Bu Blogda Ara

26 Temmuz 2023 Çarşamba

Bosna - Noel Malcolm

Bosna Savaşını tüm yönleriyle ele alan bir kitap. Bosna Hersek'in tarihsel geçmişinden başlayarak Yugoslavya'nın dağılma sürecine kadar gelişen olaylar. Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar.

Saha çok vurucu bir anlatım bekliyordum ama bir tarih kitabı olmaktan öteye geçemedi.

Batılı politikacıların temel başarısızlığı, savaşa yol açan nedenlere değil, yalnızca savaşın belirtilerine bakmalarıydı; sanki Miloseviç'in tasarısının niteliğini bile anlamayı istemiyormuş gibiydiler. Var olan savaşa, temelde bir siyasi sorundansa, bir askeri sorun olarak yaklaşmakta ısrarlıydılar. Sorumluluğun ve suçun taksim edilmesi, sadece ateş açan insanları işaret etmekten ibaret bir hale geldi; Üstelik artık ateş açan iki taraf olduğuna göre, suç ikisine birden pay edildi. 'Bosna ve Hersek'te meydana gelenlerden herkes suçludur', diye açıkladı AET arabulucusu Lord Carrington anlayışsızlığını en fazla gözler önüne seren ifadelerinden birinde ateşkesi sağlar sağlamaz da hiç kimseyi suçlamak için bir gerek kalmayacak.

Beyaz Türkü - Bekir YILDIZ

Bekir Yıldız'ın birbirinden bağımsız on bir kısa hikâyeden oluşan kitabı Beyaz Türkü, yazarın kendine has tarzında, yurdumuzun özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşayan insanımızın yaşadığı zorlukları ve acıları sözü dolandırmadan, görünmesi gereken noktaya parmak basarak kesitler halinde anlattığı bir solukta okunabilecek bir yapıt.

Kısacık öykülerde öyle derin mesajlar veriyor ki Bekir Yıldız, bazen bir tek cümleye takılıp kalabiliyorsunuz. Henüz on üç yaşında daha oyun çağındayken adı "gelin" konulan masum bir çocuktan, biberonla yanlışlıkla öldürülen minik bebeğin dramına eşlik ederken bir başka hikâyede açlık, ölüm ve kaçakçılık denkleminde kalan insanların çaresizliğini görüyoruz. Töreye boyun eğmişliğin aldığı canlar, "namus" belasına kana bulanan eller, "ahlâk" olgusunun değişkenliği, bir yorgan bir döşekten ibaret olan miras gibi sahneler barındıran bu kısa hikâyelerde dramı göstererek "dram budur" diyor yazar her çevirdiğimiz sayfada.

Hikâyelerin satır aralarında göze çarpan yoksulluk, çaresizlik ve cehalet okurun içini acıtarak ciddi anlamda derin yaralar oluşturuyor bellekte.

Kitapta yer alan "Kara Çarşaflı Gelin" ve "Barutçu Maho" isimli öykülerden yola çıkılarak çekilen ve oyuncu kadrosunda Hakan Balamir, Semra Özdamar, Aytaç Arman, Aliye Rona ve İhsan Yüce gibi usta isimlerin bulunduğu Kara Çarşaflı Gelin isimli filmin dört ayrı dalda birincilik ödülleri aldığını da ayrıca belirtmek isterim. (Özgür Köktürk-1000kitap.com'dan alıntıdır.)

"Çöken, hep omuzları olmuştu yıllar yılı; Muş'ta da olsa, Berlin'de de olsa."

"Nerde bir garip var, nerde bir ekmeği ölümle çevrili var, gidip onun üzerine müzevirlik yaparlar."

"Umut, benim kafamın içinde," dedi Heine. "Çoğunluğun da yüreğinde. Nasıl ele geçireceksiniz bakalım?"

"Çocuk ağlamaya başladı. Kadın, göğsüne yapıştırdı yavrusunu. Çocuk, anasının yürek sesini, oyuncak sandı. Susması bundan..."

"Bağırmak hakkımızken susmak niye?" Gözleri ıslanmaya hazır. "Ne bağırmak, ne de susmak," diyor adam, soluğu toprağı kıpırdatırken. "Çocuğumuzun türkü söylemesi gerek. Mutluluk üstüne, özgür türküler."

"Antika olur mu Ragıp? Kullanılmıştır bizdeki. Mavzerlerin, kılıçların dili olsa da söyleseler. Turist dediğin, gavur değil mi senin?
  He... Gavurdur  dede.
  Biz, onlara sıktıydık ya kurşunumuzu. Biz onlara salladıydık ya palamızı, kılıcımızı. Şimdi de alıp duvarlarını mı süslemek isterler."

"Kitap arayıcıların kolları, denizde kulaç atar gibiydi kitapların arasında. Odanın penceresi açıktır şimdi. Kitaplar sokağa atılıyor. Çocuğun gözleri önünde hem. Ateşe verilmeye başlandı ardından.
Kitaplardan odun yapıyordu Hitler. Sokaklardaki gece lambasını soldurdu edebiyat.
Heine, pencereye koştu.
"İnsanlık yanıyor!" diye bağırdı.
Kitaplardan yükselen ateştir, gökyüzünü dar eden, Hitler'in kahkahasına şimdi.
Heine, açık pencereye doğru yeniden bağırdı.
"Kara bir iskelet olacaksın, Hitler! Çünkü ölümsüzdür kitaplar, yazılmışsa eğer. Yaptığın, bir yayı sıkıştırmaktan farksız.”

"Topraktan iki kargı boyu yukardayız ya kardeşim, ne yılan gelir ne akrep." "Korkumun çoğu ondan değil," derdi biraz daha büzüşürken. "Karanlığın kendisidir üstüme çöken." "Aç gözlerini öyleyse," derdi Tahir, savanı sıyırırken başından. "Göğe bak. Uzakta olsa bile, onun için aydınlık bir parça. Ufak ufak yıldızları ara, bul..."

Bozkır Gelini - Bekir YILDIZ

Sekiz öyküden oluşan kitapta diğer Bekir Yıldız kitaplarında olduğu gibi dert ve karamsarlık dolu. Çünkü fakirlik var, cahillik var. Diğer öykülerin isimler ise: Şair Ana, Birkaç Kaçakçı, Tohum, Bir Kadın Polis, Gözler, Canlı Tabanca ve Ölü Bohçası. Öyküler fakirlik işsizlik ve darbe döneminin o kasvetli günlerini anlatıyor. Yaşar Kemal benzeri öyküler.

Bozkır Gelini'nde, başlık parası karşılığında satılan dokuz yaşındaki Atiye'nin hikâyesini anlatıyor, kitabın adı da buradan geliyor.. Yeşil-kırmızı ışıklı bir yol kesiminde durdu araba. Atiye'nin düşündükleri de durdu sanki... Kafesli demir pencereden içeriye girdi köy. Çevresine bakındı. İki jandarmanın arasındaydı hâlâ. Elleri kelepçeliydi. Gelin gittiği o ilk gece, o ilk gecenin üzerinden geçen geceler neredeydi şimdi?

" Fadime'nin henüz on yaşa bile ulaştıramadığı bedeni, odanın hastane kokusundan titriyor. Çevresine bakınıyor. Geçmişi, birkaç yüzyıl yaşanmış gibi yoğun, karmakarışık, tel örgülerle çevrili, usturanın üzerinde koşulmuş, uyunmuş gibi ürpertili...Korkudan yusyuvarlak olmuş gözlerini kısmaya çalışıyor. Ama gözleri kendisinde değil sanki. Yuvalarından fırlamış, iki bilya gibi gene. Anlatmak, deryalara bile sığmaz sandığı anılarını anlatmak için çırpınıyor."

"İşsiz ve aç bıraktıkları kimselerden, gençlerden bazılarının çaresizliğini sömürerek, onları baskıyla veya çıkarla kendi "dava" larına bağlamaya uğraşıyorlar."

25 Temmuz 2023 Salı

Dünyadan Bir Atlı Geçti - Bekir Yıldız

Kitaplığımda bulunan bir kaç tane Bekir Yıldız kitabından birisi gözüme takılıp duruyordu.  Birinden başlayayım dedim. Dünyadan Bir Atlı Geçti.Kitap, 9 adet kısa öyküden oluşuyor.

"Duvardaki Güneş, Dünyadan Bir Atlı Geçti, Bir Nazlı Vardı, Bir Yeryüzü Parçası, Güllüşan, Ölü Soğumadan, Ateş, Hacer Nine, Bir Günün Ölüleri, Dilsizin Anlatamadıkları. Öykülerde işçi, köylü gibi alt gelir grubu işlenmiş genelde ve  karamsarlık hakim. İçim karardı okurken dostlarım."

"Geride kalan kendinizi düşünün. Söyle bacım, sen söyle ağam, bu dünyadan bir tat alanınız var mı ki, ölenin ardına ağıda oturursunuz?"

"Şimdi ,şurada,göğe bakarken -hem de aç,susuz- kuşların buralara neden gelmediğini anlıyordu. Bir tek ağaç bile yoktu konmaları için."

"Şu meydan, belki de başka bir kentte böylesi bir meydan... Toplama kampları... Bir milyon. İki milyon. Üç milyon. Ve başka milyonlar. Üst üste insanlar. Toplama kampları... Fırınlar... kürekle atılan kömür gibi insanlar... Itilmeleri, küme küme fırlatılmaları kolay. Serçe kadar, tüy kadar kalmış her biri. Seviniyor kimi altta kalanlar. Gaz fırınlarında ölmenin sırası, altta kalanlara, üç beş saniye sonra geliyor çünkü.."

"Ansızın bir yumak sevinç filizleniyor adamın yüreğinde. Çalıştığı yer karanlık çünkü. Uykusuz gözlerini, ağladığını kimseler göremiyecek böylece."

Düşün Yazıları (Bütün Eserleri-6) - Halikarnas Balıkçısı

Azra Erhat'ın baskıya hazırladığı Düşün Yazıları, Halikarnas Balıkçısı'nın, uygarlık tarihinin anıt ülkelerinden Anadolu'yu en ilginç boyutlarıyla sergileyen incelemelerini, yorumlarını ve özgün sentezlerini içermektedir. Deneme türündedir. Dini konularda güzel tespitleri var. Severek okudum.
Azra Erhat kitabın başında yazdığı önsözde şöyle diyor:
"  'Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı' adlı derlemenin önsözünde Balıkçı'nın mektupları arasında bilimsel konulara ayrılmış, mektup  sayılamayacak yazılar bulunduğunu, bunları bir ikinci derleme için alıkoyduğumu yazmıştım. Bu söz okurlar arasında epey dikkat çekti, yıllardır benden bu yazıları isteyenler var. ..Bilimsel diye nitelediğim yazılar arasında bana yazılmışlar, Sabahattin Eyüboğlu'na, ya da her ikimize hitap edip de Balıkçı'nın bir yerde yayınlanmasını istediği bize gönderilmiş yazılar vardı...Asıl amacım tam anlamıyla eleştirel bir yayın denebilecek bir kitap hazırlamaktı. Bu iddialı ve kapsamlı çalışma henüz gerçekleşmiş değildir, ama elde bulunan ve yıllarca temize çektiğim yazıları da uyutmanın bir anlamı yoktur düşüncesi ile bu ilk derme vb. konulu yazılarını bir başka derlemeye bırakıyorum." 

Alıntılarım var tabi ki:
“Yazının başında laikliğin papazlık karşıtı olduğu anlatıldı. İslamlık aslında laik idi. Çünkü dini tekeline alan bir papazlık örgütü yoktu. Ama yobazlığın papazlaşmasıyla din kafalarda dar çerçevesinde betonlaştırılıp donduruldu. Bunun için laiklik gerekti. Din anlayışına yobazlığın çektiği ilk set Kur’an ve hadislerin -kimsenin anlamadığı- Arapça okunmasında direnmesidir.”

"İslamlığın baş suresi Fatihadır. Orada Tanrı’dan ekmek şu bu istenmez. Çünkü akıl vardır. İnsanoğlu aklıyla ekmeğini yapar.”

“Bugün Türkiye’de bu namaz kılınıyorsa kılanlar bu haklarını “Milli Misak”la yurda bağımsızlığını sağlamış olan Atatürk’e ve milli orduya borçludur."

“Canlı insanın canının başlıca düşmanı ölümdür. Hâlâ çocuklar gecenin karanlığından, mezarların hortlaklarından korkarlar, çünkü çocukluk yabaniliğe en yakın çağdır.”

“Frenk dillerinde “person” sözü kişi demektir. Bu söz Etrüskçeden alınmadır, Etrüskçede kişi değil, maske demektir. Zaten kişi kuru soğana benzer, kabuk üstüne kabuk maske üstüne maskedir."

24 Haziran 2023 Cumartesi

Gözbağı - Erol TOY

Gözbağı, ülkemiz işçi edebiyatının öncü ve başarılı örneklerinden önde gelenidir. Erol Toy’un kaleme aldığı roman, işçi sınıfının politik sahnede kendini hissettirdiği bir dönemde(1976) emeğimizle var ettiğimiz dünyayı görmemizi engelleyen gözbağımızı nasıl söküp atacağımızı anlatıyor.

Gözbağı, işçileri mücadeleden alıkoyan korkuların nasıl aşılacağını, işçi sınıfının mücadele tarihinden örneklerle anlatıyor. 

Romanın baş karakterlerinden Hüseyin, henüz 18 yaşında işçiliğe başlamış, genç bir işçidir. Onun işçiliğe başladığı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında işçilerin sendika, sigorta, iş yasası ve emeklilik gibi hakları yoktur. Fakat yasaklara rağmen tütün, tersane ve dokuma fabrikalarında çalışan işçiler, insanca yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri haklar talep etmektedirler. Ücretlerinin düşürülmesine karşı çıkan İstanbul tramvay işçileri de yasak olmasına rağmen iş bırakıp, greve çıkarlar. Hüseyin’in roman boyunca okuyacağımız işçilik hayatı bu grevle başlar.

Erol TOY adını geç duyduğum bir yazar. İlk okuduğum kitabı Göz bağı oldu. Bu kitapla göz bağımızı çözdük artık sıra diğer kitaplarında. Güzel kitap ama konu biraz fazla uzatılmış sanki. Yine de bulun okuyun derim. 

"Ama, biz işçiyiz oğul... Kafamız kalındır az biraz. Ne kolay girer bir şey kafamıza, ne de bir yol girdi mi, bir daha çıkar... O yüzden gün gelip gözbağımız açıldı mı bir kez, her bir şeyin anhasını minhasını çözüveriririz. Çünkü görürüz sömürünün an damarını. Bizim yüreğimizden kan çaldığı için. Ve söküp atarız vantuzunu yüreğimizin ortasından."

"-Senin avunmaya ihtiyacın yok,- diye söze girdi Halil Bey. -Yaptığın işi, yapmak zorunda olduğundan burdasın. Ve burda olman, senin suçun değil, asıl suçlu olanlar bizi buraya getirenlerdir. Ve böylelikle kendi suçlarını örteceklerini sanıyorlar. Oysa kendi gözlerini köreltip, kendi vicdanlarını susturmadıkça, üstlerinden atamazlar suçlarını. Bu bile yetersizdir. Biz kimin suçlu kimin  haklı olduğunu biliyoruz. Ve önemli olan da bizim bilmemizdir. Öyle değil mi baba?"

"Ne sıvışmaktır bizim işimiz ne de yanlışlarımızdan ürkmek. Doğruyu bulmanın yolu, yanlışın nerede olduğunu bilmek, bilmiyorsak bulup çıkartmaktan geçer."

"-Attığımız her tohumun, ilerde ulu çınarlar olduğunu söylüyorsun apaçık. Umutlandırıyorsun beni baba.- dedi Halil Bey sevecenlikle.

"-Eh işte bizimki de bir umut. Bir de bu topluma karşı borcumuzu ödemenin sevinci Halil Bey. Yoksa toprak olmayınca, tohum neylesin."

"Ne buyuruyor Gazi Paşamız! İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz...Neden? Hepimiz yoksuluz da ondan...Öyleyse biz, yoksullukta, imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz. Zenginlikte değil!"

"Pederşahi şartlar içinde eşit sayılırız. Herkesin topluma gücü kadar verip, kendine yetecek kadar alması, geleneğimiz bizim. Adına da imece diyoruz...Karşılıksız yardım gibi kullanır kimi. Hiç bile değil. Bir zarurettir. Onlar anlatıyor. Biz düşünüyoruz. Ev yapmaktan, ekin biçmeye, kilim dokumaktan ekmek pişirmeye o ortak düzenin daha gelişmesini anlatıyorlar. İşte cennet burası... Herkesin verebildiğince, herkese yeterince diyoruz. Tek özlemimiz, toprak belki."

"Hazreti Muhammed, toprak onu işleyenin, su onu kullananın, demiş. Devrimci yoldaşlarımız da bunları söylüyorlar. Hatta ilerde devrimle birlikte Lenin de bunu haykırdı ilk olarak." 

10 Haziran 2023 Cumartesi

Anadolu Notları I-II - Reşat Nuri GÜNTEKİN

 Reşat Nuri Gültekin'in, Anadolu'nun sosyal ve kültürel hayatıyla ilgili çeşitli gözlemleri. Yazar, Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği sırasında, uzun yıllar boyu Anadolu'da yaptığı gezilerin sağladığı gözlemlerinden bir bölümünü bu kitapta toplamıştır. Özellikle Anadolu'da sık sık rastlanan tuluat tiyatrolarına da değinilen kitap, yazarın çeşitli yazılarından oluşuyor.


"Seyahat kitap ve makalesi yazmak, son senelerde bütün dünyada bir moda haline gelmiştir, ömrümde bir kere ben de kendimi modaya uydurarak bu notlardan bir yazı serisi çıkarmayı düşündüm" diyor yazar.

"Bu başlangıç, bana uzunca bir dert dinleyeceğimi zannettirmişti. Öyle olmadı. Hakiki bedbahtlar, hakiki fakirlere benzerler; sefaletlerini birdenbire açığa vurmaktan utanç duyarlar." 

"Edebiyatçılar ümidi daima ışık şeklinde tasvir ederler, fakat o, pekala insana bir karaltı şeklinde de gülümseyebilir." 

"Bu tedbirlerden maksat hastalığı dostlara ve doktora duyurmamaktı. Çok şükür, medeni adamın; doktordan bana bir zarar gelmesinden korkmam. Yalnız şu var ki doktor işe el koyduğu gibi hastalık bir nevi resmiyet alır, eş, ahbap sökün etmeye başlar. Yatakta canınla uğraşırken ziyaretçi kabul etmek, lakırdı söylemek, lakırdı dinlemek çekilir dert mi? Ağrıların durmuş, sıkıntın hafiflemiş bir parça uyuşup dalar gibi olmuşsun, derken seni birdenbire dürtüp uyandırıyorlar. Bakıyorsun bir dost; bir yandan kahramanlık ve fedakarlık göstererek elini sıkmaya, alnının ateşini yoklamaya çalışıyorlar.(Hasta ziyaretçilerinin hastanın ateşini mutlaka elleriyle anlamak iddialarını ve buna niçin lüzum gördüklerini bir türlü anlamamışımdır.) Bir yandan parmaklarını temizlemek için gözleriyle etrafta kolonya, ispirto şişesi arıyorlar."

"Çardaklardan bir kır kahvesi...Üstünde ağaç dalları ve tek tük yapraklar var. Kahve ocağının bulunduğu yerin üstü ve etrafı nisbeten daha muhafazalı...Fakat nihayet tramvay sahanlığı genişliğinde bir yerde kahveci, kahvecinin bir alay hırdavatı ve iki müşterisi barınıyor. Ben yanaşmağa cesaret edemeyerek uzaktan bir hasetle bakıyorum. Onlar bu hissimi anlamışlar gibi: 'Siz de buyurun, ıslanmayın' diyorlar. Müşteriler benden beter giyinmiş iki genç. Birisi tepemizdeki otların arasından akan yağmuru göstererek:'Haşa huzurdan çıplak bir çingene zemheride balık ağının içine girmiş, Allah dışarıda kalanlara imdadeylesin, demiş...Bizim vaziyetimiz de ondan farklı değil amma gene  Allah şu kahveciden razı olsun. diyor."