


6 Ocak 2021 Çarşamba

Büyük Açlık - John Fante

"Toza Sor" adlı romanıyla tanıdığımız John Fante'nin kısa kısa öykülerinden oluşan bir kitap "Büyük Açlık"

Öyküler kısa ama bir o kadar da karışık. Bir karakter çıkıyor bir anda kim olduğunu anlayamıyorsunuz. Beklenmedik bir şekilde bitiyor ve devam etmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Benim sevdiğim türde öyküler değildi maalesef. Toza Sor'u okumadım ama bu öykü kitabını sevemedim John Fante'nin.


Alıntılarım:

"Ne günler.Yoldaki toza sorun, St.Pauli'deki odamın karafatmalarına sorun, odamın köşesinden çıkan farelere sorun, ne kadar cana yakındı o fareler, konuşurdum onlarla. 'Selam fare, nasılsın bu gece, arkadaşların nerede?' Elbette, insan ve hayvan aşığı, fark gözetmeksizin, dostluklarını kazanmak için besliyorum fareleri, muhteşem bir insan, müşfik bir adam, Thoreau ve Emerson okuru, gelecek vaat eden hoşgörülü büyük yazar, St.Paul'un ışıkları yanıp sönerken ekmek kırıntılarıyla fareleri besliyor, onları sağa sola kaçışmalarını izliyordum, ama fazla samimi olmaya başladıklarında son vermek zorunda kaldım, yatağıma filan çıkıyorlardı, iyi dosttuk onlarla, ama Çinliler gibi çoğalıyorlardı ve odam çok küçüktü."

"Bir deli gibi mi konuşuyorum? Deliliği verin bana öyleyse, o günleri geri getirin. İnsanlığa acıyan birine dair tuhaf bir  roman verin bana.."

"Hazel Clifton, George Clifton'ın kız kardeşi. George Clifton Kaliforniya Balıkçılık Şirketi'nde benim ustabaşım. Hazel'dan ilk kez George bahsetti bana. Onu görmeden çok önce aşık oldum Hazel'a. Böyleyimdir ben. Onlara aşık olduğumdan haberleri bile olmayan kadınlara aşık olurum. Norma Shearer örneğin." (Yağmurda Sırılsıklam adlı öyküden) 

"Bu yüzden bir sürü yalan söyledim sana. Daha da kötülerini söyleyebilirdim. Herkesi,n kadınlar söz konusu olduğunda birkaç yalan atmışlığı vardır herhalde. Yine de, söylediğim yalanlar aslında yalan değillerdi. Anlattıklarım hiçbir zaman gerçekleşmemişti, ama kendimi doğru olduklarına ikna etmiştim ve ben onların doğru olduklarını düşünüyorsam aslında gerçekleşmişlerdir."

"Ben şarabı koyarken şifoniyere yaslanmış sigara içiyordu. Gözlerimi gözlerine diktim. 'Sana Jenny diyebilir miyim?' diye sordum. 'Pastoral bir tadı var adının.'
'Tabi ki' dedi gülümseyerek, çünkü pastoralin anlamını bilmiyordu."

" 'Jenny' dedim. 'Bütün kadınlar embriyon halinde kevaşelerdir. Eğilim çok güçlüdür ve buluğ çağından itibaren bununla tifoyla savaşır gibi savaşmak zorundadırlar."

 "Bu önyargıları bir kenara bırakmalıyız. İnsanın yüreği ırk ya da renk tanımaz."

 " 'Yukarısı' dedi cenneti kastederek, 'neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar verilen yerdir ve orada dostları var Fred Bestoli'nin, burada olmasa da' "

5 Ocak 2021 Salı

Şeytan Rivayetleri - Hüseyin Hatemi

 

Prof.Dr. Hüseyin Hatemi'nin Salman Rushdi'nin "Şeytan Ayetleri" kitabında öne sürülen iddiaları çürütmek amacıyla yazılmış bir kitabı. Kitabı satır satır okumadım açıkçası biraz atlayarak okudum. Bunun sebebi ise konuya kendimi çok adapte edememem ve konunun da çok net açıklanamamış olması. Belki akademik bir kitaptır ve benim seviyemin üzerindedir diye düşünüyorum iyi niyetle. Yine de çürütülmek istenen konunun çok açıklıkla ifade edilememiş olduğunu düşünüyorum.

Ölü Canlar - Gogol

 
En sevdiğim Rus yazarları arasında olan Gogol'un Öü Canlar romanını yıllar önce okumuştum. Tekrar okudum. Ölü Canlar'da diğer tanınmış Rus yazarlarının romanlarında olduğu gibi anlatılan konunun etrafında Rus toplumundan örnekler verilir. Yaşadığı yıllardaki ekonomik, siyasal ve sosyal hayat çok güzel betimlemelerle anlatılır. Rus insanının iyi ve erdemli yanlarından çok, kötü ve eleştirilmesi gereken yanları anlatılır. Gogol'da bunu çok iyi yapanlardan biri. 

Çok güçlü tasvirler var romanda. Gerçi genelde çoğu Rus romancılarda rastlıyoruz buna. "Okuyucular" diye başlayan cümleler kurması ise bence, bir anlamda "okuyucuyla iletişim kurmak" olduğu kadar bir anlamda da "bakın ben de buradayım, romanın içindeyim, benim ağzımdan anlatılıyor roman" mesajı vermektir. Bir de asıl konuya ek anlatılan yan konulardaki gereksiz ayrıntılar dikkat çekiyor romanda.

Romanın konusu ise şöyle, Pavel İvanoviç Çiçikov isimli biri , Rusya'daki son nüfus sayımdan sonra ölmüş olan ama resmiyette hala yaşıyor gibi görünen köleleri, onların sahiplerinden canlıymış gibi satın alarak bunları devlete ipotek etmek, devletten de ipotek karşılığında para almaktır. Esasında Rus halkı ölmüş köleleri sattığının farkındadır; ama yine de Çiçikov onlara para teklif ettiği için seslerini çıkarmamaktadırlar. Böylece devletin dolandırılmasında dolaylı yoldan yardımcı olmaktadırlar.

Alıntılar ise şöyle: "Doğpruyu söylemek gerekirse kitabı okurken altını çizdiğim satırlar olmadı. Bunları kitabı okuyanlardan alıntıladım."

"Çocuklarını terbiye edecek baba önce kendisi görevlerini yerine getiren biri olmalı."

"Hayatımız nedir? Çilelerle, dertlerle dolu bir vadi... Dünya nedir? Bir hissiz insanlar kalabalığı..."

"Bu dünyada teselli bulamazsınız. Siz de görüyorsunuz: Düşmanlıklarla, hainliklerle, insanı baştan çıkaran şeylerle dolu bir dünya bu."

"Hoşuna giden, okuduğu şey değil, okumanın kendisiydi."

"Zorla güzellik olmaz: kimine papazın kendisi hoş gelir, kimine de karısı!"

"İnsanların uğrunda birbirlerini yedikleri her şey bir yana bırakılmadıkça,ruh zenginliğine kıymet verilmedikçe bu dünyada da zengin olunmaz.Beden ruhun yerini tutmaz.Doğru yolu bulmak için ölü canları değil,kendi canlı ruhunuzu düşünerek başka bir yolu:Tanrı yolunu seçin..."

3 Ocak 2021 Pazar

Şahane Hatalar Cumartesi - Lorraine Freeney, Tara MCCarthy

Değişik bir kitap. Okudukça olayların yönünü siz seçiyorsunuz. 20 sayfada da bitebilir, 200 sayfada da. Mutlu bir son olabilir ya da çok farklı.

Bu kitabı okumaya normal bir kitap gibi birinci sayfadan başlayın. İlk bölümün sonunda, önümüze bir yol ayrımı çıkacak. Kararınızı verin ve ilgili bölüme gidin. Her bölümün sonunda seçimlerinizle kaderinizi kontrol etmeye devam edeceksiniz.

Çok bana göre bir kitap olmadı. Seçimlerimle benim kitabım galiba 30 sayfada bitti. Konu olarak da bana hitap etmedi. Belki de siz seversiniz.

Sanatın Gerekliliği - Ernst Fischer

Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği adlı kitabında Christopher
Caudwell, George Thomson ve Gyorgy Lukacs gibi marksist düşünürlerin eleştiri geleneğini sürdürerek benzer sorunlara çağdaş bir yaklaşımla daha büyük bir açıklık kazandırmayı deniyor. Kitapta yer alan 'Sanatın Görevi', 'Sanatın Başlangıcı', 'Sanat ve Kapitalizm', 'Öz ve Biçim', Gerçekliğin Yitirilmesi ve Bulunması' gibi bölümlerde sanatın evrimi başlangıcından günümüze kadar sergilenirken, çeşitli sanatlarla değişik toplum yapıları arasındaki ilişkiler gözden geçiriliyor ve geçmişin daha sağlıklı ve işlevsel sanat yapılarından verilen örneklerle gelecekte sanatların ve sanatçıların topluma nasıl yön verebilecekleri, dünyayı nasıl değiştirebilecekleri gösterilmek isteniyor.

Ben sıkılmadan okudum. Cevat Çapan'ın güzel tercümesi kitabı daha da anlamlandırmış ve kolay okunur olmasını sağlamış. Alıntılarım ise şöyle :

"Sanat insanın dünyayı tanıyıp değiştirebilmesi için gereklidir. ama salt özünde taşıdığı büyü yüzünden de gereklidir sanat."

"Çürüyen bir toplumda, sanat doğru sözlüyse, çürümeyi de yansıtmak zorundadır. Ve toplumsal görevinden kaçmadığı sürece, sanat dünyanın değişebileceğini göstermeli, değişmesine yardım etmelidir."

"Sanat insanı parçalanmış bir durumdan birleşmiş bir bütüne dönüştürebilir. İnsanın gerçekleri anlamasını sağlar, onları dayanılır bir biçime sokmasında insana yardımcı olmakla kalmaz, gerçekleri daha insanca, insanlığa daha layık kılma kararlılığını da arttırır. sanatın kendisi bir toplum gerçeğidir. Sanatçı denen o üstün büyücü gereklidir topluma. toplumsal görevini unutmaması için sanatçıyı uyarmak da toplumun hakkıdır. Gelişen bir toplumda, çürüyen bir toplumun tersine, bu uyarma hakkından kimsenin kuşkusu olmamıştır."

"Çalışarak insan olan insan, doğalı yapaya dönüştürerek hayvanlar dünyasından kurtulan insan, bu yüzden büyücü olan, toplumsal gerçekliği yaratan insan, her zaman gökyüzünden yeryüzüne ateş getiren Prometheus, her zaman müziğiyle doğayı büyüleyen Orpheus olacaktır. İnsanlık ölmedikçe sanat da ölmeyecektir."