Bu Blogda Ara

1 Ekim 2020 Perşembe

Komünist - Vedat Türkali

 Vedat Türkali'nin çocukluğunu, aile ortamını, arkadaşlarını, üniversiteye giriş sürecini, gizli TKP'yi arayışlarını ve Merih Hanım ile seksen yıl sürecek yol arkadaşlıklarının önemli kavşaklarını içeren bu otobiyografik kitap '51 tevkifatına kadarki süreci kapsıyor. Komünist, dönemin siyasi, kültürel atmosferinde, Samsun'un Kökçüoğlu Mahallesi'nde başlayan bir yaşamın Komünist bireye evrilişinin aşamalarını yakın çevresi ile birlikte anlatıyor. Komünist, bir yola çıkış hikayesi.

İşçi sınıfı ile köylü emekçiler,sömürüye karşı elele vererek burjuva iktidarını yıkıp “inkılap”ı yaptılar mı çözülmeyecek hiçbir sorun yoktu!

Kitap rüzgar olmalı, perdeyi kaldırmalıdır. (Nazım'dan alıntı)

"Şiir yazmaya başlamam Lise 2’de oldu sanırım. Gazi Kitaplığı’na uğrayanlardan, Çırakman köyü öğretmeni Sefer Aytekin’le yakın arkadaşlığımızın kurulması da bu yıllar başladı. Hacıbektaşlı, ilerici, uyanık, çok okuyan, dergileri izleyen, şiirler, öyküler yazan bir köy öğretmeniydi Sefer. Yeni evliydi. Kaynanasının Çiftlik yöresindeki evine iç güveyisi olmuştu. Dört-beş yaş kadar büyüktü benden. Alevi-Bektaşi kökenli, köycülüğü ağır basan bir devrimciydi! Hoca islamın şartını sormuş, “ikidir” demiş köylü; “Köylüler çalışır, şehirliler yer!”

“Kapitalist,kendisinin asılacağı ipi satan adamdır”sözü boşuna söylenmemiş!Gönüllü gönülsüz,satmak zorundadır o ipi.

Suç olmayan ne var bu ülkede ? Niye yıllardır cezaevinde Nazım ? Şiir yazdığından mı ? Komünist olduğundan. Ozanlığı ile komünistliğini nasıl ayırırsın Nazım'ın ?

"Bu yoksullar, güç durumda kalmış birinin tarlasına imece çalışmaya gidiyorlar; güçleri ölçüsünde birbirlerine ödünç araç gereç, sıkışanlara elleri yettiğince, faizsiz, senetsiz-sepetsiz borç, küçük paralar veriyorlar; ramazan ayı yaklaşırken değişik evlerde toplanan kadınlar, haftalar boyu birlikte çalışarak her evin gereksinimi kadar yuka (yufka) yapıyorlar, ramazanlarda yemek, belirli kutsal günlerde kardıkları helvayı birbirlerine gönderiyorlar; doğumunda, düğününde, ölümünde, hastalığında, bayram günlerinde dertlerini, acılarını, mutluluklarını birbirleriyle paylaşıyorlardı. İslamda var olan, fitre, zekat, sadaka, eskilerde beyt-ül mal-i müslimin kurumlarının koşullandırdığı bir yaşam biçimiydi bu. Yabanıl kapitalizmin, bugün bizde, yerine bir şey koymadan çiğnemeğe zorladığı bu Müslümanca dayanışmalı yardımlaşmalar, ileri kapitalist ülkelerde sosyal demokrat uygulamalarla karşılanan insanlık gereksinimidir. Bizde, sosyal demokrat geçinen partiler halka hiçbir şey vermedikleri için, kimi dinci partilerin halkça benimsenmesinde, salt dinsel inançlara bağlılıktan çok, halkın bu geleneksel dayanışma duygularını, mahallelerde kimi gösterişli yardımlarla ustaca sömürmeleri etken olmuştur. Büyük kuramcı kasıntısıyla islam kaynaklı özelliklerin sınıflar arası çatışmayı gevşetip halkın bilincini körelterek toplumu gerilettiği yargısına varırken o ilişkilerdeki bu insancıl yanın görülüp doğru değerlendirilmesi gerektiği de düşünülmelidir. Emekçi halk, yaşamındaki somut olaylara bakar. Okulda öğrettikleri “ölçü devrimi” nden evde övgüyle söz ederken terslemişti babam. Bin iki yüz elli gram olan okka, bin gram olan kiloya dönmüştü, ama fiyatlar değişmemiş, mallara zam gelmişti bir tür! Neresi iyiydi bunun?"

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde - Mahir Ünsal Eriş

Ondört kısa öyküden oluşan bir Mahir Ünsal Eriş kitabı.
Bu adamın kitaplarını seviyorum. Konuşuyor gibi yazıyor, akıcı ve kendinizden bir şeyler bulacağınız konuların içine dalıveriyorsunuz. Okuru anlattığı öykünün içine çekiyor. Sanki kendi hayatını anlatıyor. Hikayeler genelde duygusal. Aşk var, utanmak var. Sizi zaman makinesine bindiriyor yazar, seksenlere götürüyor. Belki de öykünün kahramanlarından biri olmanızı istiyor.

Alıntılara gelince:

" 'Ölmüş dediler Serkan için' diyor bakkal. 'Ateşlenmiş gece, apar topar götürmüşler. Hastanede ölmüş.' Ne kolay söylüyor.

Merdivenlerinden iniyorum bakkalın. Aynı patikadan evin yoluna düşüyorum. Karnımın içinde bir şeyler kaynıyor sanki, asitli bir şeyler. Arasında koşuştuğumuz ekinler gibi yarılıyor içim. Ölmek ne bilmiyorum. Merak da etmedim hiç. Yani iyi kötü bir fikrim var aslında, tam olarak ayrıntısını bilmiyorum. Tatil gibi bir şey sanıyorum onu, taşınmak gibi, kesin bir şey. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum. yine de fakat. Bu kadar ani olmasına, böyle habersizce kaçar gibi olmasına üzülüyorum sonra, bozuluyorum biraz.. Çağırsaydı ben de giderdim belki."

"Hiç olmasa ölmeseydi, gitmeseydi, babalık etseydi. Dursaydı, baba denecek biri olsaydı evin içinde. Ama gitti işte, ölüverdi adam, adına bile dillerini döndüremedikleri bir Bulgar kasabası girişinde. Gitmesinde sorun yok, asıl sorun bir daha gelmeyecek olmasında."

"Daha küllüğe yeni bastım sigaramı. zıvanası kokuyor acı acı. Nerden aklıma geldiğini buldum Bilye Hikmet'in de. Sahi, gerçekten de, cennette de aşık olacak mıyız? Orada da kıskanacak mıyız sevdiğimizi ölesiye, öldüresiye. Cennette olabilecek miyiz sevdiğimizle, aramıza ayrılık girmeden? İstememek olmasın orda bari, bırakıp gitmek olmasın hiç olmazsa. Gönül kapıları açık olsun, çalmadan girilsin içeri."

"Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyebilecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer."

“Ama seviyordum onu. Yani galiba seviyordum, sanırım sevmek böyle bir şeydi. Hiç yanımdan gitmesin istemekti..”

”Maalesef, diye başladı söze. Maalesef, beyaz bir kağıdın tam ortasına damlayan kocaman bir mürekkep lekesi gibi düştü içime. Sanki iki göğsümün ortasında bir yer, içine sıcak su dökülmüş çay bardağı gibi patladı, kırıkları ciğerlerime battı sanki..”

"İnsanların kederli olmayı çok sevdiği yıllar. Her şeye sinmiş bir Maltepe sigarası kokusu, bir ucuzluk, bir pazardan alınmışlık, bir muşambalık.."

"Kimi sevsem, hep beklemekle geçiyor vaktimin büyük çoğunluğu..."

"Ben annesine üzülüyor sanmıştım baştan, değilmiş, o hep öyleymiş, üzgünmüş hep. İnsan üzülmekten yorulmaz mı?"

"Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer."

28 Eylül 2020 Pazartesi

Bütün Öyküler - Samim Kocagöz

1939 yılında yazdığı öykülerle edebiyat dünyasına giren Sökeli yazar Samim Kocagöz'ün Ege öykülerini yerel ağız ve adetlerle harmanladığı öykülerinden oluşan 1993 basımı kitabı "Bütün Öyküler"

Bu kitapta yazarın Tellikavak, Sığınak, Sam Amca, Cihan Şoförü, Ahmet'in Kuzuları, Yolun Üstündeki Kaya ve Yağmurdaki Kız adlı öykü kitapları bir araya getirilmiş.  Hepsi küçük küçük öykülerden oluşuyor. Öykü yazarlığı denince ilk akla gelen Samim Kocagöz'ün öyküleri yabancı dillere de çevrilmiştir.

Kitaptan akılda kalan alıntılarda şöyle:

"Buralarda adettir; büyük toprak sahipleri, köylüye topraktan başka tohum, bütün yıl yetecek ürün alıncaya dek dayanma _yiyecek, içecek, tarlaya bakım masrafı- verir; buna karşılık köylü de, bir çift öküzü ile tarlada çalışır, sürebildiği denli toprak sürer, ürün kalkınca kazanca ortak olurdu."

"İnsan bir gün olsun mesela, oh şu yaprak ne kadar yeşil, ne kadar güzel... diye düşünemez. Rahatça düşünmek fırsatını bulduğu an, çok uzun sürmez. Kendi içinin yeşilinin sarardığı hemen aklına gelir."

" 'Ne de olsa kötü ölüm bu..' diye mırıldandı, 'çamurlara yuvarlanıp batmak; çıkmayı denedikçe batmak çıkamamak...Düşmanlarına karşı kendini koruyamamak...En sonunda gözlerin baka baka düşmanına kendi yedirmek...Hem de kime? Çakal gibi ciğeri beş para etmez korkak bir düşmana! Tuh! Allah belasını versin...Bombok bir iş bunu...Kırk yıldır ben de böyle battım ya...Başkalarının tarlalarında çalışmaktan ben de bıktım, Koca Öküz de...Hayvancağız benden akıllı, benden cesur çıktı...Vazgeçti fukara dünyasından...' "

" 'Ben şiir yazacağım: öyle şiir ki, hep birlikte yaşamak mutluluğundan söz etsin!' diyordu."

"Dünya yüzünde dikili tek bir ağacın yok. Bir karış toprak sahibi değilsin...Neye yaşayacaksın sanki...At kendini Menderes'e!"

"Siz de eşeğe binmeden bacaklarınızı sallıyorsunuz' Ortalıkta toprak yok be!..."

27 Eylül 2020 Pazar

Çalınmış Hasat - Vandana Shiva

Dünyaca ünlü ekolojist, araştırmacı ve aktivist Vandana Shiva, DTÖ ve uluslararası tekellerin dünya tarımına egemen olmaya çalıştığı günümüzde, küresel nüfusun yüzde 70'ini teşkil eden küçük çiftçi ve yerel cemaatlerin yaşamsal sorunlarını, endüstriyel tarım uygulamalarını nedeniyle uğradıkları muazzam kayıpları kendi ülkesi Hindistan ve Asya tarımına ait örneklerle anlatıyor.

Genetiği değiştirilmiş organizmaları yaşam üzerindeki patentler, deli danalar ve endüstriyel su kültürleri üzerine çeşitli bölümler içeren bu kitap, gen mühendisliği ve ticari tarım hakkındaki tartışmalar için geniş bir perspektif sağlayan zengin ve özenle seçilmiş veriler sunuyor.

"Bu kitap, küresel şirketlerin gıda ve tarım sistemlerini yok edişinin olduğu kadar buna karşı direnen halk hareketlerinin de bir hikayesidir." diyor Çalınmış Hasat kitabının yazarı Hindistan'lı Vandana Shiva. 1987'de 'Dag Hammarskjöld Vakfı' nda düzenlenen 'Yaşamın Kanunları' adlı bir biyoteknoloji toplantısından sonra attığı ilk adımın Navdanya Hareketini başlatmak olduğunu söylüyor. Navdanya, tohumları saklamayı, biyoçeşitliliği korumayı, tohum ve tarımı tekellerin denetiminden kurtarmayı amaçlayan bir harekettir.

Soner Yalçın'ın Kara Kutu ve Saklı Seçilmişler adlı kitapalrında anlatılanlarla bu kitaptakiler genel anlamda paralellik gösteriyor.

"Çiftçi için tohum yalnızca gelecekteki bitkiler ve gıda için bir kaynak değildir; kültür ve tarih de tohum içinde saklıdır. Tohum gıda zincirinin ilk halkasıdır. Tohum gıda güvenliğinin nihai sembolüdür."

"Pamuk gibi ticari ürünlerin üretiminin artması, temel gıda üretiminin azalmasına, temel gıda fiyatlarının yükselmesine ve yoksulların gıda tüketiminin düşmesine neden olur."

"Sığırların çiftlik sistemlerindeki bu çok çeşitli fonksiyonları Hindistan'da kutsal inek metaforuyla korunmuştur. Hükümet kuruluşları pek çok Hintli için kabul edilemez olan inek kesimlerini 'bufalo eti' diyerek kurnazca saklamaktadır."

"Isho Upanishad ayrıca şunları da söyler:

'Kendi doymak bilmeyen ihtiyaçlarını karşılamak için doğanın kaynaklarını aşırı kullanan bencil bir insan, hırsızdan başka bir şey değildir; çünkü bir kişinin kendi ihtiyaçlarının ötesinde kaynak kullanması, başkalarının hakkı olan kaynakların kullanılmasına yol açacaktır.' " 

"Ekolojik dünya görüşüne göre ihtiyacımız olandan fazlasını tükettiğimiz veya doğayı açgözlü bir şekilde sömürdüğümüz zaman hırsızlık yapmış oluruz. Büyük tarım şirketlerinin yaşam karşıtı görüşlerine göreyse doğayı yenilemek ve korumak hırsızlıktır. Bu dünya görüşünde bolluğun yerine kıtlık, doğurganlığın yerine kısırlık hakimdir. Doğanın soyulmasını bir pazar mecburiyeti addeder ve bu soygunu verimlilik ve üretkenlik hesaplarının arkasına saklar."

"Tohum saklama ve biyoçeşitlilik hakkımızı yeniden kazanmalıyız. Beslenme ve gıda güvenliği hakkımızı yeniden kazanmalıyız. Büyük şirketlerin doğaya ve yoksul insanlara karşı yürüttüğü bu soygunu durdurmalıyız. Gıda demokrasisis, demokrasi ve insan haklarının yeni gündemidir. Ekolojik sürdürülebilirlik ve toplumsal adaletin yeni gündemi gıda demokrasisidir."

"Hindistan'da inek Lakshmi, yani zenginlik tanrıçasıdır. İnek dışkısına da Kalshmi gibi tapınılır; çünkü organik gübre olarak dünya veriminin yenilenmesinin kaynağıdır. İnek kutsaldır, çünkü tarımsal bir medeniyetin sürdürülebilirliğin tam kalbinde yer alır. Bir tanrıça ve kainat olarak inek ilgi, şefkat, sürdürülebilirlik ve adaleti sembolize eder."

"Fakat daha fazla hayvansal protein tüketiminin yaşam kalitesini ya da zeka seviyesini artıracağı doğru değildir. Aslına bakılacak olursa, yaşam kalitesini gerçekten artırmak isteyen insanların vejetaryenliği tercih etme eğiliminde oldukları görülür."

"Hayvancılık endüstrisi ineklerin et ve süt üretimini onları yoğun, protein değeri yüksel yem konsantreleriyle besleyerek yükselmiştir. bu uygun bir diyet değildir; çünkü ineklerin kaba yeme ihtiyaçları vardır. Hayvancılık endüstrisinin bu ihtiyacı karşılamak için geliştirdiği yöntemlerden biri ineklere plastik bulaşık süngeri yutturmaktır. Bunlar işkembede yaşam boyunca kalırlar."

"Bir kilogram kümes hayvanı eti üretmek için iki kilogram, bir kilogram domuz eti üretmek için dört kilogram, bir kilogram dana eti üretmek için sekiz kilogram tane tahıl gereklidir."

"Hindistan' da kaplumbağa kutsal kabul edilir. Yaradılış tanrısı ve koruyucu Vişnu'nun on tezahüründen biridir. Satapatha Brahmana şöyle söyler: 'Kaplumbağa kılığına giren doğum tanrısı döl verdi. Tüm yaradılışı meydana getirdi ve kaplumbağa Kurma adını aldı.' "

 "Üçüncü Dünya çiftçileri tohum ektiklerinde 'Bu tohum daim olsun' diye dua ederler. Monsanto ve USDA ise sanki bunun aksine 'tohum sonlansın ki bizim karlarımız ve tekelimiz daim olsun' demektedir."

24 Eylül 2020 Perşembe

Buruk Dünya - Orhon Murat Arıburnu

Bu kitapta Orhon Murat Arıburnu'nun 1936-1982 yılları arasında yazmış olduğu şiirlerden seçmeler yer alıyor. Şairin insan sevgisini, özgürlük tutkusunu, memleketine bağlılığını, sönmez umudunu sergileyen çarpıcı, şaşırtıcı şiirler.

Bunlar içerisinde aklınızda yer etmiş olabileceğini düşündüğüm şiirler de var.  Bir tanesi şöyle:

"Lalelim

Lalelide oturur

Laleli, lale olur lalelimden

Laleliden geçilir

Lalelimden geçilmez!"

Kitabın başında, "Kapıyı Açmak" adlı giriş yazısında da şöyle diyor şair:

"İnsanlar sevgisiz, insanlar onursuz, insanlar ezilmiş, buruk, çaresiz bırakılmasın. Çağ dışına kayılmasın. Güzel emek, kutsal emek sevilsin, sevdirilsin.. Eğriler eğitilsin..Doğruya gerçeğe saygı duyulsun.. Özgürlük horlanmasın. Toplum durdurulmasın. kokuşmasın. Aksın."

Sevdiğim birkaç şiirini de şöyle sıralayayım:


İstediği kadar
Su alsın kunduram
Gemi değilim
Batmayacağım

Tutsunlar cehenneme
atsınlar beni
İnadım inat
Yanmayacağım

Vursunlar belime
Kahrolsun vücudum
Yıllarca kahırdan beter olmuşum
Ölmeyeceğim

İstediği kadar
Dönsün bu dünya
Yaşadım
Yaşıyorum
Yaşayacağım

Salıncak
Salıncaklar kurulur şehrimize
Çocuklar için

Salıncaklar kurulur üçer ayaklı
Mahkumlar için

Birinde
Neşe sallanır bayram günleri
Birinde sessizlik,
Seher vakti!

Diyet
Bir üzerinde çürütürsün
Bir içerinde
Ne biçim dünyasın böyle
Bir yudum suyundan içtikse...

Gelmezsin ki...
Senin için neler yaparım neler
Kaşına gözüne ümitler
Dudaklarına ışıklar sürerim
Saçlarına çiçekler takarım
Seni gönlümce süsler, gözlerim

Kaf dağının ardındaki Hürriyetim
sevgilim, edepsizim, şirretim
Senin için nelerimden geçmem
Hele bir gelsen
Gelmezsin ki!..

23 Eylül 2020 Çarşamba

Ve Çeliğe Su Verildi - Ostrovski

Sadece büyük bir Sovyet yazarı değil, aynı zamanda kör, sakat ve felçli kalıncaya kadar kararlı bir devrim savaşçısı olan Nikolay Ostrovski, bütün dünya devrimcilerinin ellerinden düşürmediği  bu romanında, dört yıl bir iç savaşı ve bu savaş boyunca çekilen insanüstü acıları ve çağımızın en büyük devriminin kökleşmesine yol açan akıl almaz fedakarlıkları, kendi trajik macerasının aynasından duru bir destan havası içinde yansıtmaktadır. (Arka kapaktan)
1972 baskısını okuduğum kitapta yazar, Ekim devrimi sürecini ve sonrasını Pavel Korçagin etrafında gelişen olayları yalın bir dille anlatıyor. Aslına bakarsanız romanın başkahramanı Pavel yazarın ta kendisidir. Çeliğe su verildi ismi bile bir anlam taşır devrimin gelişimi bakımından. Çelik nasıl su verilerek sertleşmişse, işçi sınıfı da o şekilde devrimle sertleşmiş güç kazanmıştır. sosyalizm üzerine roman okumak isterseniz bu kitaptan başlayın. Bu kitapta inanç var, azim var, fedakarlık var.                      

 Alıntıladıklarım:

"Tonya, bir işçiyi sevme cüretini gösteren sen, aynı işçinin idealini de sevme cüretini neden gösteremeyecekmişsin?"

"Bir an gelir ki bile bile ve sabırla yürümek gerekir ölümün üzerine. Ama hakikatin, senin peşinde olduğunu bilmek şartıyla!.."

"Paha biçilmez bu insanlara. İşte görüyor musun, çeliğin nasıl ve nerede sertleştiğini."

"İşte, bizim mutlu bir hayat için umudumuz, kurtuluş çaresi, emekçinin emekçiye kardeş olmasıdır."

"En değerli şey hayattır insan için. Bir kere verilir insana hayat... Ve insan, hiçbir utanç ve teessüfe yer bırakmayacak, sinsilik ve pislik dolu bir geçmişten dolayı yüzü kızarmayacak ve ölürken de olanca gücünü dünyanın en asil amacına, insanlığın kurtuluş mücadelesine hasrettiğini söyleyebilecek şekilde yaşamak zorundadır."

"Daha dün hayatla ödenen "yoldaş" kelimesi şimdi adımda bir duyuluyordu. Anlatılmaz bir heyecan uyandıran kelime: "yoldaş" "

"Bir an gelir ki, bile bile ve sabırla yürümek gerekir ölümün üzerine.."

18 Eylül 2020 Cuma

Buzdan Kılıçlar - Latife Tekin

Beni sarmayan bir Latife Tekin kitabı. İnanın ki konusunu bile anlamakta zorluk çektim. Bir kitabın kolay kolay bitmesini beklemem ama bunun bir an önce bitmesini çok istedim. 
Edebiyathaber.net internet sitesinden kitapla ilgili şunları alıntıladım:
"Büyülü Gerçekçilik akımının Türk Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcisi Latife Tekin, diğer romanlarında olduğu gibi Buzdan Kılıçlar’da da üç kardeş Halilhan, Hazmi ve Mesut Suntariler ile onların aileleri ve Halilhan’ın en yakın arkadaşı Gogi’nin yaşam hikâyeleri ile buluşturuyor okuyucuyu. Onlar, varoşların “pılık pırtık adamları”. Onlar, her gün karşılaştığımız, hem yaşamlarımızın kıyısında hem de hep uzak sandığımız “pılık pırtık adamlar”. Latife Tekin’in özgün dili, klasik roman dilinden farklı, alıştığımızın ötesindeki direnişin ve itirazın dili bu romanında da karşımıza yoksulluğun dili olarak çıkıyor, Tekin “pılık pırtık adamlar”ın dünyasını yine onların dili ile anlatıyor. O dünyayı ötekileştirmeyen, indirgemediği gibi yüceltmeyen, “olduğu gibi”liği ile okuyucuya ulaştıran bir dil ile.

“Yoksulların yüzyıllardır dünyaya karşı kalkan olarak kullandıkları serap, başkalarının hayatıdır.”

Bu yüzden Halilhan Sunteriler, yaşamı Volvo’su ile anlamlandırır. Volvo’su ile dertleşir, sıkıntılarını ondan gelen ilhamla çözmeye çalışır, kadınları onunla etkiler, içini ona döker.

“’Leri şarupdiende tisika cemi’ deriz bizler eşyalarımıza. Yani ‘yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita’.”

"Romanın ismi gibidir “pılık pırtık adamlar”ın yaşamı. Buzdan kılıçlarla yaşamaya çalışırlar, savaşırlar. Halilhan Sunteriler de buzdan kılıçları ile, yaşamın sunduğu hayal kırıklıklarına, dışlanmışlıklara, yüz çevirmelere, kent insanın küçük görmelerine, Volvo’sunun aldığı darbelere bile, hepsine karşı durabilir, ama en yakın dostu Gogi’nin de bir gün ona yüz çevireceği gerçeği ile yüzleşmek en zorudur. Özendiği zenginlerin dilinden devşirdiği kelimeler ile felsefe yapar kitap boyunca… Kimisine güleriz, kimisi düşündürür…"

“Şimdi, dostu tarafından harcanmamak için dua etmekten başka yapacak şey aklına gelmiyordu. İnsanlar, dünya üstünde defalarca beraberlikleri açısından böyle hassas noktalara gelmişler, ama dostluk denen kutsal yaşantının mahkemesi hala kurulmamıştı. Halilhan bu konuda hesap soracak bir merci tanımıyordu. Duymamıştı. Yaşayıp çekilenler, dostluğun muhasebesini, herhalde kesin kurallar saptayamadıklarından tamamen vicdana bırakmışlardı.

Bunda yazık olan yön şuydu: Arkadaşlığın şekline göre ruh bir akış yapıyor, dışardan bakan bir kimse bu akıştaki gizli unsurları göremiyordu. Bu ebedi körlüğün insanı ölümüne buruklaştırdığı, başkalarına katiyen anlatılmamaktaydı. Aynı zamanda herkesin ortaklaşa, tatsız kaderiydi bu.”

Latife Tekin 2002’de Varlık Dergisi’nde Buzdan Kılıçlar için şöyle demiş:

“Buzdan Kılıçlar’ı yoksulların, kendilerini küçümseyici bakışlarla süzen insanlara keşfedilmedik bir bilinçle numara yaptıkları düşüncesiyle yazdım. Yoksullardan yakınanların aklına nedense, yoksulluk içinde yaşayan insanların aklı fikri olabileceği düşüncesi gelmiyor. Bu çok kuşku uyandırıcı bir emin olma hali bence.”

Yoksullara uzaktan bakan insanların, emin olma hallerinin hangisi kuşku uyandırıcı değil ki… Yaşamın herhangi bir parçasına uzaksak, diğer parçalarına yakın olduğumuzu nasıl iddia edebiliriz ki…

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (19 Ağustos 2015)
https://www.edebiyathaber.net/pilik-pirtik-adamlarin-buzdan-kiliclari-sule-tuzul/