1950'li, 60'lı yıllarda, ege ve güney illerimizin cennet köşeleri yeni yeni keşfedilirken, bir grup Türk aydını, tarih, coğrafya, edebiyat coşkusu ile yurt gezilerine çıkmışlardı. Sabahattin Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı gibi edebiyatımıza damgalarını vurmuş bu aydınlar, mavi yolculuk gezilerini, yaşadıkları kentlere döndüklerinde, sanatsal ve düşünsel üretime dönüştürmüşlerdi. Mavi Yolculuk, bu gezileri aksatmadan sürdüren Azra Erhat'ın unutulmaz kitaplarından biridir.
Bence Türk klasikleri arasında sayılabilecek kitaplardandır Mavi Yolculuk. Dönemin yani 1960 ve 70' li yılların fotoğrafını çeken bir anlatıdır. O dönemin yokluk zamanlarında kısıtlı imkanlarla yapılan bu yolculuk aynı zamanda ege ve güney kentlerini, oralardaki tarihi mekanların tarihinin de anlatıldığı bir gezi kitabıdır da.
İlk Mavi yolculukta Kuşadasından Samim Kocagöz'ün ayarladığı Macera adlı tekneyle Gökova, Datça,Kuşadası, Didim, Bodrum, Kaş, 1962'deki yolculukta ise Çanakkale, Edremit, Ayvalık, Akçay, Bozcaada, İmroz anlatılıyor.
1960' lara 70' lere baktığımızda bazı şeylerin ne kadar değiştiğini bazı şeylerin de o yıllardan farkı olmadığını anlamış oluyoruz aslında.
Kitaptan alıntıladığım cümleler de var:
"İnsanlar bu yoksul kıyıları mı seçmişler yerleşmek için, yoksa bu koylar insanlar oraya yerleştikten sonra mı yoksullaşmış, ağacını sürüsünü, insana asıl çıkarı sağlayacak verimini yitirmiş? Gökova'da ormanların yer yer yakıldığını görünce, ikinci şık daha akla yakın geliyordu. Güzelliği korumak, böylece doğanın bütün verilerinden gereğince faydalanmak bir bilgi, bir kültür işidir. Günlük ekmek kaygısı içinde bunalan köylüden bunu beklemek yersiz olur."
"-Nereye gidiyoruz?
-Didyma Tapınağına.
-İlkçağ'dan kalma kutsal yol bu mu?
-Hayır, o Panormos'a, yani Kovela'ya çıkar. O yolun iki kıyısında mermerden aslanlar dikiliymiş, Didyma'da Apollon'un bilicileri vardı ya, bilicilere fal baktırmaya gidenler kutsal yolu yaya yürürlermiş."
"Batı uygarlığının kaynağı Anadolu'dadır, en değerli kalıntıları bizdedir. Bu gerçeği dünyaya yaymak, kafalara yerleştirmek için gösterdiğimiz çabalar yersizdir. Kendimiz yeterince bilmiyor, ilgilenmiyor, uğraşmıyoruz ki başkalarına anlatalım. Didyma'dan faydalanmadıkça, turizmden dem vurmaya dilimiz varmamalı."
"Hipokrat'ın şu sözü dillere destandır: "Hayat kısa, meslek uzun, fırsat kaçıcı, deney aldatıcı, karar güç!"
" 'Gün gelecek bizler artık Bodrum'a uğramak istemeyeceğiz, mavi yolculuk teknesine binmek için bile olsa, yozlaşmış bu kente ayak basmaktan çekineceğiz' demişti Sabahattin Eyüboğlu 1968 sularında"
Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
15 Aralık 2019 Pazar
9 Aralık 2019 Pazartesi
Kumru ile Kumru - Tahsin Yücel
Keyifli bir romandı sıkılmadan okuduğum. Gündelikçi Kumru'nun basit ama içi anlamlarla dolu romanı. Eşya için yaşayan eşya için çalışan ve en sonunda ona sahip olunca hevesini kaybeden Kumru ve ailesinin romanı.
Eşyanın insanı nasıl etkisi altına aldığını akıcı bir dille anlatmış Tahsin Yücel. Buzdolabıyla başlayan, televizyon ve araba ile devam eden, eşyalara yüklenen anlamların altında ezilmeye başlayan insanoğlu, Kumru ve ailesinin hayatıyla can bulmuş. Tekrarlar sıkmadı mı sıktı. Kitabın akıcılığı bunu örtmeye yetti.
Kafa yormadan okunacak ve dersler çıkartılacak bir roman. Ancak bu derslere ihtiyacı olanlar bu romanları okuyor mu esas mesele de o galiba.
Güzel romandan güzel sözler:
"Çok eskiden neden kitap okuduğunu sorduğunda,Tuna hanımdan aldığı yanıtı anımsadı: ''Olduğum yerden başka yerde olmak için."
“Siz gülün bakalım,” dedi. “Güle oynaya cahil kalın.”
“Ne olursa olsun, o günden sonra, şu yaşamda en çok sevdiği ve en kolay ulaşabildiği şeylerden birini: uykusunu yitirdi...”
"Bu memlekette başımıza ne geliyorsa, gerekli yerde, gerekli adama, gerekli rüşveti vermesini bilmemekten geliyor.'
-Ama rüşvet kötü bir şey değil mi İsmail abi?
+Kötü bir şey Pehlivan, çok kötü bir şey, ama böyle oldu bu işler: namuslu olmanın yolu da namussuzluktan geçiyor, suç bizde değil..."
"Kuş adı koymayacaklardı sana....."
“Öyle anlaşılıyordu ki ,
insanların kollarını ahtapotlarınki gibi çoğaltan bu evdeki elektronik eşyalar aynı zamanda ahtapotlar gibi yerlerine mıhlıyordu onları.”
“Elinde bir uzaktan kumanda bulunsun istiyor, herkes gibi.
Alacak uzaktan kumandayı eline, dünyalara kumanda ettiğini düşünecek, gerçekte uzaktan kumandanın ona kumanda ettiğini,
kendisinin uzaktan kumandaya çalıştığını hiçbir zaman bilemeyecek, herkes gibi.”
"Geçen gün Mürüvet Hanımın televizyonunda adamlar ve kadınlar bağrışıyor, altlarından da askerler gibi yazılar geçiyordu, şaşırdım, kaldım. Ben duran yazıları bile okuyamıyorum, bu insanlar yürüyen yazıları nasıl okuyorlar ki?"
"Düşmanın büyükse malından, küçükse canından kork..."
"Ama aklı mutfaktaki buzdolabındaydı. Yerli yersiz mutfağa giderek onun önünde durup incitmekten korkar gibi yüzeyini okşuyor, yumuşak bir bezle bir daha, bir daha ovuyor, yüreği çarpa çarpa kapısını açarak ilk kez görüyormuş gibi merakla içine bakıyor, lambasını yakmayı hiç unutmaması karşısında bir kez daha hayran kalıyordu."
Eşyanın insanı nasıl etkisi altına aldığını akıcı bir dille anlatmış Tahsin Yücel. Buzdolabıyla başlayan, televizyon ve araba ile devam eden, eşyalara yüklenen anlamların altında ezilmeye başlayan insanoğlu, Kumru ve ailesinin hayatıyla can bulmuş. Tekrarlar sıkmadı mı sıktı. Kitabın akıcılığı bunu örtmeye yetti.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlJiolwaHQwR6qYOLkDxBsv9I-YrMlCKzn2AEx-mKe5SWFpRW7M6dN3-nbJsC7-_YoectdjFuoSfTzu4kbROjmWuEh7JCADb-_py0GnDpEn71etBYHEuArvusnuZxdAwD-aSUNSXgNC0w/s400/0000000170762-1.jpg)
Güzel romandan güzel sözler:
"Çok eskiden neden kitap okuduğunu sorduğunda,Tuna hanımdan aldığı yanıtı anımsadı: ''Olduğum yerden başka yerde olmak için."
“Siz gülün bakalım,” dedi. “Güle oynaya cahil kalın.”
“Ne olursa olsun, o günden sonra, şu yaşamda en çok sevdiği ve en kolay ulaşabildiği şeylerden birini: uykusunu yitirdi...”
"Bu memlekette başımıza ne geliyorsa, gerekli yerde, gerekli adama, gerekli rüşveti vermesini bilmemekten geliyor.'
-Ama rüşvet kötü bir şey değil mi İsmail abi?
+Kötü bir şey Pehlivan, çok kötü bir şey, ama böyle oldu bu işler: namuslu olmanın yolu da namussuzluktan geçiyor, suç bizde değil..."
"Kuş adı koymayacaklardı sana....."
“Öyle anlaşılıyordu ki ,
insanların kollarını ahtapotlarınki gibi çoğaltan bu evdeki elektronik eşyalar aynı zamanda ahtapotlar gibi yerlerine mıhlıyordu onları.”
“Elinde bir uzaktan kumanda bulunsun istiyor, herkes gibi.
Alacak uzaktan kumandayı eline, dünyalara kumanda ettiğini düşünecek, gerçekte uzaktan kumandanın ona kumanda ettiğini,
kendisinin uzaktan kumandaya çalıştığını hiçbir zaman bilemeyecek, herkes gibi.”
"Geçen gün Mürüvet Hanımın televizyonunda adamlar ve kadınlar bağrışıyor, altlarından da askerler gibi yazılar geçiyordu, şaşırdım, kaldım. Ben duran yazıları bile okuyamıyorum, bu insanlar yürüyen yazıları nasıl okuyorlar ki?"
"Düşmanın büyükse malından, küçükse canından kork..."
"Ama aklı mutfaktaki buzdolabındaydı. Yerli yersiz mutfağa giderek onun önünde durup incitmekten korkar gibi yüzeyini okşuyor, yumuşak bir bezle bir daha, bir daha ovuyor, yüreği çarpa çarpa kapısını açarak ilk kez görüyormuş gibi merakla içine bakıyor, lambasını yakmayı hiç unutmaması karşısında bir kez daha hayran kalıyordu."
7 Aralık 2019 Cumartesi
Mrs.Dalloway - Virginia Woolf
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixn78sT6Z4nteFr0nwk534rXaJaKdiNkleYOxqhZoME20Ra-bXYXd05_fNhdH2IQXaufhW3E5yh7CGk929PN65SLPioXJsrwv6oAFieVk7M2uHfiRJZjBY9feTzitQLf5Yt1vkxUbtYsE/s400/0001745484001-1.jpg)
"Güneş hala yakıcıydı. Buna rağmen insan her şeyin üstesinden gelebiliyordu. Yaşam, hala günleri birbirine eklemek için kendince bir yol buluyordu."
"Gereken doğruları çekip çıkarması çok acı vericiydi. O kadar derindeydiler ve bunları anlatmak o kadar zordu ki.. Ama tüm dünya bunlar sayesinde sonsuza kadar değişecekti."
"Gökyüzünde kırlangıçlar savruluyor, ileri geri gidiyor, dönüp duruyor, sanki bir ip onları tutuyormuş gibi hep kontrollü hareket ediyorlardı; ve sinekler de yükselip, alçalıyordu: güneş alay edercesine bir o yaprağa bir bu yaprağa vuruyordu. Yumuşacık altın rengi tonlarıyla göz kamaştırıyordu; ve ara sıra bir çan sesi (bir korna da olabilirdi) otların saplarında kutsal bir edayla titreşiyordu; tüm bunlar, sakin ve makuldü. Sıradan şeylerden meydana gelseler de artık gerçek buydu; artık gerçeklik güzellikti. Güzellik her yerdeydi."
Kanayan - Erdal Öz
Cem Yayınevi' nin 1979 baskısıydı okuduğum.
Erdal Öz bu romanıyla 1975 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazanmış. Kitapta yer alan öyküler 12 Mart'la gelen sıkıyönetimli dönemin en ağır en güç dönemlerinde yazılmış.
Erdal Öz, bu kitaptaki öykülerinin birkaç tanesini 12 Mart döneminde Mamak Askeri Cezaevindeyken yazmış, cezaevinden bir yolunu bulup göndermiş.
Taş, Ernesto, Kurt, Güvercin, Sığırcıklar ve Kanayan kitaptaki öyküler. Hepsi birbirinden güzel ve dokunaklı. İçinde acı var hüzün var, duygular var.
Kitaptan güzel sözler:
"Kitaplardan çıktı oğlum. Sanırım en büyük yanılgısı da bu oldu; kendi kanını boşalttı da o kitaplarda dolaşan kanı aldı damarlarına sanki."
"Duygulanmamak gerektiğini geç de olsa anlamıştı. Bu dört duvar arasında en büyük düşmanın duygu olduğunu çok iyi biliyordu artık; ama onsuz, duygusuz kalmayı başaramamıştı hala."
"akşamüstüler yüklü bir hüzünle geliyordu, geliyor ve yapayalnız koyuyordu insanı."
"Gözleri açıktı şimdi Ernesto'nun. Bütün acı çekenlere, bütün zulüm görenlere , gelecek güzel günler adına gülümsüyor gibiydi Ernesto."
"Bütün o kitaplarda yazılanlar , sanki kendi düşünceleriydi; oğlum kitaplar gibi konuşuyordu. Ama o zamanlar bile bütün bildiklerinin kitaplardan edinilmiş şeyler olduğunu anlıyordum. Kitaplardan çıktı benim oğlum. Sanırım en büyük yanılgısı da bu oldu; kendi kanını boşalttı da o kitaplarda dolaşan kanı aldı damarlarına sanki."
"Garip bir boşluk, büyük bir iç çekiş vardı koğuşta. Tek kıpırtı, tek ayak sesi, tek öksürük yoktu. Görevliler de bir yere ilişmiş olmalıydılar. Çekilen büyük bir azı dişinin ağızda bıraktığı o kocaman, alışılmadık boşluğunu yaşıyordu koğuş sessizce. Ağrıyan dişten kurtulmuş olmanın bilinçsiz rahatlığı da vardı bu yadırgayışta."
Güzel kitap, okumak lazım.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg12FOQ6kkpCmR1tP61EUrqWBpep04l7XIZsR20VNUAIQsH2uiHOyCpuZALEkzVh95bOVH_bY4QLLi6LzawnS3UQGgWkd-ZmNqUk_YGl2bB3xCYUBXS0ZiPQ343gxc8R1tiVvK5CasOa_c/s400/332663_13c4c_1563554614.jpg)
Erdal Öz, bu kitaptaki öykülerinin birkaç tanesini 12 Mart döneminde Mamak Askeri Cezaevindeyken yazmış, cezaevinden bir yolunu bulup göndermiş.
Taş, Ernesto, Kurt, Güvercin, Sığırcıklar ve Kanayan kitaptaki öyküler. Hepsi birbirinden güzel ve dokunaklı. İçinde acı var hüzün var, duygular var.
Kitaptan güzel sözler:
"Kitaplardan çıktı oğlum. Sanırım en büyük yanılgısı da bu oldu; kendi kanını boşalttı da o kitaplarda dolaşan kanı aldı damarlarına sanki."
"Duygulanmamak gerektiğini geç de olsa anlamıştı. Bu dört duvar arasında en büyük düşmanın duygu olduğunu çok iyi biliyordu artık; ama onsuz, duygusuz kalmayı başaramamıştı hala."
"akşamüstüler yüklü bir hüzünle geliyordu, geliyor ve yapayalnız koyuyordu insanı."
"Gözleri açıktı şimdi Ernesto'nun. Bütün acı çekenlere, bütün zulüm görenlere , gelecek güzel günler adına gülümsüyor gibiydi Ernesto."
"Bütün o kitaplarda yazılanlar , sanki kendi düşünceleriydi; oğlum kitaplar gibi konuşuyordu. Ama o zamanlar bile bütün bildiklerinin kitaplardan edinilmiş şeyler olduğunu anlıyordum. Kitaplardan çıktı benim oğlum. Sanırım en büyük yanılgısı da bu oldu; kendi kanını boşalttı da o kitaplarda dolaşan kanı aldı damarlarına sanki."
"Garip bir boşluk, büyük bir iç çekiş vardı koğuşta. Tek kıpırtı, tek ayak sesi, tek öksürük yoktu. Görevliler de bir yere ilişmiş olmalıydılar. Çekilen büyük bir azı dişinin ağızda bıraktığı o kocaman, alışılmadık boşluğunu yaşıyordu koğuş sessizce. Ağrıyan dişten kurtulmuş olmanın bilinçsiz rahatlığı da vardı bu yadırgayışta."
Güzel kitap, okumak lazım.
2 Aralık 2019 Pazartesi
Gergedan "Büyük Küfür Kitabı" - Mine Söğüt
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjW1pSd8xIlZQI_H0r2YJECPfsozRgJJAHYjWiZPd3zq7z_cBehbWTHenajafM43ZOcjwd_lBCdkBbgYpsarhjmlo9iRfLRW7qLc8Ic8q-2VSFT0tniJqwiTcBe2udXye7ucdCiFwDlNUw/s400/0001795077001-1.jpg)
İlk okuduğum Mine Söğüt kitabı. Kitapta anlatılanların anlatım şeklinin değişik oluşu mu yoksa olayların kasvetli oluşu mu beni sıktı bilmiyorum ama kitapta beni rahatsız eden ve bir an önce bitmesini beklediğim zamanlar odu. Bu kitabı sevmediğimden değil, gerek Bahadır Baruter tarafından çizilen illüstrasyonlar gerekse konuların sevimsizliği nedeni ile olabilir. Kitap her ne kadar güzel şeyler anlatmasa da bunlar hayatın gerçekleri ve bunlarla yüzleşmek de bizi sıkıyor olabilir.
Güzel sözler var kitapta:
“Tanrı insani altı günde yarattı. yedinci günde utandı.”
"Korku nedir, artık hiç bilmiyorum. Bildiğim tek şey.. Bu hayat bir ada... Hayırsız bir ada. Bizi ta ne zaman atmışlar bu adaya. Birbirimizi yiyoruz iştahla."
"Ben bir şeyler gördüm. ama savaş mıydı o gördüklerim, emin değilim. Ben bir şeyler öldüm. ama ölüm müydü o öldüklerim, ondan da emin değilim."
"Öyle kolay pes etmez küfrü duasından büyük olanlar."
"Ölümden sonrasını bilmediğimin farkındayım. ama doğumdan öncesini de bilmediğimin farkında değilim. O yüzdendir hayata dair bitmek bilmez histerim."
8 Ekim 2019 Salı
Doktor Moreau'nun Adası - H.G. Wells
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6i6NI6BGhUWmgvupjsIoQ-2GeVC832FwVtbecGOgZTA-WgRtdHAVvF9yFDNj-Q5PB1IUMkeya95SSq1e96K_cgtYsxQvO8UFmi4Dv3eLTv4f6gY6X5nLr-klPQp8bEmrXfZJMwlcj-_o/s400/0001712733001-1.jpg)
Roman, yazıldığı dönem büyük sansasyonlara yol açmış, özellikle Avrupa ve Amerika'da çok ilgi çekmiş ve hayvanlar üzerinde deneyler yapılmaması konusunda ciddi tartışmalar ve hatta siyasal çalışmalar başlatmıştır.
Doktor Monreau'nun ada halkına, dönüşmüş yaratıklara koyduğu kurallar ve yasaklar ile kendine adeta bir tanrıymış gibi göstermesi ise başına ne işler açacak bu güzel bilim kurguyu sıkılmadan okuyun görün.
Kitaptan akılda kalan bazı cümleler de var:
"İnsan dostlarıma bakıyorum. Ve korkuya kapılıyorum. Bazıları capcanlı, hayat dolu, bazıları donuk, tehlikeli, bazıları kaypak, içtenliksiz yüzler görüyorum."
Bizi hayvandan çok insan kılan her ne ise, teselliyi ve umudu, sanırım, insanların gündelik kaygıları, günahları ve dertlerinde değil; maddenin uçsuz bucaksız, sonsuz yasalarında aramalı."
"Sanki dünyadaki bütün acılar bu çığlıkta ses bulmuş gibiydi."
"Galiba var olan her şey rengini içinde bulunduğumuz ortamın ortalama renk tonundan alıyor."
İthal Edilmiş Korkular Ülkesi - Candaş Tolga Işık
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh3hMR21j-bkwQReoyqjJnvl7rf0HHJ6Xiif1eqvsGk7iV39gGYPHNihJ2i17F0FuVY48OGBXQ8I3bkagachBCHwz9seBtBartPog8C3uBD2DZo2idOIyupAEiIikXgldP-5COXGty2QGU/s400/0000000445115-1.jpg)
Kitap, yazarın 2009-2013 yılları arasında Posta Gazetesinde yayınlanan yazılarından oluşuyor. Kalın bir kitap. 554 sayfa kadar. Zaten ilk 60 sayfasında yazar hakkında çeşitli gazeteci ve yazarların düşünceleri kaleme alınmış ve sanki biraz kitapta buna ayrılan sayfalar abartılmış gibi geldi bana. Açık söylemek gerekirse yakın tarihlerde yazılan köşe yazılarından oluşan kitapları okumayı çok sevmiyorum. En son 2012 yılında yayınlanmış yazılardan 2013 yılında kitap yapmak da ne bileyim tuhaf geldi bana. Gazete yazılarından oluşan bir kitap olduğunu ve içeriğini görsem alır mıydım? Bilmiyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)