Bu Blogda Ara

25 Temmuz 2023 Salı

Dünyadan Bir Atlı Geçti - Bekir Yıldız

Kitaplığımda bulunan bir kaç tane Bekir Yıldız kitabından birisi gözüme takılıp duruyordu.  Birinden başlayayım dedim. Dünyadan Bir Atlı Geçti.Kitap, 9 adet kısa öyküden oluşuyor.

"Duvardaki Güneş, Dünyadan Bir Atlı Geçti, Bir Nazlı Vardı, Bir Yeryüzü Parçası, Güllüşan, Ölü Soğumadan, Ateş, Hacer Nine, Bir Günün Ölüleri, Dilsizin Anlatamadıkları. Öykülerde işçi, köylü gibi alt gelir grubu işlenmiş genelde ve  karamsarlık hakim. İçim karardı okurken dostlarım."

"Geride kalan kendinizi düşünün. Söyle bacım, sen söyle ağam, bu dünyadan bir tat alanınız var mı ki, ölenin ardına ağıda oturursunuz?"

"Şimdi ,şurada,göğe bakarken -hem de aç,susuz- kuşların buralara neden gelmediğini anlıyordu. Bir tek ağaç bile yoktu konmaları için."

"Şu meydan, belki de başka bir kentte böylesi bir meydan... Toplama kampları... Bir milyon. İki milyon. Üç milyon. Ve başka milyonlar. Üst üste insanlar. Toplama kampları... Fırınlar... kürekle atılan kömür gibi insanlar... Itilmeleri, küme küme fırlatılmaları kolay. Serçe kadar, tüy kadar kalmış her biri. Seviniyor kimi altta kalanlar. Gaz fırınlarında ölmenin sırası, altta kalanlara, üç beş saniye sonra geliyor çünkü.."

"Ansızın bir yumak sevinç filizleniyor adamın yüreğinde. Çalıştığı yer karanlık çünkü. Uykusuz gözlerini, ağladığını kimseler göremiyecek böylece."

Düşün Yazıları (Bütün Eserleri-6) - Halikarnas Balıkçısı

Azra Erhat'ın baskıya hazırladığı Düşün Yazıları, Halikarnas Balıkçısı'nın, uygarlık tarihinin anıt ülkelerinden Anadolu'yu en ilginç boyutlarıyla sergileyen incelemelerini, yorumlarını ve özgün sentezlerini içermektedir. Deneme türündedir. Dini konularda güzel tespitleri var. Severek okudum.
Azra Erhat kitabın başında yazdığı önsözde şöyle diyor:
"  'Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı' adlı derlemenin önsözünde Balıkçı'nın mektupları arasında bilimsel konulara ayrılmış, mektup  sayılamayacak yazılar bulunduğunu, bunları bir ikinci derleme için alıkoyduğumu yazmıştım. Bu söz okurlar arasında epey dikkat çekti, yıllardır benden bu yazıları isteyenler var. ..Bilimsel diye nitelediğim yazılar arasında bana yazılmışlar, Sabahattin Eyüboğlu'na, ya da her ikimize hitap edip de Balıkçı'nın bir yerde yayınlanmasını istediği bize gönderilmiş yazılar vardı...Asıl amacım tam anlamıyla eleştirel bir yayın denebilecek bir kitap hazırlamaktı. Bu iddialı ve kapsamlı çalışma henüz gerçekleşmiş değildir, ama elde bulunan ve yıllarca temize çektiğim yazıları da uyutmanın bir anlamı yoktur düşüncesi ile bu ilk derme vb. konulu yazılarını bir başka derlemeye bırakıyorum." 

Alıntılarım var tabi ki:
“Yazının başında laikliğin papazlık karşıtı olduğu anlatıldı. İslamlık aslında laik idi. Çünkü dini tekeline alan bir papazlık örgütü yoktu. Ama yobazlığın papazlaşmasıyla din kafalarda dar çerçevesinde betonlaştırılıp donduruldu. Bunun için laiklik gerekti. Din anlayışına yobazlığın çektiği ilk set Kur’an ve hadislerin -kimsenin anlamadığı- Arapça okunmasında direnmesidir.”

"İslamlığın baş suresi Fatihadır. Orada Tanrı’dan ekmek şu bu istenmez. Çünkü akıl vardır. İnsanoğlu aklıyla ekmeğini yapar.”

“Bugün Türkiye’de bu namaz kılınıyorsa kılanlar bu haklarını “Milli Misak”la yurda bağımsızlığını sağlamış olan Atatürk’e ve milli orduya borçludur."

“Canlı insanın canının başlıca düşmanı ölümdür. Hâlâ çocuklar gecenin karanlığından, mezarların hortlaklarından korkarlar, çünkü çocukluk yabaniliğe en yakın çağdır.”

“Frenk dillerinde “person” sözü kişi demektir. Bu söz Etrüskçeden alınmadır, Etrüskçede kişi değil, maske demektir. Zaten kişi kuru soğana benzer, kabuk üstüne kabuk maske üstüne maskedir."

24 Haziran 2023 Cumartesi

Gözbağı - Erol TOY

Gözbağı, ülkemiz işçi edebiyatının öncü ve başarılı örneklerinden önde gelenidir. Erol Toy’un kaleme aldığı roman, işçi sınıfının politik sahnede kendini hissettirdiği bir dönemde(1976) emeğimizle var ettiğimiz dünyayı görmemizi engelleyen gözbağımızı nasıl söküp atacağımızı anlatıyor.

Gözbağı, işçileri mücadeleden alıkoyan korkuların nasıl aşılacağını, işçi sınıfının mücadele tarihinden örneklerle anlatıyor. 

Romanın baş karakterlerinden Hüseyin, henüz 18 yaşında işçiliğe başlamış, genç bir işçidir. Onun işçiliğe başladığı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında işçilerin sendika, sigorta, iş yasası ve emeklilik gibi hakları yoktur. Fakat yasaklara rağmen tütün, tersane ve dokuma fabrikalarında çalışan işçiler, insanca yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri haklar talep etmektedirler. Ücretlerinin düşürülmesine karşı çıkan İstanbul tramvay işçileri de yasak olmasına rağmen iş bırakıp, greve çıkarlar. Hüseyin’in roman boyunca okuyacağımız işçilik hayatı bu grevle başlar.

Erol TOY adını geç duyduğum bir yazar. İlk okuduğum kitabı Göz bağı oldu. Bu kitapla göz bağımızı çözdük artık sıra diğer kitaplarında. Güzel kitap ama konu biraz fazla uzatılmış sanki. Yine de bulun okuyun derim. 

"Ama, biz işçiyiz oğul... Kafamız kalındır az biraz. Ne kolay girer bir şey kafamıza, ne de bir yol girdi mi, bir daha çıkar... O yüzden gün gelip gözbağımız açıldı mı bir kez, her bir şeyin anhasını minhasını çözüveriririz. Çünkü görürüz sömürünün an damarını. Bizim yüreğimizden kan çaldığı için. Ve söküp atarız vantuzunu yüreğimizin ortasından."

"-Senin avunmaya ihtiyacın yok,- diye söze girdi Halil Bey. -Yaptığın işi, yapmak zorunda olduğundan burdasın. Ve burda olman, senin suçun değil, asıl suçlu olanlar bizi buraya getirenlerdir. Ve böylelikle kendi suçlarını örteceklerini sanıyorlar. Oysa kendi gözlerini köreltip, kendi vicdanlarını susturmadıkça, üstlerinden atamazlar suçlarını. Bu bile yetersizdir. Biz kimin suçlu kimin  haklı olduğunu biliyoruz. Ve önemli olan da bizim bilmemizdir. Öyle değil mi baba?"

"Ne sıvışmaktır bizim işimiz ne de yanlışlarımızdan ürkmek. Doğruyu bulmanın yolu, yanlışın nerede olduğunu bilmek, bilmiyorsak bulup çıkartmaktan geçer."

"-Attığımız her tohumun, ilerde ulu çınarlar olduğunu söylüyorsun apaçık. Umutlandırıyorsun beni baba.- dedi Halil Bey sevecenlikle.

"-Eh işte bizimki de bir umut. Bir de bu topluma karşı borcumuzu ödemenin sevinci Halil Bey. Yoksa toprak olmayınca, tohum neylesin."

"Ne buyuruyor Gazi Paşamız! İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz...Neden? Hepimiz yoksuluz da ondan...Öyleyse biz, yoksullukta, imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz. Zenginlikte değil!"

"Pederşahi şartlar içinde eşit sayılırız. Herkesin topluma gücü kadar verip, kendine yetecek kadar alması, geleneğimiz bizim. Adına da imece diyoruz...Karşılıksız yardım gibi kullanır kimi. Hiç bile değil. Bir zarurettir. Onlar anlatıyor. Biz düşünüyoruz. Ev yapmaktan, ekin biçmeye, kilim dokumaktan ekmek pişirmeye o ortak düzenin daha gelişmesini anlatıyorlar. İşte cennet burası... Herkesin verebildiğince, herkese yeterince diyoruz. Tek özlemimiz, toprak belki."

"Hazreti Muhammed, toprak onu işleyenin, su onu kullananın, demiş. Devrimci yoldaşlarımız da bunları söylüyorlar. Hatta ilerde devrimle birlikte Lenin de bunu haykırdı ilk olarak." 

10 Haziran 2023 Cumartesi

Anadolu Notları I-II - Reşat Nuri GÜNTEKİN

 Reşat Nuri Gültekin'in, Anadolu'nun sosyal ve kültürel hayatıyla ilgili çeşitli gözlemleri. Yazar, Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği sırasında, uzun yıllar boyu Anadolu'da yaptığı gezilerin sağladığı gözlemlerinden bir bölümünü bu kitapta toplamıştır. Özellikle Anadolu'da sık sık rastlanan tuluat tiyatrolarına da değinilen kitap, yazarın çeşitli yazılarından oluşuyor.


"Seyahat kitap ve makalesi yazmak, son senelerde bütün dünyada bir moda haline gelmiştir, ömrümde bir kere ben de kendimi modaya uydurarak bu notlardan bir yazı serisi çıkarmayı düşündüm" diyor yazar.

"Bu başlangıç, bana uzunca bir dert dinleyeceğimi zannettirmişti. Öyle olmadı. Hakiki bedbahtlar, hakiki fakirlere benzerler; sefaletlerini birdenbire açığa vurmaktan utanç duyarlar." 

"Edebiyatçılar ümidi daima ışık şeklinde tasvir ederler, fakat o, pekala insana bir karaltı şeklinde de gülümseyebilir." 

"Bu tedbirlerden maksat hastalığı dostlara ve doktora duyurmamaktı. Çok şükür, medeni adamın; doktordan bana bir zarar gelmesinden korkmam. Yalnız şu var ki doktor işe el koyduğu gibi hastalık bir nevi resmiyet alır, eş, ahbap sökün etmeye başlar. Yatakta canınla uğraşırken ziyaretçi kabul etmek, lakırdı söylemek, lakırdı dinlemek çekilir dert mi? Ağrıların durmuş, sıkıntın hafiflemiş bir parça uyuşup dalar gibi olmuşsun, derken seni birdenbire dürtüp uyandırıyorlar. Bakıyorsun bir dost; bir yandan kahramanlık ve fedakarlık göstererek elini sıkmaya, alnının ateşini yoklamaya çalışıyorlar.(Hasta ziyaretçilerinin hastanın ateşini mutlaka elleriyle anlamak iddialarını ve buna niçin lüzum gördüklerini bir türlü anlamamışımdır.) Bir yandan parmaklarını temizlemek için gözleriyle etrafta kolonya, ispirto şişesi arıyorlar."

"Çardaklardan bir kır kahvesi...Üstünde ağaç dalları ve tek tük yapraklar var. Kahve ocağının bulunduğu yerin üstü ve etrafı nisbeten daha muhafazalı...Fakat nihayet tramvay sahanlığı genişliğinde bir yerde kahveci, kahvecinin bir alay hırdavatı ve iki müşterisi barınıyor. Ben yanaşmağa cesaret edemeyerek uzaktan bir hasetle bakıyorum. Onlar bu hissimi anlamışlar gibi: 'Siz de buyurun, ıslanmayın' diyorlar. Müşteriler benden beter giyinmiş iki genç. Birisi tepemizdeki otların arasından akan yağmuru göstererek:'Haşa huzurdan çıplak bir çingene zemheride balık ağının içine girmiş, Allah dışarıda kalanlara imdadeylesin, demiş...Bizim vaziyetimiz de ondan farklı değil amma gene  Allah şu kahveciden razı olsun. diyor." 

Kadife Bey - Richard Skinner

Besteci Erik Satie öldüğünde kendini Araf'ta, başka ölülerin arasında ragtime dinleyerek elli dokuz yıllık hayatının en değerli anısını seçmeye çalışırken bulur. Öteki tarafa sadece bir anı götürmesine izin vardır. Chat Noir'da absent içtiği akşamları mı; çağdaşları büyük besteciler Debussy ve Ravel'le, büyük sanatçılar Duchamp ve Man Ray'la dostluğunu mu; hayatının aşkı trapezci, model ve ressam "Biqui" (Suzanne Valadon) ile geçirdiği geceleri mi; müzikteki başarılarını ve düş kırıklıklarını mı alacaktır yanına? Yoksa Gymnopédies, Gnossiennesya da Armut Biçimindeki Parçalar isimli eserlerini mi?

Siz yanınıza hangi anınızı alırdınız?

Erik Satie'nin hayatından ayrıntılarla dolu bu eserde, biyografi ve roman arasındaki çizgi silikleşiyor.Satie'nin içdünyasını merak edenleri 20.yüzyıl başına taşıyan roman, Yusuf Eradam'ın Türkçesiyle bir solukta okunuyor. 

"Doğaçlama bir şeyi yapana kadar ne olduğunu bilmemektir. Bestelemek ise, yaptığının ne olduğunu bilene kadar yapmamaktır."

"Çünkü aşk hakkında denklemin dışındaki biri ile konuşmak konuyu bayağılaştırır, rüyalar da öyledir ya."

"Yoksulluk hayatıma çok önce gelmişti ve beni hiç terk etmeyecekti. Umurumda olduğundan değil, tam tersine yoksulluk ile savaşmak yerine, onu beslemeyi öğrendim çünkü yoksulluk benim daha az günah işlememi sağlayacaktı."

"Hiç kimse aşk yarasından tamamen iyileşmez, bundan eminim, sadece yerine koymayı öğrenir."

"Yoksul insan aza sahip olan değildir, hep daha fazla isteyendir."

"Fotoğrafçılık hüzünlü bir sanat, nostalji ve dokunaklılık dolu. Birinin bir fotoğrafını çekmek onların ölümlü oluşunu kabul etmek demektir; zamanın acımasız adımlarını fotoğraf çekerek tanımış oluyorsunuz."

 "İnsan hatırladıkça ölmeye yaklaşır derler ya, unutmak için elimden geleni hep yaptım, yaşamak için."

"Belki de dünya ilk ve son olarak vuku bulmuyor da her gün yeniden yaratılıyordur. Belki de dünya rüyadan uyanmaya doğru kayarak geçilen bir alandan başka bir şey değildir. Rüyalar tabii ki unutmak için vardır."

"Hayatımı iyi alışkanlıklar, huylar edineyim diye harcadım, büyük bir ödüle götürsün beni diye değil de başka türlü nasıl yaşanır bilmediğimden."

4 Haziran 2023 Pazar

Erikler Çiçek Açtı - Esat Mahmut Karakurt

Esat Mahmut Kararkurt denince ağır bir roman düşlemiştim. Okumaya başlayınca hiç de öyle olmadı 1980 basımı ancak ilk basımı muhakkak ki daha eski olan ve 1960' ların Türkçesiyle yazılmış roman yine de akıcı bir ve günümüz diliyle de gayet anlaşılabilir kelimeler içeriyor. Benim düşüncemin aksine kullandığı dil ve konu ile gerçekten de romanı dönemin gençlerine sevdirecek bir tarzı varmış usta kalemin.
 
Erikler Çiçek Açtı'da, Hong Kong'un gizemli doğasında, uluslararası siyasi bir eylemi çökertmekle görevli bir Türk binbaşısı ile genç bir kadının aşkı anlatılmaktadır.

Bir kurmay binbaşı olan Orhan Bey, Hong Kong'ta meydana gelen terör olaylarından sonra Hong Kong'a gönderilir. Burada tanıştığı evli bir kadınla kurduğu yakın dostluk zamanla aşka dönüşür. Bundan sonra ardı ardına gelişen olayları bir solukta okuyacaksınız.

"Kadın ağlayarak
- Orhan Bey dedi. İnanın bana ben bir kadının namuslu olabileceği kadar namuslu bir kadınım! Ama size tesadüf ettikten sonra bir daha tesadüf etmemek için size, Allah şahidimdir ki, namuslu bir kadının yapabileceği her şeyi yaptım. Ama işte görüyorsunuz muvaffak olamadım. Kollarınızın arasındayım şimdi!.."

15 Nisan 2023 Cumartesi

Masalını Yitiren Dev - Adnan Binyazar

Masalını Yitiren Dev, ilkokula on dört yaşında başlayan bir edebiyat adamının, Adnan Binyazar'ın çocukluk ve ilkgençlik anılarından oluşuyor. Diyarbakır'da başlayan, yoksulluk içinde geçen bir çocukluk, dağılmış bir aile, çocuk yaşta girilen çalışma hayatı, acımasız koşullar. Anı gibi değil de bir roman gibi okunan bu kitapta Adnan Binyazar, hayatla olan mücadelesini hiçbir abartıya, duygusallığa yer vermeden, son derece nesnel bir tavırla aktarmış. Yaşadıklarını anlatırken, o günlerin Türkiye'sinden çok canlı kesitler veriyor. Ağın'dan Diyarbakır'a, Elazığ'dan İstanbul'a uzanan coğrafyada, anasını-babasını, ustasını, Haco Bibi'yi, Valentino'yu, Möho'yu, Zeko Bibi'yi, birer roman kişisi gibi canlı ve kalıcı kılabiliyor. 'Yazılışı tehlike yaratacak bir hayat yaşadım ben,' diyor yazar; 'onun için yazmakta hep duraksadım. Çünkü yaşadığınız olayları anlatıya dökerken, gözü yaşlı sözcüklerin tuzağına düştünüz mü, televizyonlarda her gün onlarcası görülen yerli filmlerin ya da bayatlamaktan iyice kokuşmuş dizilerin başkişisi oluverirsiniz. 'Adnan Binyazar'ın son derece akıcı bir anlatımla, ustalıkla kullandığı Türkçesiyle kaleme aldığı, bir dönem Türkiye'sine ışık tutan, o günlerden insan manzaraları sunan roman tadındaki anıları ilgiyle okunuyor. (Arka Kapak)

Ben Adnan Binyazar'ın anlatımını ve biyografideki akıcılığı, dönemini güzel yansıtmasını çok sevdim. geç tanıdığım yazarın başka kitaplarını da okumak istiyorum.

Alıntılarıma gelince:

"Ana kucağı!.. Kuzuların anaların karın altlarına sokulduklarında duydukları nemli sıcaklık. Bu sıcaklığı yalnızca o şafak yıldızı karanlığındaki yolculuğumuzda duyumsuyorum, sonra her şeyi yitiriyorum. Gelişler gidişler, karşılaşmalar uzaklaşmalar...Anamın yanındaysam babamın, babamın yanındaysam, anamın yanında değilim. Birinin yokluğu öbürünün de yokluğu oluyor. Yok olan, yalnızca ana baba değil; onların varlığının yarattığı duyguları da yitiriyorum." 

"Son gördüğümde, yaşamı boyunca kırmızılığını yitirmemiş yüzü soluk, birkaç ameliyat geçirmesine karşın, her biri mercan tanesi gözleri cansızdı. Bu değişikliklerin, ölümün görülmeyen izi olduğunu nereden bilirdim?...Ben ve kardeşim anamla bir komedya sahnesinde oynar gibi yaşadık. Doğal karşıladığı takılmalarımızı, son günlerinde, 'Eskisi gibi değilim, benim yüreğim zar inceliğinde,' diye karşılıyor, içinin donukluğunu yüzüne yansıtmamaya çalışıyordu."

"Ana ölünce her şey ölüyor, avlularda şakıyan sesler de, badem çiçeklerinin ak kokuları da..."

 "Olay, ne zaman bitti, babamı nasıl sakinleştirdiler, küçük gövdem kan uykulara ne zaman dalıp gitti; bunlar o gecenin silik izleri olarak bile belleğimde yok. tek anımsadığım, korkunun bir düş ürünü olmayıp yaşananlardan, insanın insanlığını yitirmesinden doğduğuydu. baba, ana, dost düşman, arkadaş, akraba, kim olursa olsun, insan kendi cinsinden başka kimseden korkmamalıydı."

"Yiyecek bir şey bulamayınca, gözlerimiz birbirimizin ağzında olurdu. Ağzın açlıktan oynaması bile, yeni bir umudun doğuşu olurdu. Babamın, gizlice onlara bir şeyler verdiğinden kuşkulanırdık. Yatağa girdikten sonra bir fırsatını bulur, yorganını aralayarak üvey kardeşimizin bir şey yiyip yemediğine bakardık. İnsanoğlunu en çok açlığın birbirine düşmen ettiğini daha o yaşlarda anlamıştım."