Bu Blogda Ara

6 Mart 2022 Pazar

Theogonia & İşler ve Günler - Hesiodos

Yunan didaktik şiirinin ilk örneği kabul edilen İşler ve Günler'de ise ozan, insanlık tecrübesine adalet, erdem, çalışma, cömertlik, hak, hukuk, düzen ve doğruluk gibi kavramların gerçeğini söyleyerek dokunur; tarım, denizcilik işlerine dair işlevsel bilgiler sunar; ayın uğurlu ve uğursuz günlerini sıralar.
Hesiodos ‘un adalet, çalışmak, doğruluk gibi kavramlar üzerine düşüncelerini aktardığı ve ayın hangi günlerinde neler yapılmalı, tarım, evlilik, komşuluk gibi yaşama dair meselelerde öğütler  verdiği bölüm. Hesiodos’un kardeşi Perses işe yaşadığı miras kavgası öğütlerin çıkış noktası gibi.Ayrıca Theogonia da değindiği Pandora efsanesine bu bölümde daha ayrıntılı değiniyor ve insanın yaratılışından bahsediyor.
Hesiodos (y. MÖ VIII. yüzyıl): Kullandığı dil, yapıtlarının taşıdığı bazı karakteristik özellikler, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Hesiodos'un Aiol ve İon kökenli olduğunu göstermektedir. Büyük ozana ait olduğu kanıtlanmış iki önemli eserden biri olan Theogonia, evrenin yaratılışı, tanrıların doğuşu, tanrıların ve tanrısal varlıkların soyları gibi Yunan kozmolojisini kuran meseleler ile belli başlı Yunan efsanelerini konu alan epik bir eserdir. Yunan didaktik şiirinin ilk örneği kabul edilen İşler ve Günler'de ise ozan, insanlık tecrübesine adalet, erdem, çalışma, cömertlik, hak, hukuk, düzen ve doğruluk gibi kavramların "gerçeğini" söyleyerek dokunur; tarım, denizcilik işlerine dair işlevsel bilgiler sunar; ayın uğurlu ve uğursuz günlerini sıralar. Bu bilgece öğütler Anadolu insanına yabancı gelmeyecektir, zira konuşan sadece Hesiodos değil, aynı zamanda Akdeniz halklarıdır.
Azra Erhat'ın incelemeleri ile harika bir yayın olmuş. Okunmalı.

"ilk olarak kendi işine bak,
daha sonra başkalarıyla ilgilen!
kavga daha sonra edilir
eline geçen fırsatı harcama
bu yüzden önce kendi işimizi halledelim perses"

Güzel öğütler vardır:

mutlu ölümsüzlere gereken saygıyı göster.
arkadaşına kardeşim deme hiçbir zaman,
dersen, kötü davranamazsın artık ona karşı.
ve güzel konuşayım derken yalan söyleme.
kardeş dediğin kötü söyler, kötülük ederse,
öcünü iki katlı almalısın ondan.
sonradan dostluk kurmak isterse seninle,
af dilemeye kalkarsa, kabul et.
demek zavallı bir insanmış
dostlarını bir orada bir burada seçen.
açık davran, yüzün yüreğinin aynası olsun.
ne konuksever desinler sana, ne konuksuz,
ne yoksul dostu, ne de büyüklerin düşmanı.
insan yüreğini yıpratan kör olası fakirliği
kimsenin yüzüne vurma hiçbir zaman,
ölümsüz tanrıların bir cilvesidir bu.
kendini tutan dil hazinedir insan için,
ölçülü dil ise dillerin en değerlisidir.
kötü söyleyene başkası daha kötü söyler.
ortak masraflı şölenlerde surat asma:
keyfin daha büyük, masrafın daha az olur.
gün doğarken ellerin kirli olmasın sakın
zeus'a da öbür tanrılara da şarap sunarken.
yoksa dinlemezler seni, duaların boşa gider.
ayakta su dökme güneşe karşı,
hele gün battıktan sonra sabaha kadar
ne yola işe, ne yol dışına,
soyunup dökünsen bile:
geceler ölümsüz mutlularındır.
tanrılara saygısı olan saklanıp çömelir,
ya da kapalı bir avlu duvarına sokulur.
sonra evinde ocak yakınında
ayıp yerlerini yıkanmadan gösterme sakın.
cenaze dönüşlerinde çocuk yapayım deme,
bu işi kutsal bayram dönüşlerinde yap.
durmaz akar güzelim ırmaklardan geçerken
ayaklarını suya sokmadan önce dua et
gözlerini akıntıya dikerek,
ve tertemiz pırıl pırıl sularda ellerini yıka.
içini ve ellerini yıkamadan ırmaktan geçen
tanrıların öfkesini geçer üstüne, başına dert açar.
kurban törenlerinde tırnaklarını kesme sakın,
hele kara demirle kuruyu yaştan ayırma.
maşrapayı küpün üstünde bırakma
şarap içerken, uğursuzluk getirir.
ev yaparken çıkıntı bırakma hiçbir yerinde ki,
kuzgunlar konup ötmesinler kötü kötü.
önce tanrılar için kullanılmamış kaplarda
ne yemek ye, ne yüzünü yıka, bu da bela getirir.
on iki yaşında bir çocuğu
kutsal şeyler üstüne oturtma, iyi değildir,
erkekliğinden hayır gelmez o çocuğun;
on iki aylık da olsa, sonu kötü olur.
bir kadının yıkandığı suda
bir erkek yıkanmamalı hiçbir zaman.
bundan da kötülük gelir, bir zaman için de olsa.
kurban etlerini yıkarken
tanrı sırlarıyla eğlenmeye kalkma:
bu da pek kızdırır tanrıları.
kaynak başlarında işeme sakın,
ne de ırmakların denize döküldüğü yerde,
oralarda yıkanmaya da kalkma, iyi değildir.
bunları yap ki, insanlar kötü demesinler senin için;
insanın adı çok kolay kötüye çıkar,
ama sonra çok zordur herkesin dilinden kurtulmak.
ün dediğin kolay kolay ölmez,
hele büyük kalabalıklara yayıldığı zaman.
ün de bir tanrıdır ölümsüz."

Tanrı Görmüş Köpek - Dino Buzzati

Kitap 22 öyküden oluşuyor. Bunlardan ikisi Yedi Kat ve Tanrı Görmüş Köpek.

Tanrı Görmüş Köpek öyküsündeki karakter, köpek Galeona, ikinci karakter ermiş Silvestro’dur. Her ne kadar kurgu onun çevresinde gelişse de fırıncı Defendente Sapori, üçüncü sıradadır.

Bir sabah Sapori, ekmekleri dağıtırken avluya bir köpek girer. Bekleşen dilencilerin arasından süzülerek, sepetten bir ekmek alıp yavaşça uzaklaşır. Bu iş her sabah tekrarlanınca, Defendente hırsız köpeği takip edip Silvestro ile karşılaşır; ondan çok etkilenir. Köyde ermişle karşılaşan ilk kişi olmak hoşuna gider. Sonrasında köpeğin ekmek almasına ses çıkarmaz. Dahası Galeona çevresindeyken, hırsızlık yapmaz; kötü konuşmaz.

Yıldızlı soğuk bir gece, daha öncekilere benzemeyen büyük beyaz ışıklar görününce, ermişi görmeye gelen Tanrı’nın ışığı olduğu ve dolayısıyla köpeğin de Tanrı’yı gördüğüne inanırlar. Galeona’ya saygıda kusur etmezler; o da köyün içinde muhtar gibi dolaşır; istediği yere girer çıkar; köpeği görünce saygılı, dürüst davranırlar. Bir önlerini iliklemedikleri kalır! O yakınlardayken küfür etmekten, birbirlerine kazıktan atmaktan çekinirler. Yıllardır kapalı olan kilise yeniden ilgi görür. Pazar ayinleri kalabalık olmaya başlar.

Sonunda önce ermiş Silvestro, ardından Galeona ölür. Birden Tis köyü halkında bir rahatlama olur. Geçmişte, Tanrı’nın varlığını yeniden mi hatırlamışlardı? Yoksa birbirlerinden etkilenip inanıyor gibi mi davranıyorlardı? Evet, Tanrı bozuntusu köpek artık yoktu. Ne olursa olsun, yıllar boyu edindikleri alışkanlıklardan artık vazgeçmeleri zordu. Pazar ayinleri bir sosyalleşme, bir eğlence olmuştu. Artık küfürler bile abartılı, kulak tırmalayıcı geliyordu. Ayrıca eskiye dönmek, bir utancın itirafı olmayacak mıydı? Bir köpeğe saygı göstermek için yaşama biçimlerini değiştirmişlerdi. Memleketin farklı yerlerinde yaşayan herkes kahkahalarla gülecekti.

"Defendente renk vermiyordu hiç. Ne kölelikti bu? Geceleri bile, nefes almak mümkün olmuyordu. Tanrının varlığı, istenmeyince, çekilir yük değildi! Ve Tanrı, nasılsa bir kerecik, belirsiz bir öykü, bir masal değildi, kilisede yanan mumlarla tüten günlük kokusu arasına sıkışıp kalmıyordu; Yok canım, her yere dalıp çıkıyordu, sanki bir köpek bir evden bir eve taşıyıp duruyordu Tanrıyı. Yaradanın bir nebzesi, içten gelme bir nefesi Galeone'nin vücuduna girmişti ve Galeone'nin gözleriyle görüyor, hüküm veriyor, her şeyi deftere kaydediyordu."

"İstemeyenler için, Tanrı'nın varlığı dayanılmaz bir yüktü."

27 Şubat 2022 Pazar

Sofie'nin Dünyası - Jostein Gaarder

15. yaşgününü kutlamaya hazırlanan Sofie, posta kutusunda ''Kimsin sen?'' yazılı bir kağıt bulur. Bu soruyu, diğer sorular ve günümüze kadar uzanan bir felsefe kursu takip eder. Kitap tam bir felsefe dersi. Çok eskilerden bildiğim bu kitabın içeriğinin felsefe yoğunluklu olduğunu biliyordum ama hep bana uzak gelmişti nedense. Bir de sanki çocuk kitabı sanmışlığım da vardı. Ancak 50 yaşında felsefe bölümünü bitirmiş bir okur olarak bu kitabı okumak bana fazlasıyla değişik geldi. Felsefeyi öğrenmekten korkan, filozofların düşüncelerini ve çok anılan bazı felsefi terimleri  öğrenmek isteyenler mutlaka bu kitabı okusunlar. Ben çok beğendim. Antik çağ filozofları, orta çağ ve yakın çağ filozofları Sofie'nin meçhul birinden aldığı mektuplar ve sohbetleri ile çok güzel anlatılmış. Tam bir felsefeye başlangıç dersi olmuş. 

Öyle çok alıntı var ki. Hepsini yazsan ayrı bir kitap daha çıkar ortaya. Altını çizdiklerimin hepsi filozofların ve savundukları düşüncelerin birer özeti ve ders notu niteliğinde. Çok da anlaşılır bir çeviri olmuş ayrıca. 

  "Ksenofanes, insanlar tanrıları kendilerine bakarak yarattı, diyorlardı.

"Rasyonalizm Platon'un hem genel felsefesini hem de devlet felsefesini belirlemiştir. İyi bir devletin kurulabilmesi için bu devletin akıl tarafından yönetiliyor olması şarttır. Kafa nasıl bedeni yönetiyorsa, toplumu da filozoflar yönetmelidir."

"İnsan ruhunda bulunan şeyler, doğadaki varlıkların bir yansımasıdır. der Aristoteles."

"Demokrasi de cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim biçimine dönüşebilme tehlikesini barındırır."

"  'Vicdan diye kastettiğimiz nedir? Sence bütün insanlar aynı vicdana mı sahiptir?' Bu konuda epeyce konuşmuşlardı derste. Sofie şunları yazdı: 'Vicdan diye kastettiğimiz, insanın haklı ve haksız olan karşısında tepki gösterme yetisidir.' "

"Kendini dinlemeye gelenleri sütunlu bir yolda topluyordu Zenon. Stoacılık adı da, Yunanca 'sütunlu yol' demek olan stoa sözcüğünden gelmedir. "

"Epikuros da 'Ölüm bizi ilgilendirmez' diyordu. 'Var olduğumuz sürece ölüm ortada yoktur; ölüm geldiği anda da biz artık yokuz.' "

"Agustinus'a göre bütün insanlık ilk günahın yükünü taşır. Ama Tanrı yine de bazı insanların bu sonsuz lanette kurtulmasına karar vermiştir."

"..Ama işte tam da bu noktada Augustinus insanın Tanrı'yı eleştşrme hakkı bulunmadığını söylüyor. Pavlus'un Romalılara mektubunda yazdığı bir şeyi anlatıyor:

       - "Evet sevgili insan, sen kimsin ki Tanrı'yla çekişmeye kalkışıyorsun. Hiç eser kendisini yapan ustayla beni niçin yapıyorsun diye konuşur mu? Aynı topraktan bir çanağı güzel, bir diğerini değersiz yapmak çömlekçinin elinde değil midir?"

 "Barok dönemin tipik bir sloganı vardı: 'carpe diem'. Yani 'gününü gün et!' Yine çok söylenen bir başka Latince söz de şuydu: 'memento mori.' Bunun anlamı da "öleceğini unutma!"

"Ama eğer şüphe ediyorsa, düşünüyor olmalıydı aynı zamanda ve eğer düşünüyorsa, düşünen bir varlık olduğu da kesinde. Ya da kendi deyişiyle: 'cogito, ergo sum' " Düşünüyorum, demek ki varım"

"Spinoza'ya göre Tanrı dünyayı bir kez yaratıp sonra da yarattığı şeyin yanıbaşında duran biri değildir. Hayır, Tanrı dünyanın kendisidir. Bazen bunu biraz daha farklı ifade eder Spinoza. Dünyanın bir Tanrı olduğunu vurgular."

29 Ocak 2022 Cumartesi

Moby Dick - Herman Melville

Moby Dick bir klasik. Bu yaşa kadar okumadıysak bu da bizim ayıbımız.

Pequod adlı bir balina gemisinin son yolculuğunu, balinaların nasıl avlandıklarını, geminin sonunda nasıl battığını anlatan Moby Dick, ilk bakışta denizlerde geçen bir serüven romanı sayılabilir. Ne var ki insan Moby Dick'i okudukça, okuduklarını düşündükçe, kitabın derinliğini, gerçek anlamını sezmeye başlar. Bu derinliği, bu gerçek anlamı sezmeyenler ise, balina avıyla ilgili, heyecanlı bir öykü olarak, gene de Moby Dick'in pekâlâ keyfini çıkarabilirler."

Mîna Urgan böyle tanımlıyor Beyaz Balina'nın romanını.
"Zaman zaman çıkardığı o garip seslere burnundan konuşma dersiniz, balinayı horlamış olursunuz. Hem balinanın söyleyecek nesi olabilir? Ben, derinliği olan hiçbir varlık görmedim ki, bu dünyaya söyleyecek söz kekelemek zorunda kalır, olsa olsa. Ne mutlu ona ki, dünya duyuverir sesini."

Melville'nin sesini geç de olsa duymuştur dünya: Düzyazı biçiminde yazdığı bu şiirde, ironi, mitoloji ve gerçekçiliğin iç içe geçtiği bu romanında, denizi, gemicileri, balinaları ve tabii bu arada tutkuların tutsağı olan insan ruhunu anlatıyor.

"Beyaz balina, onların taptıkları cehennem tanrısı. Şu gürültüye bak, bir cehennem cümbüşü! Geminin ön tarafında düğün dernek, arka tarafta ölüm sessizliği. Yaşama benziyor bu gemi. Geminin başı pırıl, pırıl sulara dalıyor, keyifli keyifli oynayıp zıplıyor. Arkada kara yürekli Ahab, dümen sularının bir kurt gibi uluyan ölü dalgaları üstünde, kamarasına kapanmış, kara kara düşünüyor... İçimdeki insanca duygularla savaşacağım seninle, ey karanlık, korkulu gelecek! Ey koruyucu melekler, yanımdan ayrılmayın, tutun beni, bırakmayın beni!"

Nacizane alıntılarım ise şöyle:

"Çünkü her anlaşılmaz şey karşısında yapılacak en akıllıca, en kolay iş gülmektir. Başa gelen ne olursa olsun, insanın şununla avunabilir her zaman: Yazılı olan değişmez."

"Tanrı yardımcın olsun, ihtiyar! Düşüncelerin bir başka adam yaratmış senin içinde. Kendini bir Prometheus'a çevirmişsin azgın kafanla! Bir akbaba gibi her gün gelip yiyecek yüreğini senin, kendi yarattığın bir akbaba!"

"Yaşam dediğimiz bu acayip, bu karmakarışık işte, öyle garip anlar olur ki, insan şu koca evreni büyük bir şaka olarak görür. Bu şakayı pek anlamasa bile, kendisiyle alay edildiği kuşkusuna düşer. Gene de yürekli kalır, tartışmayı doğru bulmaz. Tüm bu olan bitenleri, tüm inançları, tüm din ve mezhepleri, görülür ya da görünmez her şeyi, ne denli kaskatı, ne denli yamru yumru da olsa yutar; sindirme gücü çok gelişmiş devekuşunun, mermileri ve çakmak taşlarını yuttuğu gibi küçük zorlukları ve üzüntüleri, beklenmedik felaket korkularını, elini kolunu ya da canını yitirme tehlikelerini, tüm bunları ve ölümü bile, gözle görülmeyen ve sağı solu belli olmayan o koca şakacının, gülerek attığı birer şamar, keyifli birer sille sayar. Söylediğim bu garip duygu, yalnızca en zor durumlarda gelir insana. Bu duygu kuşku duymadığımız öyle bir anımızda yakalar ki bizi, biraz önce pek önemli saydığımız bir şey, büyük şakanın ancak bir parçası gibi görünür bize o anda. Bu rahat, bu kaygısız serdengeçtiliği yaratmak için de, balina avcılığının belaları birebirdir. Peguod'un seferine ve bu seferin amacı olan büyük Beyaz Balina'ya bu felsefeyle bakmaya başlamıştım artık."

"Yürekler acısı, insanı deli edecek kadar korkunç bir sahneydi bu. Balina şimdi başını kaldırmış, can çekişir gibi sular püskürterek kaçıyordu; zavallının tek kanadı, korkular içinde, gövdesini dövüyordu. şaşkınlık içinde böyle kaçarken, bir o yana bir bu yana yalpalıyor, yardığı her dalgada sulara batıyor; ya da çırpınan tek kanadını yanlamasına havaya doğru çırpıyordu. Kanadı kırık bir kuş görmüştüm; onu anımsattı bana. O kuşcağız, korka korka havada kırık daireler çizip, korsanlar gibi peşine düşen şahinlerden kurtulmak için uğraşıyordu boşuna. Ama o kuşun sesi vardı;korkusunu, acı çığlıklarıyla anlatabilirdi. Oysa, bu koskocaman yabanıl deniz yaratığının korkusu, zincirlenmiş ve büyülenmişçesine sessizdi. Püskürtme borusundan çıkan boğuk solumalardan başka sesi yoktu bu deniz canavarının. İnsanda, anlatılmaz bir acıma duygusu uyandıran da buydu işte. Bununla beraber, bu koca gövdede -hele kalelerin demir kapılarını andıran çenesinde ve kuyruğunda- ona acıyan en sağlam yürekli insanı bile ürkütecek bir heybet vardı hala."

"Yıkıldıktan sonra en soylu meşelerin budandıklarında acayip ve biçimsiz yosunlar yığın yığın nasıl birikirse, vaktiyle balinanın gözlerinin bulunduğu yerde de, yürekler acısı, kör ve patlak iki ur kabarıyordu. Ama gene de bu balinaya acıyamazdık. Yaşlılığına, sakat kanadına, kör gözlerine karşın, öldürmek zorundaydık onu. İnsanoğlunun sevinçli düğünlerine, bayramlarına ışık salması için; kimse kimsenin kılına dokunmamalı diye vaazlar verilen görkemli kiliselerin aydınlanması için, öldürmek zorundaydık onu."  

"Ve üç yüz yıl önce, 'Harris'in Gezileri' adlı kitaptaki bir İngiliz gezgini, Türklerin Yunus peygamberin onuruna bir cami yaptırdıklarını ve bu caminin içinde yağsız yanan mucizeli bir kandil bulunduğunu anlatır."

"Sancılar içinde dünyaya gelen insanoğluna, acı içinde yaşamak, kıvrana kıvrana ölmek yaraşır."

"Öyleyse, selam sana ey deniz! Yabansı kuş yalnız senin sonsuz çalkantıların üstünde dinlenebilir. Ben karada doğmuşum, ama denizin memesinden süt emmişim. Vadilerin ve tepelerin çocuğuyum ama, siz ey dalgalar, benim süt kardeşlerimsiniz!" 

"İnsan gözünün rahatça bakabileceği yer, bu dünyanın ufkuyla bir düzeydedir; ufuktan yana çevrilidir insanın gözü. Tanrı göklere bakmamızı isteseydi, başımızın tepesine kordu gözlerimizi."

"Ey benim boyun eğmeyen üç direğim, kırılmayan omurgam! Yalnız Tanrı gücüyle delinmiş teknem! Ey sağlam güvertem, yiğitçe dizginli dümenim, kutba dikili pruvam, şanı şerefiyle ölen gemim! Bensiz mi öleceksin sen? Gemileriyle batan sıradan kaptanlar kadar bile olamadım' Bu onur bile esirgendi benden. Issız bir yaşamın sonunda ıssız bir ölüm! Şimdi anlıyorum ki, benim tüm büyüklüğüm acımın büyüklüğünde. Hey, hey! Uzak, en uzak ufuklardan kalkın gelin, geçmiş ömrümün yiğit dalgaları! Gelin de, kabartın ölüm dalgamı! Sana doğru geliyorum balina! Her şeyi ele geçiremeyen balina! Sonuna dek cenkleşiyorum seninle. Cehennemin dibinden saldırıyorum sana! Son soluğumu olanca hıncımla tükürüyorum suratına! Batsın tüm tabutlar, tüm cenaze arabaları bir tek bataklıkta! Madem benim ne tabutum olacak, ne de cenaze arabam, ben seni kovalarken, sen de paramparça et beni, cehennem balinası! Bağlayıp kendine, sürükle beni istersen! Al san! Ye şu zıpkınımı!"


23 Ocak 2022 Pazar

General Trikupis'in Hatıraları

Kurtuluş Savaşını bir de cephenin diğer tarafından okumak isterseniz General Trikupis'in Hatıralarını okumalısınız.

Savaşın beşinci günü, dövüşenlerin arasında dolaşıp onları teşvik etmek zorunda kaldım; çünkü beş günden beri savaşıyorlardı.
Türk Avgin köyünün adı Yunanca olup Avşin (boyun) kelimesinden gelmektedir. Türkler Avgin savaşında , Avgin köyünün 16 km. kuzeybatısında bulunan ve demiryolu istasyonuna sahip İnönü köyünden dolayı bu savaşa İnönü savaşı derler; buna Küçük Asya savaşlarının en kanlısı nazariyle bakarlar ve Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından Türklerin soyadı almaları emredilince, bilahare birçok seneler Türkiye Cumhurbaşkanı olan General İsmet, İnönü soyadını aldı ve şimdi İsmet İnönü'dür.

Bütün gün devam eden Angin savaşı, en kanlı savaşlardan biri olmuştur. Bizimle kıyas kabul etmiyecek kadar fazla sayıda Türkle çarpışıyorduk. Subaylarla askerlerin hareketi sırf yiğitlik ve fedakarlıktan ibaretti. Fakat Türkler de işitilmemiş bir cesaret ve taassupla dövüşerek birbirini takip eden mukabil hücumlar yaptılar.

Taarruzumuzun ilk günü, öğleden sonra saat beş sıralarında Türkler, Samantaş'ın 2/39.Evzon alayına hücum ederek kırıldılar ve tardedildiler. Çekilirken alayın cephesi önünde 300'den fazla Türk ölüsü vardı. Türkler çok defa cephaneleri olmadığı için el bombası ve süngüye başvuruyordu.

"Her ay, ordunun durumu hakkında Komutanlığa verdiğimiz raporla şunlardan bahsediyorduk:
'Ordu taarruz yapacak durumda değildir.'
Bunun açıkçası asker savaş yapamaz demekti. Atina gazeteleri ise barıştan bahsediyordu."

"Mustafa Kemal Atatürk mutlak bir diktatörlük tatbik ettiğinden her türlü muhalefeti, cesaretsizlik ve korkaklığı şiddetle takip, memleketteki vatanseverliği takviye ediyordu."

"Uşak dışında esir olup o zamanki Türk ordusu kumandanı İsmet Paşa'nın dairesine götürüldüm, o da beni Mustafa Kemal'e götürdü.
Mustafa Kemal'in odasına girdiğim zaman o ayağa kalkarak dostane bir şekilde beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi:
-Unutmayın ki, Koca Napolyon da esir olmuştu.
-Siz vazifenizi tam olarak ve sonuna kadar yaptınız, biz de sizi takdir ve size hürmet ediyoruz.
-Siz burada esir değil, misafirsiniz."

Otların Uğultusu Altında - Şükrü Erbaş

Çok şiir sevmememe rağmen Şükrü erbaş şiirlerini ilk kez okudum ve çok sevdim. Derin anlam içeriyor. Ben galiba şiirde kafiyeye, vezne falan bakmıyorum. Anlama bakıyorum.

Kapakta bizi karşılıyor alttaki şiir:

"Eskiden, çok eskiden
Tanrımız yoktu. Korkumuz yoktu.
Günahımız yoktu. Yapraklar gibiydik.
Öpüşler gibiydik. Köpükler gibiydik.
Yapamadık. Güzellik boğdu
İyilik zayıf düşürdü hepimizi.
İçimizden birisini göklerin ardına gönderdik.
Şimdi hepimiz huzurla birbirimize kötülük ediyoruz.
Şimdi hepimiz korkuyla acımızı seviyoruz
Şimdi hepimiz dünyayı bir tanrıya değiştik
Şimdi hepimiz cehenneme dua ediyoruz."

"Ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı
Sesin fotoğrafı.
Boşluğun fotoğrafı.
Parmak uçlarındaki karıncanın
Ruhtaki üşümenin...

Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı."

"Ve benim birdenbire
yüzünü değil,
gözünü değil,
senin sesini göresim geldi."

"Hepimiz kendimizi gömdük geliyoruz.
Yakamızda birer gözyaşı fotoğrafı
Avuçlarımızda ölümden soğuk bir dua
Toprağın merhametine inanarak korkuyla
Birbirimizin omuzları üstünden 
Mezarlığın dışındaki hayata bakarak
İçimizde dünyadan yapılmış bir keder
Bizi yaşamakla cezalandırmış bir tanrı
Gömdük kendimizi geliyoruz."

"Ölüm...
Hepimiz senin için yaşıyoruz."

22 Ocak 2022 Cumartesi

Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir - Selçuk Altun

Adını Oktay Rıfat'ın Karıma adlı şiirinin son dizesinden alan Selçuk Altun kitabı.

Dayısının aşırı zenginlik ve güç üzerine kurulu “büyük gözaltından” kurtulduktan sonra “Dünyanın en iyi yazarını” ve yitirdiği sevgilisini arayan bir genç adamın öyküsü.

Kitapta anlatılan kurgu etrafında geçen yüzlerce yazar, kitap adı . Öneri kitaplar. Ben çok faydalandım. Sevdiğim türdeki kitaplardan. İnceleme yazmaya oturduğumda kitabı neredeyse yeniden okumak istedim açıkçası. Sayılan yazarların dışında bir de  yazarın Oktay Rıfat aşkı beni ister istemez Oktay Rıfat eserlerine yönlendirdi. Bundan sonraki okuma listemde Oktay Rıfat şimdiden yerini aldı bile. 

"Nitelikli bir insanın kendinden iyi dosta gereksinimi olabilir mi? Sonra kitaplar. Kıskanç değil midir onlar? Çok insan dostu olan bir gerçek kitap dostu tanıdınız mı?"

"Bilimkurgu romanları nasıl geleceğin yüzeysel düşleriyse, klasiklerin çoğu geçmişin abartılı ve bugüne yabancı iç sıkıntılarıdır. Yürekli eleştirmenlerin çıkıp dürüstçe bu abartı ordusunu yeniden değerlendirmeleri, tutucu öğretmenlerin onlara sahip çıkmaya devam etmeleri ve sürüyle korkak okurun onları okumak zorunda olduklarını sanmaları üzücüdür."

Kitaptan bana bir de güzel bir Oktay Rıfat şiiri kaldı:

"Sofalar seninle serin
Odalar seninle ferah
Günüm sevinçle uzun
Yatağında kalktığım sabah

Elmanın yarısı sen yarısı ben
Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir."