Bu Blogda Ara

7 Haziran 2018 Perşembe

Sinestezya - Jeffrey Moore

 Sinestezi, bir ruh bilimi terimidir. Algılamada duyuların birleşmesi ya da bir duyunun başka bir duyuyu algılaması şeklinde açıklanabilir. Sinestezik hastalarda beyin duyduğu sesleri zihinde görsele, gördüğü şeyleri ise seslere dönüştürerek algılanmasını sağlıyor. Kısaca seslerin koklandığı, şekillerin  tadıldığı ve renklerin duyulduğu bir mekanizmadan söz edebiliriz. Örneklersek; Kimi için 'E' harfi yeşildir, bazısına göre 'R'nin tiz bir sesi vardır ya da '5' rakamı sarı renktir, 'Fa' notası çikolata tadındadır, gibi.
    Sinestezi bir hastalık mıdır, yoksa insana verilen bir ayrıcalık mı tartışılır. Ayrıcalık olarak düşünmemizin ana sebebi de hafızalarının çok güçlü olmasıdır. Sinesteziyi bir hastalık değil de bir duyusal algılama hediyesi olarak düşünebiliriz. Çok az sayıda kişi sinesteziktir ve çoğu sanatla uğraşır. Tanınan sinesteziklerin bazıları, Franz List, Rimsky-Korsakov, Baudelaire, Rimbaud, Proust, Nobakov' dur. 
          Kitabımızda da sinesteziklerin hayatı dünya çapında bir bilim adamının (Dr. Emile Vorta) notlarına ve onunla birlikte çalışan dört sinesteziğin günlüklerine dayanarak yapılmış bir anlatım var. Başkahraman Noel Burun gibi görünse de Norval, JJ ve Stella kitapta anlatım konusu olmuş günlükleri okunan kişiler orak göze çarpıyor. Özellikle son kısıma doğru Norval' la ilgili bölüm çok ilginç geldi bana. Kitap sıkmaya mı başladı derken Norval' la ilgili bölüm kitabı hızlandırmaya yetti. Uzun olması dışında sizi sıkacak bir roman değil. İlginç bir konu ve aynı zamanda da  bilimsel bazı gerçeklikleri ve kuramları anlatması açısından da değişik bir konu. 

Bazı cümlelerin altını çizmişim tabi ki:

Çünkü Noel ne zaman bir ses duysa ya da bir sözcük okusa, zihninde işaret ya da harita işlevi gören, bir duyguyu, bir ruh halini, bir ses tonunu, hatta sözcükleri -ve hatta son otuz yıl içindeki tüm olayları- en küçük ayrıntısına kadar hatırlamasını sağlayan çok renkli şekiller oluşuyordu."

"Tebrikler dedi Dr. Vorta, yirmi binde bir karşılaşılan bir vaka. Bazen lanetli olduğunu düşünsen de Tanrı sana sinestezi adı verilen kompleks bir duyarlılık bahşetmiş."

"Bilim adamları insanın doğasından bahsedebilir, ancak kilit vurduğumuz kalbimizdeki duyguları sadece şairler özgürlüğüne kavuşturabilir."

" Mantığın esiri olma,yoksa asla bir şey icat edemezsiniz,asla büyük bir bilim adamı olamazsın. Sürekli Akıl ve mantık peşinde koşmak da bir çesit deliliktir..."

"Gerçekten aradığımız şey, kendimizi birine verme özgürlüğüdür. Manyakçasına kendimize tutunmamızı engelleme,kendimizi yalnızca ve kibirle kendi çıkarımız için yaşadığımız hapishaneden kurtarma özgürlüğü. Bence kilitli kalbimizdeki hazine budur..."

"Merak ediyorum da, acaba Alois Alzheimer, ismi sadece unutkanlık hastalığıyla hatırlandığı için mezarında dönüp duruyor mudur?"

"Noel'in altı yada yedi yaşındayken, "Gelecek, ulaşabilmek için sabırsızlandığım bir şey," dediğini hatırlıyorum (cümlenin içindeki kara mizahı fark edip gülmüştüm). Şimdi ben tam tersini hissediyorum: Gelecek, ulaşabilmek için hiç acele etmediğim bir şey. Gelecek, artık eskiden gelmesini beklediğim şey değil."

4 Haziran 2018 Pazartesi

Kirmanımdaki Çan Sesleri - Fatma Yazıcı

Kirmanımdaki Çan Sesleri ; arkadaşım Fatma Yazıcı' nin şiir kitabı. Bu kitap aynı zamanda onun ilk kitabı. Katıldığım imza gününde söylediğine bakılırsa devamı da gelecek gibi. Yine şiir kitabı mı yoksa başka bir tür yazmayı mı deneyecek bilmiyorum. Ama daha onlarca kitaba yetecek  birikim kendisinde kesinlikle var. Bloğumda ilk kez bir şiir kitabı incelemesi yazıyorum. Özellikle de şairin kendisinin ricası üzerine. Çünkü eksikliklerini görmek istediğini, bu işin profesyoneli olmadığını, eleştirilere açık olduğunu söylediği için rahatım. Öncelikle kitabın isminde geçen "Kirman" nedir? derseniz,  kirman, elde yün eğirmeye yarayan araçtır. Kitabın kapağında gördüğümüz de bir kirmandır. Fatma Yazıcı'nın imza gününde yerel kıyafetli bir teyzemiz, elinde kirman, nasıl kullanıldığını ziyaretçilere göstererek güzel bir görsel ve nostaljik bir görüntü sergiledi. Fatma Yazıcı bu ayrıntıyı güzel düşünmüş ve akılda kalıcılığı sağlamış. 

Kitap bir şiir kitabı. İçinde, aşk var, dostluk var, sevgi var, geçmişe özlem var. Okuyup bitirdiğimde ilk aklıma gelen kitabın adının "Eylül" olması gerektiğiydi. Bu düşünmeme sebep olan ise şiirlerde bolca geçen Eylül'dü. Kitapta  bulunan 93 tane şiirin 11 tanesinde Eylül geçiyor, hatta üç tanesinin de adı Eylül. Vardır elbet şairin kendine göre bir nedeni. Şiirlerin bazılarını inanılmaz sevdim. Bazılarının birkaç dizesini sevdim, bazıları da beni çok çekmedi. Şiir okuyanına, yazanına, hissedenine göre değişir. Aynı şiirden iki farklı kişi farklı anlamlar çıkarabilir. Bir bakarsınız ki şair ikisinden de farklı bir duyguyla yazmıştır. Tartışılabilir. Ancak tartışılmayacak bir konu dilbilgisi hatalarıdır. Yaralı şiirinde geçen "Demlikde" değil "demlikte", Baskın şiirinde geçen "kim vur duya" değil "kim vurduya" ve "Sılogan" değil "Slogan" olmalıydı. Tabi  bunlar baskı hatasından kaynaklı yanlışlar olabilir. Tekrara düşülen kısımlar hatta  cümleler var, Gelme şiirinde "sesinin altını kısarım" Vakti Geldi şiirinde "sesinin altını kısıp" cümleleri iki ayrı şiirde yinelenerek sözün güzelliğinin değerini düşürmüş gibi. Bir de üç nokta ve  noktalı virgül işaretleri yerli yersiz çok fazla kullanılmış gibi geldi bana. Neyse bu kadar hata kadı kızında da olur. Güzel şiirleri arasında benim favorim "Gülme" isimli şiiri.
Gülme
"Yüreğimin başı dönmüş...
Öyle ulu orta gülme,
Gamzene takılıp da
Düşerim yüreğine"  

Diğer şiirlerden çok beğendiğim kısımlar var:

"Ben şimdi seni koklasam;
Nefesimi vermeye kıyamam ki..."


"Aklımdan başka yerde rahat edemezsin"

"Öyle sığdın ki içime,
Kimseye yer bırakmadın..."

"Ya kirpiklerine darağacı kurup asmalıyım kendimi;"



"Dilek ağacı neylesin bez parçasını

Asırlardır yüreğimde sen bağlı..."

"Ömrüme iliklediğim düğmem ol"


"Dostun bağı olur bozumu asla"

"Özlenenler geri gelmeyecek ,

Ve benim yüreğim, 
Bir daha böyle güzel sevmeyecek..."

"Gülüşünün tohumu olsa keşke, 
Eksem asık suratlara." 

 Bir de kitabın sonunda güzel sözler var; "Sızılı hikayelere mayınlı yollar eşlik eder", "Kaderimsin deyip kaderime terk ettim kendimi" "Tatlı bir sözüne gönlünü verir tuzlu yüreğim" bunlardan bazıları.

Güzel kitap, güzel şiirler, güzel insan. Devamının bekliyoruz. Eylül' de mi? Ne zaman?


2 Haziran 2018 Cumartesi

Asi Ruhlar - Halil Cibran

Halil Cibran kitaplarını çok seviyorum, çok şey öğreniyorum. Daha önce de çok kitabını okudum. Her kitabı ayrı bir güzellikte. Bu kitabı da öyle. Kitapta Verde El-Hani,Mezarlığın Çığlığı, Düğün Şöleni, Günahkar Halil  kitaptaki hikayeler. Tabi ki aşk öyküleri. Aşka karşı olanlara bir direniş. Asi ruhların öyküleri. Halil Cibran'ın 25 yaşında yazdığı öyküler. Arap dünyasında kadına bakış açısı ve geleneğin, yasanın, dinin önüne geçen aşkı yaşayan, her şeye rağmen aşkına sahip çıkan kadınlar. Kitaptan güzel altı çizilesi cümleler, hatta paragraflar var, yalnız bütün altını çizdiğim cümleler  Verde El-Hani öyküsünden:

"Kan dökmek yasaktır. Öyleyse kan dökmeyi yasa haline koyucu için uygun gören kim? Başkasının malını çalmak suçtur.Peki, canları çalmayı erdem olarak kabul eden kim? Kadının sadakatsızlığı zinadır. Fakat insanları taşlamayı erdem haline getiren kim??"

"Ey Ruhum! Senin payına düşen, mezarın ıssız karanlığıdır; bu yüzden dikme ışığa gözünü!"

"Genç bir kadına büyük bir aşkla tutulup, ömrünün geri kalanını birlikte geçirebilmek arzusuyla onu kendisine hayat arkadaşı olarak seçen, yüreğinin saflığını ve alnının terini ayakları altına seren, tüm zenginliğini onun avuçlarına bırakan ve daha sonra kalbini kazanabilmek adına her şeyini gözünü kırpmadan verdiği kadının yüreğinin başka biri için attığına şahit olan, o başkasının onun yüreğinin derinliklerindeki gizeme dokunarak mutlu olduğunu gören adam çok bahtsız bir adamdır..."

"Sevginin nuru daha kalbine vurmamış olan, Allah'ın göksel iksirini erkeğin gözünden kadının yüreğine akıtıp ruhunu doyuramayan, gençliğinin toyluğundan daha yeni gözlerini açtığında kendisini pahalı mücevherler, takılar ve giysilerle donatan bir adamın yanında bulan kadın çok bahtsız bir kadındır."

"Kendisine yakın hissettiği bir arkadaşını kaybeden insan çevresindeki diğer arkadaşlarını görür, içi rahatlar ve teselli eder kendini. Malını mülkünü kaybeden insan daha önce nasıl kazandığını düşünür, kaybettiklerini tekrar elde edebilme yolunu bulur, geçmişi unutur. Ancak yüreğinin zenginliğini yitiren insan tekrar nasıl kavuşur ona, nasıl avutur kendin? Ölümün sana varlığını hissettirdiği anlarda üzülürsün, sarsılırsın. Ancak kısa bir süre sonra hayatın dokunuşlarını yüreğinde hisseder ve tekrar mutluluğa kavuşursun tekrar...Ancak hayatta kaderine yazılmış olan sevgili, yüreğinin tohumlarıyla beslenip bakışlarını içen, göğsünün kafesinde oturup ruhunda barınan  bir kuşsa ve eğer sen kuşunun tüylerini yavaşça okşayıp ona bakmaktayken birden ellerinin arasından kaçıp, yalnızca başka bir kafese ait olabilmek amacıyla, göğe yükselirse , işte o zaman ne yaparsın, sevgili dostum? Nasıl sabreder, nereden bulursun teselliyi, yaşamayı artık nasıl düşünürsün?"

"Işığıyla ozanlara ilham veren ay, aynı ay değil mi gelgitlerle suların sükunetini alt üst eden?"

"Aşk yüreklerimizi meydana getiren bir güçtür, yüreklerimiz  onu yaratamaz."

"Yaşamın hakikatlerinin hiçliğini idrak etmiş olup da sonsuzluktan gelip tekrar oraya dönecek olanlar; ruhu, cennet tarafından sevmesi istenen erkekle, yasaların arzusu olan kocası arasında kalan kadının çektiği acıyı anlayamazlar."

"Ama artık saf ve temizim, çünkü aşkın yasası beni özgür kıldı. Ekmek için vücudumu, giysi için günlerimi satmaktan vazgeçtiğimden beri artık güvenilir ve iyiyim. Evet insanlar için erdemli eş iken aslında bir fahişeydim. Oysa bugün temiz ve onurlu olduğum halde, fahişe ve pis olduğumu düşünüyorlar, çünkü ruhları kendi bedenleriyle yargılıyor, maddenin ölçülerine göre değerlendirmeye kalkıyorlar."

"Aralarına almak istemiyorlar beni artık, ancak bu durumdan memnunum, çünkü kalabalığın arasından sürülenler, yanlışlığa ve baskıya isyan eden ruhlardır. Sürgün edilmeyi köleliğe tercih etmeyenlerin özgürlüğü aslında özgürlük değildir."

"Şarkımı söyleyeceğim, öykümü anlatacağım, ama insanlar kulaklarını kapatıp duymayacaklar, çünkü kendi ruhlarının isyan etmesinden ve toplumlarının sallanıp başlarına yıkılmasından korkuyorlar."

"Ölüm, gelip beni şimdi alsa ruhum tahtın önünde korkmadan, titremeden, aksine sevinçle, umutla dimdik çıkacak ve Yüce Yargı önünde, örtüleri düştüğünde gizli düşüncelerimin kar kadar beyaz oldukları çıkacak ortaya. Çünkü Allah' ın kendinden ayırmış olduğu ruhumun arzuları dışında bir şey yapmadım."

"Ömrümde ilk defa mutluluğu gördüm, geleneğin kınadığı ve yasanın reddettiği bir adamla bir kadının arasında dikilmiş duruyordu."

"Eğer biri kendini toplumdan ve yasadan ayırırsa insanlar onun ve onun gibilerin bir asi ve aralarından kovulmayı hak eden kötü biri olduğunu söylerler; düşmüş, kirli ve sadece ölüme yakışır biri...İnsan sonsuza kadar kendi koyduğu yasanın kölesi olarak mı kalmalı, yoksa Ruh adına Ruh'u yaşamak için günlerini özgürleştirmeli mi? Yere bakmaya devam mı etmeli, yoksa dikenlerin ve kafataslarının üstüne düşen gölgesini görmesin diye gözleriyle güneşe mi bakmalı?"

Milena' ya Mektuplar - Franz Kafka

Franz Kafka' nın daha önce dönüşüm kitabını okumuştum. Bu defa okumaya başladığım kitabı "Milena'ya Mektuplar" Dönüşüm' den çok farklı bir tarz. Bir aşk mektupları kitabı. Ancak sadece Kafka'nın Milena' ya yazdığı mektuplar var. Milena'nın Kafka' ya yazdığı mektuplar olmadığı için bunları okuyamıyoruz. Böyle olunca da tek taraflı, karşılığında ne yazıldığını ve tekrar Kafka tarafından Milena' ya verilen cevabın nedenini anlayamadığım mektuplar konuya tam adapte olmamama sebep oldu. Kitabın konusu ise şöyle: Franz Kafka  Prag' da tanıştığı gazeteci Milena Jesenska' dan öykülerini Çekçe' ye çevirmesini ister. Bu istek ikili arasındaki ilişkilerin başlangıcıdır. Ancak Milena evli Kafka ise nişanlıdır. Mektuplarla anlatılan bir aşk romanı. Kitap incelemesi yapan sitelerde çokca kitaptan alıntılar var. Ben nedense çok cümlenin altını çizememişim. Kitaptan altını çizdiğim yerler ise şöyle;

"Ayrıca, seni çok sevdiğimi söylediğim zaman bu aşk anlamına gelmiyor olabilir, sen kalbime giren bir bıçaksın ve ben bu bıçağı daha da derine saplıyorum, işte asıl aşk bu."

"Bildiğin gibi değil Milena...Kadınlığın önemli değil !Sen beni

m için el değmemiş bir kızsın, senin senin gbi apak biriyle karşılaşmadım ki! Böylesine arınmış birine el uzatmak için yürek ister. Benim elim kirli, titrek, kararsız. Kimi zaman pençeyi andıran bu terli, bu soğuk eli nasıl uzatırım sana? "
"Güzel bir yorgunluktan sonra derin bir uykuya dalmışsın...Yoksul bir yataktayız, sağdan sola dönüyorsun ağır ağır, dudaklarımdan yana..."

"Farklı iklimin çiçekleriyiz, seni yaşatan yağmur beni öldürüyor."

"Benim hiçbir şeyim yok, adım bile yok. Onu bile sana verdim. Bu yüzden bir çeşit bağımsızlığım var sana karşı. Bağımlılık sınır tanımaz da ondan. "Ya hep, ya hiç" sözü, büyük bir söz! Ya benimsin, ya değilsin. Benimsen, sorun yok, her şey iyi demektir, ama değilsen, yitirirsem seni kötü olmaz. O zaman hiçbir şey olmaz, o zaman hiçbir şey yok demektir...
Ne kıskançlık kalır, ne üzüntü, ne sıkışma, hiç, hiçbir şey..."


"Mektubu zarfa koymuşken çıkardım, burada küçücük bir yer vardı. Bana bir kez daha -her zaman değil, istemem de her zaman- ama bir kez daha 'sen' de."

"Kalbimin derinliklerinde sen varken herşeye katlanabilirim."

"Yaşamın suları bu kadar çamurluyken hangi düşünceyle, onu bu gibi şeylerle daha da kirletelim."

"Her şeye rağmen bazen öyle bir inançla doluyorum ki mutluluktan ölünebilse, herhalde ben ölürdüm. Diğer yandan ölümüne karar verilen biri, mutluluktan hayatta kalabilirse, o kişi ben olmalıydım."






25 Nisan 2018 Çarşamba

Yılkı Atı- Abbas SAYAR


Yılkı Atı, Yaşar Kemal romanları tarzında güzel bir roman olmuş. Doru kısrağın gözünden anlatılıyor olaylar. Güzel bir at olan doru atın, kendisini çok seven sahibinin onu yerel geleneklere uyarak yılkıya bırakması sonucu kışın zor şartları altında sahipsiz, çaresiz, aç ve ne yapacağını bilemeden, yaşadığı duruma anlam veremeyerek ve arkasında tayını bırakarak geçirdiği günler, diğer atlarla birlikte yaşadıkları, bir kısrağa gönül verişi, at sürüsüne saldıran kurtlara karşı mücadeleleri, sevdiği kısrağın ölümü, daha sonra bir köye sığınması ve kendisine sahip çıkılması sonrasında yaz geldiğinde yine eski yuvasına dönüşü ve tayını eski sahibinin elinden kaçırarak özgürlüğe bu kez kendi isteğiyle dörtnala koşuşu. Akıcı bir anlatımla anlatılmış romanda.

Yılkı, tabiatta serbest dolaşan yabani atlar anlamındadır aslında. Ancak yılkı bizdeki anlamıyla at, eşek gibi yük taşımakta kullanılan hayvanların kışın beslenme masraflarından kurtulmak isteyen sahipleri tarafından doğaya bırakılması olayına verilen addır. Kış sonunda ise eğer at hayatta kalmışsa tekrar sahiplenir bu hayvanlartı açıkgöz köylüler. Hayvan bilmez sahibinin kendisini neden salıverdiğini, hayvan masumiyetiyle yine döner yuvasına, kışın geçirdiği kötü günleri, açlığını unutarak.


Tuhaf bir gelenek yılkı. Tabi ki bunun da temelinde maddi imkansızlıklar var. Ama ne olursa olsun yapılmaması gereken bir davranış. Nasıl evladını veren Allah rızkını da verir diye inanıyorsan, O Allah senin ekmek kapın olan atın da rızkını mutlaka verecektir.

Çok beğendiğim bu romandan  sözler;

-İyi bir gavurluktur tokluk, kini azaltır, hoşgörürlüğü arttırır.
-Allah acı bir tokat olmalı, her kim kötü bir amel peşinde indrimeli şamarı.
-İki türlü yılkı atı olur. Hatta üç türlü. İki türlüsü can yongası, bir türlüsü gözden çıkmışı, hesaptan düşülmüşü, defterden silinmişi...
-Her işin ivazsız olanı güzeldir. Huzur ve mutluluk ivazsızlıktan doğar.
-Tanrı ahiretimizi kara yazmasın. 
güzel bir dua olarak kaldı aklımda.

Nasıl Bir Türkiye- İlker BAŞBUĞ


Efendi ve kibar duruşuyla alıştığımız asker modellemesine uymayan komutanın düşünceleri ile de alışıldık asker kafasının dışında olduğunu gördüğümüz kitabıdır.
Açık, doğrudan ve korkusuzca konuşuyor. 6-7 Eylül olayları Türkiye'ye nasıl zarar verdi? ABD, Türk Ordusuna bir ders verilmesine hangi olaydan sonra karar verdi?-Çuval Olayı Türk Ordusunda neden bir travmadır?-Türkiye ile ABD hangi olayda çatışma noktasına geldi?-Balyoz Davası sürecinde Hükümet ve MİT'le yapılan görüşmeler? -Hangi yanlışlar yapıldı? Başbuğ hangi tavrı konusunda üzgün?-Hükümet-Cemaat ilişkisi buraya nasıl geldi?-Cemaat, İlker Başbuğ'u hangi olaydan sonra hedefe koydu?-Silivri günleri nasıl geçti? Neye sevindi, neye üzüldü?-Özgürlüğüne kavuştuğunda hangi Genelkurmay Başkanı ona moral verdi?-12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde yapılanlar neden yanlıştı?-Kürt kökenli vatandaşlara yapılanlar Türkiye'ye nasıl zarar verdi?-Kürtçenin yasaklanmasını neden yanlıştı? -ABD "Kürt Açılımı"nda TSK'yı neden hedefe koydu?-12 Eylül sola büyük darbe vurunca, bundan en çok hangi siyasi örgütler yarar sağladı? -Bugün din dersi nasıl ele alınmalıdır ve "Zorunlu Din Dersi" uygulaması neden yanlıştır?-Şike komplosu neden düzenlendi? Amaç Fenerbahçe'yi ele geçirmek miydi? -Gezi olaylarını nasıl değerlendirmeli, bu konuda kim hangi yanlışı yaptı? -Atatürk 1920'lerde muhtariyet (özerklik) konusunu neden gündeme getirdi?-Terör neden bitmiyor ve hangi yanlışlar yapılıyor?-IŞİD nasıl ortaya çıktı, arkasında kimler var?-Irak ve Suriye'nin bölünmesinin Türkiye'ye faturası ne olur? -21. yüzyılın ulus devletleri hangi temelde yükselmeli? -İlker Başbuğ siyasi, ahlaki ve kültürel olarak "Nasıl Bir Türkiye" arzuluyor?-Türkiye'nin kuruluş felsefesi ve Atatürk'ün bugünkü önemi nedir?-Türkiye'yi bekleyen tehlikeler ve fırsatlar nelerdir?-Türkiye, sorunlarını nasıl ve hangi yöntemlerle çözmelidir? -Asker-sivil, devlet-yurttaş ilişkisi nasıl olmalıdır?-Atatürk ve Cumhuriyet Devrimlerinin bugünkü anlamı nedir? sorularının karşılıkları bu kitapta anlatılmış. Ayrıca özel hayatı ve çocukluğu, gençliği ve okul yıllarına ait anılar da var.


Kitabın sonunda  ise "Nasıl Bir Türkiye?" şu şekilde tanımlanmış.
Cevap net ve kısadır diyor.
Ulus devlet, üniter devlet yapısına sıkı sıkıya sarılmış; laiklik ilkesini tam özümsemiş, dine saygılı, ancak dinin ve din duygularının siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfus sağlamak amacıyla kullanılmadığı, insanların dindar ve dindar olmayanlar ayrımına tabi tutulmadığı, ahlaki erdemliliğe sahip vatandaşların oluşturduğu bir Türkiye.
Nasıl Bir Türkiye?;
Kuvvetler ayrılığına tam saygı gösterilen, hukuk devletinin değil hukukun üstün olduğu; temel hak ve özgürlüklerin çoğunluğa karşı da güvence altına alındığı ve her şeyin herkese açık olmasını sağlayacak fırsat eşitliğine imkan tanıyan bir demokrasinin olduğu bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
Vatandaşlarının refah ve saadetini hedefleyen, sosyal adaletin gerçekleştiği ve okullarında temel eğitimin laiklik prensibine bağlı olarak ve en geniş şekilde verildiği bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
Toplumun her bireyinin "Ankara'da hakimler var" düşüncesine yürekten inanacağı ve hukukun üstünlüğünün bütün uygulamalarına tanıklık edeceği bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
"Yaşamın tüm alanlarında; devletin yapısı ve uygulamalarında, fikir hayatında ve ekonomide çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaya çalışan,
Birbirini empati yaparak anlamaya çalışan,
Devamlı farklılıklarını öne çıkararak yapay ayrılıklar yaratılmasına çalışmayan,
Ülkü birliği (güvenli, huzurlu, ekonomik olarak güçlü ve saygın bir ülke olma) ortak paydasında birleşen bir Türkiye"

15 Nisan 2018 Pazar

Şiirin Gizli Tarihi - Refik Durbaş

          Şiirin Gizli Tarihi, Refik Durbaş' ın şairlerimizin hayatlarından kesitler, anekdotlar ve hatıralara yer verdiği gazete köşesinde yazdığı yazılarından derlenmiş güzel bir kitap. Sıkmadan kısa kısa bölümlerle anı ve araştırma şeklinde anlatılara yer verilmiş. 
Kitap;  Bir zamanlardı bu gamhanede bir dem vardı, Ağlamayın ölmeyecekler, Şiiri aşka düşürenler, Rakı şişesi, balık ve şair, Kelime şiiri resmetmeye borçlu ise, İnsanın şair hali, Şiirin gör dediği, Şiirsel materyalizm ve Gündelik hayatın aguşunda şiir gibi bölümlerden oluşuyor.
Kitapta Orhan Veli, Sait Faik, Orhan Akbal, Yahya Kemal, Edip Cansever, Feti Naci, Nazım Hikmet, İlhan Berk, Can Yücel, Salah Birsel, Ece Ayhan, Melih Cevdet Anday ve daha birçok  şairin ilginç özelliklerinden, şiiri yalnızca yazarken değil hayatlarında da yaşadıkları, şairliğin ruhunu hayat felsefelerine de yansıttıklarını görüyoruz.
Şair bu kitabın meydana gelme sürecini de şöyle özetliyor Cumhuriyet Gazetesi internet sayfasındaki bir ropörtajında; 
          Elli yıla yaklaşan bir edebiyat ve gazetecilik hayatım var. Bu hayat, elbet bir birikimin de harcını oluşturdu. Çalıştığım gazetelerde ara sıra bu tür yazılar yazıyordum. Hatta Tarık Dursun K. “Bu tür yazıların gazete sayfalarında sararıp solacak, onları ileride bir kitapta toplayacak gibi yaz” derdi.


2011’de Sabah gazetesinden atılıp BirGün’de yazmaya başlayınca bu öneri geldi aklıma. Ayrıca BirGün dahil bütün yazılı basında edebiyat yazan kalmamış gibiydi, herkes politika yazıyordu. Bugün de öyle… Oysa gazeteciliğe başladığım yıllarda gazetelerde mutlaka birkaç şair, yazar bulunurdu. Gazetelerde sanat-edebiyat sayfaları yer alırdı. Politik yazılar yanında edebiyat yazıları az da olsa mekân bulunca dikkat çeker oldu. Yazılar çoğaldıkça okurlardan da olumlu tepkiler aldı. Birkaç yayınevi bu yazıları kitap olarak basmak istedi. Bu sırada sevgili arkadaşım Cem Erciyes, Doğan Kitap’ın başına geçmişti. İnternetten bu yazıları indirmiş, “Bunları basalım” dedi ve kitap süreci başladı. Yukarıda da değindiğim gibi amaç, şairin hayatının şiire dahil olduğunu araştırmaktı diye özetlenebilir. Konuşmanın tamamı için: 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/640137/Refik_Durbas_tan__Siirin_Gizli_Tarihi_.html
            Kitaptan küçük bir alıntı olmazsa olmaz:
            Orhan Veli ile Sait Faik'in işi gücü yoktur. Can sıkıntısından Eftalikus Kahvesinde oturup her gün birer Cumhuriyet Gazetesi alarak bulmazalarını çözerler. Bulmacayı kim önce bitirirse ötekine rakı ısmarlayacaktır. Fakat Orhan Veli her gün Sait Faik'i yenmektedir.
             Sonunda Sait Faik isyan bayrağını çeker. "Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı bana ısmarlatıyorsun*" der demez Orhan Veli sakin biçimde yanıtlar:
             "Çünkü Cumhuriyet'in bulmacalarını ben hazırlıyorum."