Bu Blogda Ara

27 Nisan 2022 Çarşamba

Benden Selam Söyle Anadolu'ya - Dido Sotiriyu

 

“Ekimle kasım, incir aylarıydı; Zahari'nin ambarında biraz
para kazanmak böylece mümkün oldu. Usta eller isteyen bir işti bu; yalnız Rumlara emanet ediliyordu birinci kalite yemişler. Türkler, bizden ayrı, düşük evsaflı incirlerle uğraşıyorlardı. Memleketin en iyi incirini, Avrupa ve Amerika'ya ihraç edilmek üzere küçük sandıklara yerleştirmekle görevliydik. Lokum gibi, dört köşe bir incirdi bu ...

 Aydın' dan ilk incirleri getiren trenler, defne·ve mersin dallarıyla süslü olurdu hep. Tren, Funda istasyonuna girince askerler selama durur ve kuru sıkı ateş ederlerdi. Yeni incir şerefine yeni sikke keserdi hükümet. Yeni sekiz kuruşluklar ve gıcır gıcır mecidiyeler kaplardı piyasayı...”

Bu satırlar 1909 yılında Aydın’da doğmuş Rum yazar Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” özgün ismiyle “Kanlı Topraklar” adlı  1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan dostluk ödülünü alan  kitabından.

Yüzyıllardır dostça, kol kola yaşadığımız Rumlarla nasıl kanlı bıçaklı olduğumuz, nasıl gözümüz dönmüşcesine birbirimize kıydığımız, romanın kahramanı Manoli Aksiyotis adlı çocuğun ağzından anlatılıyor. Köylünün binbir emekle yetiştirdiği ürünü ucuza kapatmaya çalışan tüccarları, büyük toprak sahiplerini, kaçakçıları, kabadayıları ile Aydın ve İzmir‘i tanıyoruz. Efes yöresinde şu anda ismi Şirince olan ve o yıllarda Aydın vilayetine bağlı Kırkıca'da yaşayan Manoli Aksiyatis bir Anadolu Rum köylüsüdür. Komşu Türk köyleriyle gayet kardeşçe yaşayıp giderken önce Balkan Savaşlarıyla sonra 1. Dünya Savaşı ve nihayetinde Kurtuluş Savaşı'yla biten dostluğun hikayesidir anlatılan.

"İki halk aynı toprak üzerinde bir arada doğup büyümüştük ve yüreğimize sorarsanız, ne onlar bizden nefret ediyordu, ne de biz onlardan!"  Peki ne oldu da kardeşçe yaşayan bu halklar birbirine kıymak zorunda kaldı? "Bütün bunların altında gizlenen şey nedir biliyor musun Aksiyatis? Petrol, kömür, demir, krom... Yani, Anadolu'nun el değmemiş servetleri üzerinde yabancıların kurmak istedikleri tekel!"  Kitaptaki kahramanlardan Nikita'dan duyduklarımız duruma gayet açıklık getiriyor. Dağılmak üzere olan Osmanlı'dan her güçlü devlet bir pay almak istiyor ve bunu da milliyetçilik duygularını kabartıp bağımsızlığını yeni kazanmış olan Yunanları maşa gibi kullanarak yapıyorlar. Anadolu'nun ticaretine daha hakim olan Rumlar ve Ermeniler üzerinden kanlı oyunlarına başlıyorlar.

Çağdaş Yunan edebiyatının önemli yazarlarından, özellikle ülkesinde kadın hakları mücadelesinde ön saflarda yer almış biri olan Sotiriyu, 1909 yılında Rum bir ailenin kızı olarak Aydın’ın Şirince kasabasında dünyaya geldi. (Şirince, cumhuriyet döneminde İzmir vilayetine bağlandı.) Çocukluk yıllarını Şirince, Aydın ve İzmir çevresinde geçirdi. 1922 yılında İzmir ve çevresinin Yunan ordusu tarafından işgal edilmesi nedeniyle, tüm Anadolu Rumları gibi, Sotiriyu Ailesi de, büyük zorluklarla karşılaştı. Nihayet mübadele ile aile Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldı. Göçmek zorunda kalmanın verdiği acılar ve ailesinin kısıtlamaları yüzünden zorlu bir hayat geçirdi.  Ailesinin karşı çıkmasına karşın öğretim üyesi oldu. 1986‘da Livaneli ve Teodorakis‘in girişimiyle kurulan Türk-Yunan Dostluk Derneği kurucuları arasında yer aldı. 2004 yılında hayata veda etti.

Aydın’da geçen çocukluğunu Sotiriyu şöyle anlatıyor: “Babam sabun yapımcısıydı. Çocukluk yıllarımda ailemle birlikte doğduğum Aydın ilinde yaşadım. 1922 yılında Anadolu’dan ayrılarak Yunanistan’a amcamların yanına gelmek zorunda kaldım. Ailem daha sonra göçtü. İlk çocukluk yıllarımın anıları belleğimden silinmiyordu. Babamın arkadaşı Talat Beyler, sokakta oynadığım Rum ve Türk çocukları bugün bile aklımda. Yaşadığım günlerin, duyduğum gerçek olayların o kadar etkisi ve büyüsü altında kalmıştım ki, bu konuyu ele alan kitap yazma arzusu içimde çığ gibi büyüyordu.  1962 yılında “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı kitabım yayımlandı. Kitapta geçenler tamamen tarafsız bir gözle yazıldı. Kitabımın Türkçeye çevrilmesinden sonra Türkiye’den birçok yazar ve okurumdan tebrik telgrafları aldım.”

Sotiriyu‘nun romanında asla kaba bir Yunan milliyetçiliği yok, Türkleri de düşman bellemiyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda; “Bir tek düşman vardır: Düşman, ne Türklerdir, ne de Yunanlar! Düşman, savaştır. Savaş ve onu körükleyen çıkarlar“ diyor. Yazar, roman boyunca dönemin emperyalist güçlerinin Anadolu‘nun zenginliklerinden pay kapma savaşını anlatıyor bize. “Anadolu‘nun zenginliklerini ellerinde tutan Hıristiyan halkların ortadan kalkması gerekiyordu; Önce Almanların daha sonra da müttefik kapitalistlerin  yayılıp gelişmelerine engeldi çünkü bu halklar.

Kitapta bir başka dikkatimi ve ilgimi çeken ise o yıllardaki Aydın incirinin, zeytininin ve üzümünün kalitesinin, güzelliğinin anlatılışı. “…Bir tek kaygısı vardı babamın, eksik olmasın, arazisi durmadan genişlesin isterdi; ve gittikçe daha çok zeytin ağacı ve gittikçe daha çok meyve ağacı ve gittikçe daha çok incir ağacı bulunsun elinin altında..  Buğdayla arpa yetiştiği vakit, tarlalarımız altın yaldızlı bir denizden farksız olurdu. Bizimkiler gibi verimli, dalları ürün bolluğundan yerleri yalayan, özsuyu dolu, yusyuvarlak, simsiyah, pırıl pırıl zeytinli ağaca başka hiç bir yerde rastlayamazdınız. Yavaş ama sağlam bir gelir kaynağıydı zeytinyağı. Ama incir ... köylünün kemerini altında dolduran incir! Sadece Aydın ilinde değil, bütün Doğu'da, Avrupa ve Amerika'da bile ün salmıştı incirlerimiz. Derisi var mı, yok mu anlayamazdınız, öylesine inceydi; Anadolu'nun o canım güneşiyle ballanmıştılar.”

Bizim yeterince kıymetini bilemediğimiz cennet meyvelerimizin başkalarınca işlenmesi, birinci sınıf ürünleri Avrupa’ya gönderirken Türk halkının kalanla yetinmesi. Hala öyle değil mi? Zamanında adına sikkeler basılan üzümümüz, zeytinimiz, incirimiz şimdi ne haldeler? İtalya, İspanya, Yunanistan zeytincilikte bizi geçmiş durumdalar. Biz ise zeytin ağaçlarımızın üzerine beton dökmeye devam ediyoruz. Zeytin ağaçlarının arkasından ağlamak isteyen Aydın-Denizli otoyolu güzergahına bu hafta sonu bir gezinti yapsın,  Şahnalı’da, Yeniköy’de, Kozalaklı’da cenazeleri kaldırılan asırlık zeytin ağaçlarının ruhlarına dua etsinler. Daha acı olan şey ise, kesilen ağaçlarının parasını alan köylünün klavye başındaki bizler kadar bile bu ağaçlar için çok da üzülmediğini görmek. Sen paranı aldın helalleştin ama o ağaçlar insanlıkla helalleşmedi. Yazık. Cennet Aydın Ovası. Tarihte ne savaşlar gördü. En sonuncusuna yenildi. Paraya yenildi. Betona yenildi.

Şöyle bitiriyor kitabını yazar: “Kardeşler, dostlar, hemşeriler! Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendini! Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden Selam Söyle Anadolu’ya! Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin! Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!”

Ben de yazımı şöyle bitirmek istiyorum: Eyy! bu toprakların süsü, binlerce insanımızın gelir kaynağı, Aydın’ın kutsal meyvesini veren zeytin ağacı! Toprağına beton döktük diye bize garezlenebilirsin.

20 Nisan 2022 Çarşamba

Kürklü Kişi - May Sarton

Bu kitaptaki hikâye Amerikalı ünlü yazar, şair May Sarton’ın kendi kedisi Tom Jones’un başından geçen gerçek maceralardan oluşmaktadır.

Kitabın önsözünde yazar May Sarton, "Umarım ki bazı büyükanneler Kürklü Kişi'yi yüksek sesle okurlar, çünkü o, bu niyetle yazılmıştı."

Adsız sansız, bağımsızlığına şiddetle düşkün bir sokak kedisi süregeldiği derbeder hayattan yavaş yavaş sıkılır ve rahat bir yuva karşılığında özgürlüğünden feragat etmenin cazip olabileceği düşüncesi aklında yer etmeye başlar. Birtakım denemelerden sonra karşısına çıkan ev ile sakinlerinin sesi, bu fikrinin uygulanabilir olduğunu gösterir kendisine. Ve işte bu yeni yuvada bir sokak kedisi önce bir Beyefendi Kedi’ye, en sonunda da Kürklü Kişi’ye dönüşür...

“Judy ve ben, [...] 1950’lerin başında birkaç yıl [...] kiralık bir evde oturduk. Judy üniversiteden bir yıl süreyle izin aldığında, kiracısı olduğumuz evi Vladimir Nabokov ve güzel karısı Vera’ya kiraladık. Evde kaldıkları süre boyunca Tom Jones’u el üstünde tutulan bir pansiyoner olarak kabul etmeye memnuniyetle razı oldular. Beyefendi bir kedi için, iyi kalpli Vera ve kedisever Vladimir ile böylesine saygın bir aileye kabul edilmek ne talih! Ve de kedi lisanının Rusçaya tercüme edilmesini işitmek.”

"Bir Beyefendi Kedi, bir insan tarafından sahiden sevildiği zaman bir Kürklü Kişi olur."

"Uygun yoga hareketlerini yaparak kapının önünde yeterince uzun zaman oturulursa kapının açılacağı iyi bilinen bir gerçektir."

"..Üçüncü emre göre, bir Beyefendi Kedi, ne kadar aç olursa olsun, yemeğine hiç telaş etmeden, belli bir mesafeden usulca yaklaşmalı, onu uzaktan koklamalı ve asgari bir metreden, yargısının ne olacağına karar vermelidir. İyi, Orta, Geçer veya Değmez. Verdiği hüküm 'iyi' olursa, yemeğine usulca yaklaşacak, çömelmiş vaziyette oturacak ve bir lokma almadan önce kuyruğunu gövdesi etrafında kıvıracaktır. 'Orta ise', çömelecek fakat kuyruğunu yere  uzatmış halde arka tarafta bırakacaktır. Hüküm sadece 'Geçer' ise, ayakta  durarak yiyecek ve eğer 'Değmez' olursa, üstünde toprağı eşeleme ve onu gömme törenini icra edecektir."

Hoşgör Köftecisi - Orhan Veli

Güzel şiirleri ile öne çıkan Orhan Veli öyküleri ile öne çıkamadı bence. Çıkmaması da iyi olmuş. Şair Orhan Veli daha iyi. 
Orhan Veli'nin öykülerinden oluşan bir kitap Hoşgör Köftecisi. Merak ettiğim ve kısa bir kitap olduğu için okudum ama çok da keyif vermedi. Belki siz seversiniz.

Alıntılar ise şöyle. Evet biraz zorlama:

"İnsan bütün ömrünü bir hayal peşinde tüketebilir."
Sevme” sözü de geniş bir söz. İnsan bir yemeği seviyor, bir rengi seviyor, bir kadını seviyor."

"..Ah, biz küçük burjuvalar, ne sahte, ne yaldızdan ibaret insanlarız. Her şeyimiz yalan. En küçük yalanı, düpedüz yalan söylediğimiz zaman söyleriz. Ya söylemediklerimiz? Korkunç."

"..Kimi adamlar derler ki: "Aşk, insanı güzelleştirir"miş. Orasını bilmem; ama iş güzelleştiriyor."

27 Mart 2022 Pazar

Otostopçunun Galaksi Rehberi - Douglas Adams

 8 Mart 1978’de BBC radyo 4’de saat 22.30’da bir radyo oyunu olarak ilk bölümü yayınlanan bu hikaye zaman içerisinde hiç kimsenin düşünemeyeceği bir efsaneye dönüşmüş. Radyo oyunları o kadar çok ilgi görmüş ki daha sonra bu hikâye kitaplaşmak zorunda kalmış. İlginin büyüklüğü serinin devamlarının da yazılmasına ve 5 kitaplık harika bir eserin ortaya çıkmasına neden olmuş.

Bilim-kurgu, absürt bilim kurgu severler için güzel kitap. Bilim-kurgunun görsel olanını daha çok sevdiğimden konuya tam odaklanamamış olmam yüzünden belki de ben açıkçası kitabı zorlukla bitirdim. Yazar tarafından zorlukla yazılan dördüncü bölümü özellikle. 

Benim gibi kütüphanesinde binlerce kitap olan birinde mutlaka olmalıydı diye almıştım ama büyük bir zevkle okuduğum söylenemez. Ama çok seveni var ve kült bir eser. Seri beş kitaptan oluşuyor: Otostopçunun Galaksi Rehberi, Evrenin Sonundaki Restoran, Hayat, Evren ve Her Şey, Elvede ve Bütün O Balıklar İçin Teşekkürler, Çoğunlukla Zararsız. Ayrıca buradan yazarı değil de özellikle çevirmenleri tebrik etmek isterim. Böyle bir absürd hikayeyi çevirmenin gerçekten zor olduğunu düşünüyorum çünkü.

Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin başında, bir Perşembe sabahıdır ve ortalama bir İngiliz vatandaşı olan Arthur Dent kötü bir gün geçiriyordur. Otoban geçişine yol açmak için evi yıkılmak üzeredir. Buldozerin önüne uzanmak ve tartışmak hiçbir işe yaramıyor gibi görünüyordur. Kısa süre sonra bunun pek de önemli olmadığını öğrenir çünkü Dünya, Vogons denen bazı kötü uzaylı yaratıklar tarafından yok edilmek üzeredir. Görünüşe göre Dünya, yeni bir hiper uzaysal ekspres yolun geçişi için temizlenmelidir. Bu kötü haberlerin taşıyıcısı, Arthur’un her zaman işsiz bir aktör olduğuna inandığı yakın arkadaşı Ford Prefect’tir. Ford, aslında, 15 yıldır Dünya’da mahsur kalan bir uzaylıdır. Bununla birlikte, gezegenin yıkımından kurtulmak için bir planı vardır: Vogon Constructor Fleet uzay gemilerinden birine otostop çekmek. Ve tam olarak da bunu yaparlar.

Bu arada galaksinin başka bir yerinde, Galaktik Başkan Zaphod Beeblebrox yeni, çok gizli bir uzay gemisi olan Altın Kalp’i çalmakla meşguldür. Zaphod, bir kalabalığın önündeki açılış töreninde gemiyi alıp götürür. Yanında, yakın zamanda Dünya’dan gelen bir Dünyalı kız Trillian ve kronik olarak depresif bir robot olan Marvin vardır. Zaphod ünlü (ve muhtemelen tamamen efsanevi) Magrathea gezegenine doğru ilerliyordur. Yolda, beklenmedik bir şekilde, Vogon uzay gemisinden uzaya fırlatılan Ford ve Arthur’u gemisine alır.

Bazı alıntılar ise şöyle:

"Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı. Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. Bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu  genellikle yeşil renkli küçük kağıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. Bu da tuhaftı çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kağıt parçaları değildi."

“Gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler.”

Ford Prefect bir an önce bir uçan dairenin gelmesini çok istiyordu, çünkü on beş yıl herhangi bir yerde mahsur kalmak için bile uzun bir zamandı; özellikle dünya gibi hayal bile edilemeyecek derecede sıkıcı bir yerde.

"Zaman bir yanılsamadır. Hele öğle vakti iki misli yanılsamadır." 

"Şimdi ölmek istemiyorum! diye bağırdı. 'Hala başım ağrıyor! Cennet'e baş ağrısıyla gitmek istemiyorum, bütün aksiliğim üstümde olacak ve Cennet'in tadını çıkaramayacağım."

18 Mart 2022 Cuma

Abdülhamit Döneminde Sansür - Cevdet Kudret

Sansür sadece günümüzde değil bundan neredeyse 130 yıl öncesinde de bu ülkenin aydınlarının ve yazarlarının başının derdiydi. Özgürlüklerin, kendi tahtlarına mal olacağını düşünen iktidar sahipleri her dönemde var olmuştu. Cevdet Kudret'in bu kitabında Abdülhamit dönemindeki gazete ve matbuattaki sansür örnekleri üzerinde ayrıntılı olarak duruluyor. 

1977 basımı Karacan Yayınlarına ait kitaptan alıntılarım da aşağıdaki gibidir: 

"Evleri basmak,kişileri sürmek, gazeteleri kapatmak, toplantıları yasaklamak vb. gibi eylemlerle otuz üç yıl sürecek ve gittikçe şiddetlenecek olan baskılı yönetim, Abdülhamit'in tahta çıkışından aşağı yukarı bir yıl sonra işte böyle başlamış, toplumun özellikle aydın kesimini kasıp kavurmuştur."

"Abdülhamit devrinde sayısı ve kimlikleri aşağı yukarı bilinen resmi sansür memurlarının yanında, sayısız binleri aştığı anlaşılan ve 'curnalcı' diye anılan gönüllü sansürcüler de vardı...'Gönüllü sansürcüler' diye andığım curnalcılar, sarayca hoşa gitmeyen yazarların, (Namık Kemal, Ziya Paşa, vb) yasaklanmış kitaplarını okuyan ve satanları curnal ederlerdi."

"Sansürün eli yalnız siyaset ve sanata değil, bilime dahi uzanıyordu. Bir incelemecinin anlattığına göre.

Genel tarih yasak, Abdülhamit'in adını ilk harflerini meydana getiren harflerden birleşik bazı kimya ve matematik formülleri yasak; sözgelimi, hiç kimse AH=O yazamazdı; çünkü bunun 'Abdülhamit=0' biçiminde yorumlanması olasılığı vardı...Abdülhamit, memleketteki çok hafif kültür ve öğrenim ışığını söndürmek için her şeyi yapardı."

6 Mart 2022 Pazar

Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir

Filminin yakıldığını biliyor ve çok uzun zamandan beri kitabını okumak istiyordum. Milli mücadele dönemini anlatan güzel romanlardan biri. 

Esir Şehir Üçlemesi’nde Millicileri İşgal Kuvvetleri’nin baskısı altındaki İstanbul’da anlatan Kemal Tahir, ‘Yorgun Savaşçı’da onları Anadolu’ya gönderir. ‘Yol Ayrımı’nda yan karakterlerden biri olarak karşımıza çıkan Cehennem Topçu Cemil, ‘Yorgun Savaşçı’nın baş kahramanıdır. İstanbul’a geldiğinden beri, bir türlü üzerinden atamadığı yorgunluğu sanki dinlendikçe çoğalan Cemil, bir yandan aşık olup evlendiği teyze kızı Neriman ile her şeyi bırakıp uzakta bör köyde yaşamayı isteyecek kadar bıkkın; diğer yandan Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’de ön saflardayer almayı isteyecek kadar da cesurdur. 1919 ve 1920 yıllarında İstanbul’daki örgütlenmeleri ve Anadolu direnişini anlatan ‘Yorgun Savaşçı’, Cumhuriyet’in kuruluşuna giden sürecin romanı olarak da okunabilir.

"...Şu dünyada girmediğin savaş kalmadı da ne oldu? İngiliz'e yenildiniz, bunca  düşmanı memlekete doldurdunuz!..Çanakkale'de bu kadar insan öldü, o gün sokmadığınız gemiler, şimdi Beşiktaş önünde yatıyor."

"Ne büyük suçmuş hürriyet getirmek."

"Bir memlekette halkın kahraman anlayışı eşkıyadan yukarı çıkmamışsa, o memlekette insanların çoğunluğu soyguna biraz yatkın demektir."

"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."

"Ölen dev, Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Çıplak gövdesi, tepeden tırnağa yara içindeydi. Kolları bacakları iki yana açık, arka üstü yere serilmişti. Samsun'daki Pontus çetelerinden Kafkasya'da Antranik'in Ermeni ordusuna, Musul'daki İngilizlerden Adana'daki Fransızlara, Antalya'daki İtalyanlardan Manisa'daki Yunan'a kadar her yanını bir canavar didikliyordu. Başına demir tırnaklı kartallar çullanmıştı. Anzavur gibilerse kangren olmuş yarasının kurtları... Hâlâ tek parça görünen gövde, içinin içinden dağılmaya başlamıştı."

“ 'İzmir’in yolu Samsun’dan mı geçer?' dedim. 'Kestirme yolu bu mudur?' diye alay ettim. Düşünüyorum da, akıldan yana biz nerdeyiz, Mustafa Kemal nerde? İstanbul’dan 16 Mayıs’ta yola çıktı: Yani, İzmir’e Yunan’ın girmesinden bir gün sonra... Neden Samsun’a gideceğine, Bandırma'ya gelmedi? Çünkü gerçek komutanlar durumun özelliğine göre burda yıldırım olup yakmaktansa; ordan gürlemenin daha etkili olduğunu bilirler! "

"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."

"Biz tembelliğe vurduğumuzdan bu cennet vatanın üstünde sürünmekteyiz. İş bilir ellere geçse bak neler olur..."

“Peki ne zaman değiştik böyle biz? Yavaş yavaş mı kancıklaştık?.. Baskına uğramış gibi birdenbire mi? Neden değiştik? Kadınları yem olarak kullanmak neyin nesi? Kendi yurdumuzda Rum evlerine sığınmak...Sırtımızda kadın çarşafları, kaçacak delik aramak... Bunca ölmek, bunca öldürmek boşa mı gitti, bu kadar?”

"Tehlike yaklaştı mı, önce zenginler savuşuyor, sonra, gittikçe hızlanıp kalabalıklaşarak orta halliler..."

Theogonia & İşler ve Günler - Hesiodos

Yunan didaktik şiirinin ilk örneği kabul edilen İşler ve Günler'de ise ozan, insanlık tecrübesine adalet, erdem, çalışma, cömertlik, hak, hukuk, düzen ve doğruluk gibi kavramların gerçeğini söyleyerek dokunur; tarım, denizcilik işlerine dair işlevsel bilgiler sunar; ayın uğurlu ve uğursuz günlerini sıralar.
Hesiodos ‘un adalet, çalışmak, doğruluk gibi kavramlar üzerine düşüncelerini aktardığı ve ayın hangi günlerinde neler yapılmalı, tarım, evlilik, komşuluk gibi yaşama dair meselelerde öğütler  verdiği bölüm. Hesiodos’un kardeşi Perses işe yaşadığı miras kavgası öğütlerin çıkış noktası gibi.Ayrıca Theogonia da değindiği Pandora efsanesine bu bölümde daha ayrıntılı değiniyor ve insanın yaratılışından bahsediyor.
Hesiodos (y. MÖ VIII. yüzyıl): Kullandığı dil, yapıtlarının taşıdığı bazı karakteristik özellikler, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Hesiodos'un Aiol ve İon kökenli olduğunu göstermektedir. Büyük ozana ait olduğu kanıtlanmış iki önemli eserden biri olan Theogonia, evrenin yaratılışı, tanrıların doğuşu, tanrıların ve tanrısal varlıkların soyları gibi Yunan kozmolojisini kuran meseleler ile belli başlı Yunan efsanelerini konu alan epik bir eserdir. Yunan didaktik şiirinin ilk örneği kabul edilen İşler ve Günler'de ise ozan, insanlık tecrübesine adalet, erdem, çalışma, cömertlik, hak, hukuk, düzen ve doğruluk gibi kavramların "gerçeğini" söyleyerek dokunur; tarım, denizcilik işlerine dair işlevsel bilgiler sunar; ayın uğurlu ve uğursuz günlerini sıralar. Bu bilgece öğütler Anadolu insanına yabancı gelmeyecektir, zira konuşan sadece Hesiodos değil, aynı zamanda Akdeniz halklarıdır.
Azra Erhat'ın incelemeleri ile harika bir yayın olmuş. Okunmalı.

"ilk olarak kendi işine bak,
daha sonra başkalarıyla ilgilen!
kavga daha sonra edilir
eline geçen fırsatı harcama
bu yüzden önce kendi işimizi halledelim perses"

Güzel öğütler vardır:

mutlu ölümsüzlere gereken saygıyı göster.
arkadaşına kardeşim deme hiçbir zaman,
dersen, kötü davranamazsın artık ona karşı.
ve güzel konuşayım derken yalan söyleme.
kardeş dediğin kötü söyler, kötülük ederse,
öcünü iki katlı almalısın ondan.
sonradan dostluk kurmak isterse seninle,
af dilemeye kalkarsa, kabul et.
demek zavallı bir insanmış
dostlarını bir orada bir burada seçen.
açık davran, yüzün yüreğinin aynası olsun.
ne konuksever desinler sana, ne konuksuz,
ne yoksul dostu, ne de büyüklerin düşmanı.
insan yüreğini yıpratan kör olası fakirliği
kimsenin yüzüne vurma hiçbir zaman,
ölümsüz tanrıların bir cilvesidir bu.
kendini tutan dil hazinedir insan için,
ölçülü dil ise dillerin en değerlisidir.
kötü söyleyene başkası daha kötü söyler.
ortak masraflı şölenlerde surat asma:
keyfin daha büyük, masrafın daha az olur.
gün doğarken ellerin kirli olmasın sakın
zeus'a da öbür tanrılara da şarap sunarken.
yoksa dinlemezler seni, duaların boşa gider.
ayakta su dökme güneşe karşı,
hele gün battıktan sonra sabaha kadar
ne yola işe, ne yol dışına,
soyunup dökünsen bile:
geceler ölümsüz mutlularındır.
tanrılara saygısı olan saklanıp çömelir,
ya da kapalı bir avlu duvarına sokulur.
sonra evinde ocak yakınında
ayıp yerlerini yıkanmadan gösterme sakın.
cenaze dönüşlerinde çocuk yapayım deme,
bu işi kutsal bayram dönüşlerinde yap.
durmaz akar güzelim ırmaklardan geçerken
ayaklarını suya sokmadan önce dua et
gözlerini akıntıya dikerek,
ve tertemiz pırıl pırıl sularda ellerini yıka.
içini ve ellerini yıkamadan ırmaktan geçen
tanrıların öfkesini geçer üstüne, başına dert açar.
kurban törenlerinde tırnaklarını kesme sakın,
hele kara demirle kuruyu yaştan ayırma.
maşrapayı küpün üstünde bırakma
şarap içerken, uğursuzluk getirir.
ev yaparken çıkıntı bırakma hiçbir yerinde ki,
kuzgunlar konup ötmesinler kötü kötü.
önce tanrılar için kullanılmamış kaplarda
ne yemek ye, ne yüzünü yıka, bu da bela getirir.
on iki yaşında bir çocuğu
kutsal şeyler üstüne oturtma, iyi değildir,
erkekliğinden hayır gelmez o çocuğun;
on iki aylık da olsa, sonu kötü olur.
bir kadının yıkandığı suda
bir erkek yıkanmamalı hiçbir zaman.
bundan da kötülük gelir, bir zaman için de olsa.
kurban etlerini yıkarken
tanrı sırlarıyla eğlenmeye kalkma:
bu da pek kızdırır tanrıları.
kaynak başlarında işeme sakın,
ne de ırmakların denize döküldüğü yerde,
oralarda yıkanmaya da kalkma, iyi değildir.
bunları yap ki, insanlar kötü demesinler senin için;
insanın adı çok kolay kötüye çıkar,
ama sonra çok zordur herkesin dilinden kurtulmak.
ün dediğin kolay kolay ölmez,
hele büyük kalabalıklara yayıldığı zaman.
ün de bir tanrıdır ölümsüz."