Bu Blogda Ara

2 Ekim 2020 Cuma

Dahi Diktatör - M. Celal Şengör

Kimileri sevmese de benim beğendiğim yazarlardan biridir M.Celal Şengör. Onun 'Dahi Diktatör' kitabında Atatürk okul kitaplarında anlatılmayan, ezberlenmemiş yönleriyle, savaşları, devrimleri, cehalete karşı savaşı, bilimin ışığında yaptıkları anlatılıyor. Dahiliğinin yanında ona diktatör denilmesinin nedenleri ve bu kavramın nereden çıktığı anlatılıyor. Kapsamlı bir kitap, anlatılanlar bildiklerimizin dışında şeyler. Konu içinde açılan konularla okuyucu daha derin araştırmalara itiyor. Ben severek okudum.

Çok alıntı var. Bazıları şöyle: 

"Atatürk, etrafındaki insanlardan çok bezgindi. Rahmetli dedem anlatırdı, 'Herkes Atatürk içkiden öldü zanneder. Hayır. Kahrından öldü.' Derdini anlatacak adamı yoktu. Arkada bıraktıklarından hakikaten Atatürk' ün ne dediğini, anlamış sadece bir kişi vardı, o da Hasan Ali Yücel' di."

"Diyanet İşleri'nin başına öyle isimler geliyor ki... Şerafettin Yaltkaya'yı düşün mesela. Şerafettin Yaltkaya fötr şapkayla işine geliyor, makamına otururken fötr şapkasını çıkarıyor, sarığını takıyor, çünkü o resmi serpuşu. Oturuyor işlerini yapıyor, akşam evine giderken sarığını çıkarıyor tekrar fötr şapkasını takıyor. Mustafa Kemal'in hayal ettiği böyle bir diyanet."

"Atatürk özgürlük hakkında diyor ki, 'Tabiatta özgürlük yoktur. dolayısıyla özgürlüğün sınırları vardır. Ama bu sınırlar içerisinde özgür olmak da şarttır.' Yani insan tabiatın, çevrenin bize dayattığı sınırlar içerisinde mümkün olduğu kadar ilave sınırlar koymadan özgür olmalı.
Ben şunu savunuyorum: Atatürk diktatördü. Buna hayır diyen tarih bilmiyor demektir. Ama hürriyeti öğretebilmek için bazen diktatörlük gereklidir. Sen bin sene hiç tecrübe etmemiş bir topluma hürriyeti tercih olarak takdim edemezsin. Hüsrana uğrarsın. Bugün dahi Türk toplumunun hür olmayı öğrendiğini zannetmiyorum. Siyasi tercihler bunu gösteriyor. Lider arıyor, çoban arıyor kendine insanımız. Halbuki Atatürk, bundan kurtulun diyor. 'Ben size hiçbir ayet, hiçbir doktrin bırakmıyorum, kafanızı kullanın. Probleminize göre çözüm getirin."

"Geoffrey Lewis'in bir lafı var: 'Atatürk sıkı bir tartışmaya bayılıyordu ama bunu yapacak insan yoktu etrafında.' Atatürk kendine kafa tutulmasını isteyen bir insandı, bunu anlıyoruz. Bu, aynı zamanda dehanın da bir işaretidir; her türlü fikirden istifade etmek. Birkaç çok yakın arkadaşı dışında etrafında bunu yapacak insan yok ve Atatürk bunun çok açık bir şekilde farkında."

"Atatürk hala önemli mi bizim için? Çok önemli. Çünkü Atatürk adını sil, yerine akıl yaz, akılsız hiçbir şey yapamazsın, aklın olmadan atacağın her adım seni felakete götürür. Aklının seni iyiye götüreceğinin garantisi yoktur, ama orada adam gibi bir şey yapma  ümidin, aklını paranteze alarak yaptığından çok daha fazladır. Atatürk bunun için önemlidir. Atatürk bize aklın neler yapabileceğini göstermiştir. Bunun mümkün olduğunu göstermiştir; ama 'Ben böyle diyorum, böyle yapın' dememiştir. Bilakis, 'Ben hiçbir şey söylemiyorum' demiştir.

"Dolayısıyla Atatürk'ün diktatörlüğünün sebebi her şeyden ve her şeyden önce bağımsızlığı ve hürriyeti öğretmek, insanlığı, akılcılığı öğretmek. bunu yapmak için de diktatörlük yapmak mecburiyetindesin. Ama Atatürk' ün yaptığı diktatörlüğün bir farkı var. Onun diktatörlüğünün içinde zorbalık yok, düşüncesini öyle ya da böyle empoze etmek var. Ama bu empoze etmek kişisel kapris ürünü değil. Nihayetinde kararı yine sen alıyorsun, karar veren sensin. Kendi fikirlerini 'Ben böyle itiyorum' diye empoze etmiyor Atatürk. Ortaya atıyor, tartışıyor, tartışıyor ve karşısındaki onu yıkamıyor. Sonunda onun fikri galip geliyor ve oy veriliyor. O oylarla alınıyor bütün kararlar. Ama mutlaka ve mutlaka oy isteniyor. Diyor ki, 'Bunlar benim fikirlerim dahi olsa bunları millete anlatmam lazım, kabul ettirmem lazım, ancak milletçe kabul edildikten sonra bunları tatbik edebiliriz. Her şeyin başı millettir.' "  

"Ahlakın temeli din olabilir mi? O da mümkün değil, çünkü din başka bir adamın lafıdır. Birileri çıkmış, o dinin otoritesini sağlamak için bir şeyler söylemiş. ' Bana bunu birileri söyledi, bizi yaratan söyledi' demiş. Peki, bu birileri bunları bana niye söylemiyor? Bu yaratan bu kadar güçlüyse niçin bir elçi kullanıyor. Hepimize tek tek söylesin rahat edelim. Dolayısıyla dinin ahlakın temeli olması söz konusu değildir. Gazali, 'Nedenselliği temellendiremiyoruz, o zaman vahiye inanalım derken ve nedenselliği temellendiremezken, vahiy dediği şeyin de nihayetinde bir adamın lafı olduğunu düşünmüyor; peki bu lafa nasıl inanıyor? Kendi gözüyle gördüğünü temellendiremiyor ve bir başka adamın lafına sığınıyor. Olacak iş değil bu. Ben Tanrının elçisiyim ruhlara konuşuyorum, gökyüzünden mesaj alıyorum, tanrının oğluyum vs. Bunları bugün söyleyen biriyle karşılaşıldığında ilk yapılacak iş bir psikiyatrı aramak olur. Zaten aklı başında insanlar bu tür iddialarda bulunanlara artık akıllı bir insan muamelesi yapmıyorlar....Peki, Yunan'da neden peygamber çıkmıyor? Her ne kadar bir kaç peygamberlik heveslisi olmuşsa da orada da, Yunanlı, 'Bak kardeşim bu dediğin zırvalık vs.' diyerek bu iddiaları reddetmiş."

"Atatürk çok okuyan bir insan olarak, şu aksaklıkların pek çoğunu tespit etmiştir: Dinin getirdiği aksaklıklar, padişaha bağlılığın getirdiği aksaklıklar, aile içi yapılanmanın getirdiği aksaklıklar, birden fazla kadını eş olarak almanın getirdiği aksaklıklar vs. bunların temizlenmesi için dünyanın en ileri medeniyeti Batı medeniyetine benzememiz gerektiğini görmüştür. Fakat bu medeniyeti aynen almak yolunu seçmemiştir, mesela kanunları Fransa'dan, İsviçre'den ve başka bazı ülkelerden olmak üzere farklı kaynaklardan almıştır. Medeniyet olarak tanımladığı olguya dahil olmamız gerektiğini düşünmüş ve medeniyeti de şöyle tanımlamıştır: ' İçindeki insanların kişisel otoriteye bağlanmadan birbirleriyle birlikte yaşayabildikleri bir toplum, medeni bir toplumdur.'  Yani, bir padişaha, bir halifeye, bir peygambere bağlanmadan yaşanabilecek bir toplum yaratmak lazım. Takdir edersiniz ki, bunu sabahtan akşama tesis etmek mümkün değil. Evet, Atatürk bir diktatördü diyoruz. Niçin bir diktatördü? Bu, ilaç almayı reddeden bir hastaya, tedaviyi reddettiği için ilacı zorla vermek gibidir. Hatta bir adamı intihar ederken engel olabilecekken setreymeyi tercih etmiş biri görülürse dolaylı olarak bir ölüme sebep olmaktan cezalandırılır. Atatürk problemlerin tespiti ve çözüm yolları hakkında diğerlerinden çok daha akılcı ve doğru tespitleri olduğuna inanıyor ki, bu doğru. Atatürk, bu toplumun ekseriyetinden daha iyi düşündüğünün farkındaydı."

"Şimdi Mustafa Kemal cephede muzaffer olurken, bir yandan da başka şeylerin planlarını yapar. Kurtuluş Savaşı İzmir'de kazanıldı, ardından Bursa'ya geçti ve  burada öğretmenlere hitaben bir konuşma yaptı: 'Ordularımızın başarısının sebebini biliyor musunuz? Bizim başarılarımızın sebebi, ordularımızın sevk ve idaresinde fen metotlarını ittihaz etmektir.' Şu mesajı veriyordu: 'Ben buraya kadar çok rasyonel yönettim bu işi, bundan sonra da her şey böyle yönetilecek.' "

Aylak Adam - Yusuf Atılgan

Yusuf Atılgan denilince akla gelen kitaptır Aylak Adam.  Aylak Adam’ın kahramanı C., kendisine miras kalmış parayla geçim derdi olmadan rahat bir yaşam sürmektedir. Biri diğerine eklenen günlerini İstanbul’un sokaklarında, caddelerinde dolaşarak, şehrin sinemalarını, atölyelerini gezerek geçirir. Bir şey eksiktir yine de. Hayatını değiştirecek, yaşantısına anlam kazandıracak olanı aramaktadır. Ancak bu şeye, bu insana, şehrin sokaklarında rastlayabilecek midir?

Yusuf Atılgan’ın kentli aydının basit, amaçsız ve “aylak” varoluşunu anlattığı romanı, edebiyatımızın en başarılı tiplemelerinden birini yaratmıştır. Onlarca yıl sonra hâlâ güncelliğini koruyan, huysuz ama içten, yabancı ama tanıdık bir adamı resmeden Aylak Adam uzun süre unutamayacağınız bir eser, aklınızda dolaşmaya devam edecek bir başyapıt.

Alıntılarım:

"İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri ama olamadıkları ''kişi''yi anlatırlar."

"Bir gün sana dünyada katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.”

"Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi."

"Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, "Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur," demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi!"

"—Neden bu kadar kötümsersin ?—Sen neden değilsin ? Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenlere bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor. Sonra?"

“Kimsesiz kalsın istiyordu. Benim ona tutunabilmem için onun benden başka dayanağı olmamalı!”

"Alışmaktan korkuyordu. Böyle bir yeri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşardı."

"(Boğazını gösterdi ).Burama kadar şiirle doluyum.Hem de ne şiir !"

1 Ekim 2020 Perşembe

Komünist - Vedat Türkali

 Vedat Türkali'nin çocukluğunu, aile ortamını, arkadaşlarını, üniversiteye giriş sürecini, gizli TKP'yi arayışlarını ve Merih Hanım ile seksen yıl sürecek yol arkadaşlıklarının önemli kavşaklarını içeren bu otobiyografik kitap '51 tevkifatına kadarki süreci kapsıyor. Komünist, dönemin siyasi, kültürel atmosferinde, Samsun'un Kökçüoğlu Mahallesi'nde başlayan bir yaşamın Komünist bireye evrilişinin aşamalarını yakın çevresi ile birlikte anlatıyor. Komünist, bir yola çıkış hikayesi.

İşçi sınıfı ile köylü emekçiler,sömürüye karşı elele vererek burjuva iktidarını yıkıp “inkılap”ı yaptılar mı çözülmeyecek hiçbir sorun yoktu!

Kitap rüzgar olmalı, perdeyi kaldırmalıdır. (Nazım'dan alıntı)

"Şiir yazmaya başlamam Lise 2’de oldu sanırım. Gazi Kitaplığı’na uğrayanlardan, Çırakman köyü öğretmeni Sefer Aytekin’le yakın arkadaşlığımızın kurulması da bu yıllar başladı. Hacıbektaşlı, ilerici, uyanık, çok okuyan, dergileri izleyen, şiirler, öyküler yazan bir köy öğretmeniydi Sefer. Yeni evliydi. Kaynanasının Çiftlik yöresindeki evine iç güveyisi olmuştu. Dört-beş yaş kadar büyüktü benden. Alevi-Bektaşi kökenli, köycülüğü ağır basan bir devrimciydi! Hoca islamın şartını sormuş, “ikidir” demiş köylü; “Köylüler çalışır, şehirliler yer!”

“Kapitalist,kendisinin asılacağı ipi satan adamdır”sözü boşuna söylenmemiş!Gönüllü gönülsüz,satmak zorundadır o ipi.

Suç olmayan ne var bu ülkede ? Niye yıllardır cezaevinde Nazım ? Şiir yazdığından mı ? Komünist olduğundan. Ozanlığı ile komünistliğini nasıl ayırırsın Nazım'ın ?

"Bu yoksullar, güç durumda kalmış birinin tarlasına imece çalışmaya gidiyorlar; güçleri ölçüsünde birbirlerine ödünç araç gereç, sıkışanlara elleri yettiğince, faizsiz, senetsiz-sepetsiz borç, küçük paralar veriyorlar; ramazan ayı yaklaşırken değişik evlerde toplanan kadınlar, haftalar boyu birlikte çalışarak her evin gereksinimi kadar yuka (yufka) yapıyorlar, ramazanlarda yemek, belirli kutsal günlerde kardıkları helvayı birbirlerine gönderiyorlar; doğumunda, düğününde, ölümünde, hastalığında, bayram günlerinde dertlerini, acılarını, mutluluklarını birbirleriyle paylaşıyorlardı. İslamda var olan, fitre, zekat, sadaka, eskilerde beyt-ül mal-i müslimin kurumlarının koşullandırdığı bir yaşam biçimiydi bu. Yabanıl kapitalizmin, bugün bizde, yerine bir şey koymadan çiğnemeğe zorladığı bu Müslümanca dayanışmalı yardımlaşmalar, ileri kapitalist ülkelerde sosyal demokrat uygulamalarla karşılanan insanlık gereksinimidir. Bizde, sosyal demokrat geçinen partiler halka hiçbir şey vermedikleri için, kimi dinci partilerin halkça benimsenmesinde, salt dinsel inançlara bağlılıktan çok, halkın bu geleneksel dayanışma duygularını, mahallelerde kimi gösterişli yardımlarla ustaca sömürmeleri etken olmuştur. Büyük kuramcı kasıntısıyla islam kaynaklı özelliklerin sınıflar arası çatışmayı gevşetip halkın bilincini körelterek toplumu gerilettiği yargısına varırken o ilişkilerdeki bu insancıl yanın görülüp doğru değerlendirilmesi gerektiği de düşünülmelidir. Emekçi halk, yaşamındaki somut olaylara bakar. Okulda öğrettikleri “ölçü devrimi” nden evde övgüyle söz ederken terslemişti babam. Bin iki yüz elli gram olan okka, bin gram olan kiloya dönmüştü, ama fiyatlar değişmemiş, mallara zam gelmişti bir tür! Neresi iyiydi bunun?"

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde - Mahir Ünsal Eriş

Ondört kısa öyküden oluşan bir Mahir Ünsal Eriş kitabı.
Bu adamın kitaplarını seviyorum. Konuşuyor gibi yazıyor, akıcı ve kendinizden bir şeyler bulacağınız konuların içine dalıveriyorsunuz. Okuru anlattığı öykünün içine çekiyor. Sanki kendi hayatını anlatıyor. Hikayeler genelde duygusal. Aşk var, utanmak var. Sizi zaman makinesine bindiriyor yazar, seksenlere götürüyor. Belki de öykünün kahramanlarından biri olmanızı istiyor.

Alıntılara gelince:

" 'Ölmüş dediler Serkan için' diyor bakkal. 'Ateşlenmiş gece, apar topar götürmüşler. Hastanede ölmüş.' Ne kolay söylüyor.

Merdivenlerinden iniyorum bakkalın. Aynı patikadan evin yoluna düşüyorum. Karnımın içinde bir şeyler kaynıyor sanki, asitli bir şeyler. Arasında koşuştuğumuz ekinler gibi yarılıyor içim. Ölmek ne bilmiyorum. Merak da etmedim hiç. Yani iyi kötü bir fikrim var aslında, tam olarak ayrıntısını bilmiyorum. Tatil gibi bir şey sanıyorum onu, taşınmak gibi, kesin bir şey. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum. yine de fakat. Bu kadar ani olmasına, böyle habersizce kaçar gibi olmasına üzülüyorum sonra, bozuluyorum biraz.. Çağırsaydı ben de giderdim belki."

"Hiç olmasa ölmeseydi, gitmeseydi, babalık etseydi. Dursaydı, baba denecek biri olsaydı evin içinde. Ama gitti işte, ölüverdi adam, adına bile dillerini döndüremedikleri bir Bulgar kasabası girişinde. Gitmesinde sorun yok, asıl sorun bir daha gelmeyecek olmasında."

"Daha küllüğe yeni bastım sigaramı. zıvanası kokuyor acı acı. Nerden aklıma geldiğini buldum Bilye Hikmet'in de. Sahi, gerçekten de, cennette de aşık olacak mıyız? Orada da kıskanacak mıyız sevdiğimizi ölesiye, öldüresiye. Cennette olabilecek miyiz sevdiğimizle, aramıza ayrılık girmeden? İstememek olmasın orda bari, bırakıp gitmek olmasın hiç olmazsa. Gönül kapıları açık olsun, çalmadan girilsin içeri."

"Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyebilecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer."

“Ama seviyordum onu. Yani galiba seviyordum, sanırım sevmek böyle bir şeydi. Hiç yanımdan gitmesin istemekti..”

”Maalesef, diye başladı söze. Maalesef, beyaz bir kağıdın tam ortasına damlayan kocaman bir mürekkep lekesi gibi düştü içime. Sanki iki göğsümün ortasında bir yer, içine sıcak su dökülmüş çay bardağı gibi patladı, kırıkları ciğerlerime battı sanki..”

"İnsanların kederli olmayı çok sevdiği yıllar. Her şeye sinmiş bir Maltepe sigarası kokusu, bir ucuzluk, bir pazardan alınmışlık, bir muşambalık.."

"Kimi sevsem, hep beklemekle geçiyor vaktimin büyük çoğunluğu..."

"Ben annesine üzülüyor sanmıştım baştan, değilmiş, o hep öyleymiş, üzgünmüş hep. İnsan üzülmekten yorulmaz mı?"

"Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer."

28 Eylül 2020 Pazartesi

Bütün Öyküler - Samim Kocagöz

1939 yılında yazdığı öykülerle edebiyat dünyasına giren Sökeli yazar Samim Kocagöz'ün Ege öykülerini yerel ağız ve adetlerle harmanladığı öykülerinden oluşan 1993 basımı kitabı "Bütün Öyküler"

Bu kitapta yazarın Tellikavak, Sığınak, Sam Amca, Cihan Şoförü, Ahmet'in Kuzuları, Yolun Üstündeki Kaya ve Yağmurdaki Kız adlı öykü kitapları bir araya getirilmiş.  Hepsi küçük küçük öykülerden oluşuyor. Öykü yazarlığı denince ilk akla gelen Samim Kocagöz'ün öyküleri yabancı dillere de çevrilmiştir.

Kitaptan akılda kalan alıntılarda şöyle:

"Buralarda adettir; büyük toprak sahipleri, köylüye topraktan başka tohum, bütün yıl yetecek ürün alıncaya dek dayanma _yiyecek, içecek, tarlaya bakım masrafı- verir; buna karşılık köylü de, bir çift öküzü ile tarlada çalışır, sürebildiği denli toprak sürer, ürün kalkınca kazanca ortak olurdu."

"İnsan bir gün olsun mesela, oh şu yaprak ne kadar yeşil, ne kadar güzel... diye düşünemez. Rahatça düşünmek fırsatını bulduğu an, çok uzun sürmez. Kendi içinin yeşilinin sarardığı hemen aklına gelir."

" 'Ne de olsa kötü ölüm bu..' diye mırıldandı, 'çamurlara yuvarlanıp batmak; çıkmayı denedikçe batmak çıkamamak...Düşmanlarına karşı kendini koruyamamak...En sonunda gözlerin baka baka düşmanına kendi yedirmek...Hem de kime? Çakal gibi ciğeri beş para etmez korkak bir düşmana! Tuh! Allah belasını versin...Bombok bir iş bunu...Kırk yıldır ben de böyle battım ya...Başkalarının tarlalarında çalışmaktan ben de bıktım, Koca Öküz de...Hayvancağız benden akıllı, benden cesur çıktı...Vazgeçti fukara dünyasından...' "

" 'Ben şiir yazacağım: öyle şiir ki, hep birlikte yaşamak mutluluğundan söz etsin!' diyordu."

"Dünya yüzünde dikili tek bir ağacın yok. Bir karış toprak sahibi değilsin...Neye yaşayacaksın sanki...At kendini Menderes'e!"

"Siz de eşeğe binmeden bacaklarınızı sallıyorsunuz' Ortalıkta toprak yok be!..."

27 Eylül 2020 Pazar

Çalınmış Hasat - Vandana Shiva

Dünyaca ünlü ekolojist, araştırmacı ve aktivist Vandana Shiva, DTÖ ve uluslararası tekellerin dünya tarımına egemen olmaya çalıştığı günümüzde, küresel nüfusun yüzde 70'ini teşkil eden küçük çiftçi ve yerel cemaatlerin yaşamsal sorunlarını, endüstriyel tarım uygulamalarını nedeniyle uğradıkları muazzam kayıpları kendi ülkesi Hindistan ve Asya tarımına ait örneklerle anlatıyor.

Genetiği değiştirilmiş organizmaları yaşam üzerindeki patentler, deli danalar ve endüstriyel su kültürleri üzerine çeşitli bölümler içeren bu kitap, gen mühendisliği ve ticari tarım hakkındaki tartışmalar için geniş bir perspektif sağlayan zengin ve özenle seçilmiş veriler sunuyor.

"Bu kitap, küresel şirketlerin gıda ve tarım sistemlerini yok edişinin olduğu kadar buna karşı direnen halk hareketlerinin de bir hikayesidir." diyor Çalınmış Hasat kitabının yazarı Hindistan'lı Vandana Shiva. 1987'de 'Dag Hammarskjöld Vakfı' nda düzenlenen 'Yaşamın Kanunları' adlı bir biyoteknoloji toplantısından sonra attığı ilk adımın Navdanya Hareketini başlatmak olduğunu söylüyor. Navdanya, tohumları saklamayı, biyoçeşitliliği korumayı, tohum ve tarımı tekellerin denetiminden kurtarmayı amaçlayan bir harekettir.

Soner Yalçın'ın Kara Kutu ve Saklı Seçilmişler adlı kitapalrında anlatılanlarla bu kitaptakiler genel anlamda paralellik gösteriyor.

"Çiftçi için tohum yalnızca gelecekteki bitkiler ve gıda için bir kaynak değildir; kültür ve tarih de tohum içinde saklıdır. Tohum gıda zincirinin ilk halkasıdır. Tohum gıda güvenliğinin nihai sembolüdür."

"Pamuk gibi ticari ürünlerin üretiminin artması, temel gıda üretiminin azalmasına, temel gıda fiyatlarının yükselmesine ve yoksulların gıda tüketiminin düşmesine neden olur."

"Sığırların çiftlik sistemlerindeki bu çok çeşitli fonksiyonları Hindistan'da kutsal inek metaforuyla korunmuştur. Hükümet kuruluşları pek çok Hintli için kabul edilemez olan inek kesimlerini 'bufalo eti' diyerek kurnazca saklamaktadır."

"Isho Upanishad ayrıca şunları da söyler:

'Kendi doymak bilmeyen ihtiyaçlarını karşılamak için doğanın kaynaklarını aşırı kullanan bencil bir insan, hırsızdan başka bir şey değildir; çünkü bir kişinin kendi ihtiyaçlarının ötesinde kaynak kullanması, başkalarının hakkı olan kaynakların kullanılmasına yol açacaktır.' " 

"Ekolojik dünya görüşüne göre ihtiyacımız olandan fazlasını tükettiğimiz veya doğayı açgözlü bir şekilde sömürdüğümüz zaman hırsızlık yapmış oluruz. Büyük tarım şirketlerinin yaşam karşıtı görüşlerine göreyse doğayı yenilemek ve korumak hırsızlıktır. Bu dünya görüşünde bolluğun yerine kıtlık, doğurganlığın yerine kısırlık hakimdir. Doğanın soyulmasını bir pazar mecburiyeti addeder ve bu soygunu verimlilik ve üretkenlik hesaplarının arkasına saklar."

"Tohum saklama ve biyoçeşitlilik hakkımızı yeniden kazanmalıyız. Beslenme ve gıda güvenliği hakkımızı yeniden kazanmalıyız. Büyük şirketlerin doğaya ve yoksul insanlara karşı yürüttüğü bu soygunu durdurmalıyız. Gıda demokrasisis, demokrasi ve insan haklarının yeni gündemidir. Ekolojik sürdürülebilirlik ve toplumsal adaletin yeni gündemi gıda demokrasisidir."

"Hindistan'da inek Lakshmi, yani zenginlik tanrıçasıdır. İnek dışkısına da Kalshmi gibi tapınılır; çünkü organik gübre olarak dünya veriminin yenilenmesinin kaynağıdır. İnek kutsaldır, çünkü tarımsal bir medeniyetin sürdürülebilirliğin tam kalbinde yer alır. Bir tanrıça ve kainat olarak inek ilgi, şefkat, sürdürülebilirlik ve adaleti sembolize eder."

"Fakat daha fazla hayvansal protein tüketiminin yaşam kalitesini ya da zeka seviyesini artıracağı doğru değildir. Aslına bakılacak olursa, yaşam kalitesini gerçekten artırmak isteyen insanların vejetaryenliği tercih etme eğiliminde oldukları görülür."

"Hayvancılık endüstrisi ineklerin et ve süt üretimini onları yoğun, protein değeri yüksel yem konsantreleriyle besleyerek yükselmiştir. bu uygun bir diyet değildir; çünkü ineklerin kaba yeme ihtiyaçları vardır. Hayvancılık endüstrisinin bu ihtiyacı karşılamak için geliştirdiği yöntemlerden biri ineklere plastik bulaşık süngeri yutturmaktır. Bunlar işkembede yaşam boyunca kalırlar."

"Bir kilogram kümes hayvanı eti üretmek için iki kilogram, bir kilogram domuz eti üretmek için dört kilogram, bir kilogram dana eti üretmek için sekiz kilogram tane tahıl gereklidir."

"Hindistan' da kaplumbağa kutsal kabul edilir. Yaradılış tanrısı ve koruyucu Vişnu'nun on tezahüründen biridir. Satapatha Brahmana şöyle söyler: 'Kaplumbağa kılığına giren doğum tanrısı döl verdi. Tüm yaradılışı meydana getirdi ve kaplumbağa Kurma adını aldı.' "

 "Üçüncü Dünya çiftçileri tohum ektiklerinde 'Bu tohum daim olsun' diye dua ederler. Monsanto ve USDA ise sanki bunun aksine 'tohum sonlansın ki bizim karlarımız ve tekelimiz daim olsun' demektedir."

24 Eylül 2020 Perşembe

Buruk Dünya - Orhon Murat Arıburnu

Bu kitapta Orhon Murat Arıburnu'nun 1936-1982 yılları arasında yazmış olduğu şiirlerden seçmeler yer alıyor. Şairin insan sevgisini, özgürlük tutkusunu, memleketine bağlılığını, sönmez umudunu sergileyen çarpıcı, şaşırtıcı şiirler.

Bunlar içerisinde aklınızda yer etmiş olabileceğini düşündüğüm şiirler de var.  Bir tanesi şöyle:

"Lalelim

Lalelide oturur

Laleli, lale olur lalelimden

Laleliden geçilir

Lalelimden geçilmez!"

Kitabın başında, "Kapıyı Açmak" adlı giriş yazısında da şöyle diyor şair:

"İnsanlar sevgisiz, insanlar onursuz, insanlar ezilmiş, buruk, çaresiz bırakılmasın. Çağ dışına kayılmasın. Güzel emek, kutsal emek sevilsin, sevdirilsin.. Eğriler eğitilsin..Doğruya gerçeğe saygı duyulsun.. Özgürlük horlanmasın. Toplum durdurulmasın. kokuşmasın. Aksın."

Sevdiğim birkaç şiirini de şöyle sıralayayım:


İstediği kadar
Su alsın kunduram
Gemi değilim
Batmayacağım

Tutsunlar cehenneme
atsınlar beni
İnadım inat
Yanmayacağım

Vursunlar belime
Kahrolsun vücudum
Yıllarca kahırdan beter olmuşum
Ölmeyeceğim

İstediği kadar
Dönsün bu dünya
Yaşadım
Yaşıyorum
Yaşayacağım

Salıncak
Salıncaklar kurulur şehrimize
Çocuklar için

Salıncaklar kurulur üçer ayaklı
Mahkumlar için

Birinde
Neşe sallanır bayram günleri
Birinde sessizlik,
Seher vakti!

Diyet
Bir üzerinde çürütürsün
Bir içerinde
Ne biçim dünyasın böyle
Bir yudum suyundan içtikse...

Gelmezsin ki...
Senin için neler yaparım neler
Kaşına gözüne ümitler
Dudaklarına ışıklar sürerim
Saçlarına çiçekler takarım
Seni gönlümce süsler, gözlerim

Kaf dağının ardındaki Hürriyetim
sevgilim, edepsizim, şirretim
Senin için nelerimden geçmem
Hele bir gelsen
Gelmezsin ki!..