Bu Blogda Ara

23 Ocak 2022 Pazar

Otların Uğultusu Altında - Şükrü Erbaş

Çok şiir sevmememe rağmen Şükrü erbaş şiirlerini ilk kez okudum ve çok sevdim. Derin anlam içeriyor. Ben galiba şiirde kafiyeye, vezne falan bakmıyorum. Anlama bakıyorum.

Kapakta bizi karşılıyor alttaki şiir:

"Eskiden, çok eskiden
Tanrımız yoktu. Korkumuz yoktu.
Günahımız yoktu. Yapraklar gibiydik.
Öpüşler gibiydik. Köpükler gibiydik.
Yapamadık. Güzellik boğdu
İyilik zayıf düşürdü hepimizi.
İçimizden birisini göklerin ardına gönderdik.
Şimdi hepimiz huzurla birbirimize kötülük ediyoruz.
Şimdi hepimiz korkuyla acımızı seviyoruz
Şimdi hepimiz dünyayı bir tanrıya değiştik
Şimdi hepimiz cehenneme dua ediyoruz."

"Ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı
Sesin fotoğrafı.
Boşluğun fotoğrafı.
Parmak uçlarındaki karıncanın
Ruhtaki üşümenin...

Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı."

"Ve benim birdenbire
yüzünü değil,
gözünü değil,
senin sesini göresim geldi."

"Hepimiz kendimizi gömdük geliyoruz.
Yakamızda birer gözyaşı fotoğrafı
Avuçlarımızda ölümden soğuk bir dua
Toprağın merhametine inanarak korkuyla
Birbirimizin omuzları üstünden 
Mezarlığın dışındaki hayata bakarak
İçimizde dünyadan yapılmış bir keder
Bizi yaşamakla cezalandırmış bir tanrı
Gömdük kendimizi geliyoruz."

"Ölüm...
Hepimiz senin için yaşıyoruz."

22 Ocak 2022 Cumartesi

Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir - Selçuk Altun

Adını Oktay Rıfat'ın Karıma adlı şiirinin son dizesinden alan Selçuk Altun kitabı.

Dayısının aşırı zenginlik ve güç üzerine kurulu “büyük gözaltından” kurtulduktan sonra “Dünyanın en iyi yazarını” ve yitirdiği sevgilisini arayan bir genç adamın öyküsü.

Kitapta anlatılan kurgu etrafında geçen yüzlerce yazar, kitap adı . Öneri kitaplar. Ben çok faydalandım. Sevdiğim türdeki kitaplardan. İnceleme yazmaya oturduğumda kitabı neredeyse yeniden okumak istedim açıkçası. Sayılan yazarların dışında bir de  yazarın Oktay Rıfat aşkı beni ister istemez Oktay Rıfat eserlerine yönlendirdi. Bundan sonraki okuma listemde Oktay Rıfat şimdiden yerini aldı bile. 

"Nitelikli bir insanın kendinden iyi dosta gereksinimi olabilir mi? Sonra kitaplar. Kıskanç değil midir onlar? Çok insan dostu olan bir gerçek kitap dostu tanıdınız mı?"

"Bilimkurgu romanları nasıl geleceğin yüzeysel düşleriyse, klasiklerin çoğu geçmişin abartılı ve bugüne yabancı iç sıkıntılarıdır. Yürekli eleştirmenlerin çıkıp dürüstçe bu abartı ordusunu yeniden değerlendirmeleri, tutucu öğretmenlerin onlara sahip çıkmaya devam etmeleri ve sürüyle korkak okurun onları okumak zorunda olduklarını sanmaları üzücüdür."

Kitaptan bana bir de güzel bir Oktay Rıfat şiiri kaldı:

"Sofalar seninle serin
Odalar seninle ferah
Günüm sevinçle uzun
Yatağında kalktığım sabah

Elmanın yarısı sen yarısı ben
Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir."

16 Ocak 2022 Pazar

Empedokles'in Dostları - Amin Maalouf

Yazarın daha önceki kitaplarından farklı olarak distopik bir roman bu. Önceki romanlarını okumuş bir okur olartak çok da başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Adı ve içeriği farklı kitaplara bir örnek daha.  Konusu nedeniyle de sadece biraz ilginç.

Romanlarıyla olduğu kadar deneme kitaplarıyla da ilgi çeken Maalouf, Empedokles’in Dostları’nda bu kez geleceğe yönelik bir kurguyla dönüş yapıyor. Ölümcül Kimlikler ve Uygarlıkların Batışı kitaplarında yer verdiği eleştirel gözlemlerin izinde yarı distopik bir dünya çiziyor. Platon’un mağarasından çıkıp Empedokles’in Dostları’yla tanışmaya davet ediyor bizi.

Atlas Okyanusu kıyısındaki küçük Antioche adasının yalnızca iki sakini vardır: Orta yaşın verdiği olgunlukla sessiz bir hayat sürmek isteyen Alec ile yazdığı ilk romanının yakaladığı başarı sonrası her şeyi ardında bırakan esrarengiz Ève. Birbirlerinden uzakta, kırılgan yalnızlıklarının tadını çıkaran bu iki insanın yolu bir gün elektriğin, telefonların, televizyon yayınlarının, internetin, kısacası her türlü iletişim aracının etkisiz hale gelmesiyle kesişir.

Gerçeğe ulaşma imkânı kalmayınca fısıltı gazetesi işlemeye başlar: Gezegen bir nükleer felaketin eşiğindedir, Amerika küresel ölçekte bir terör saldırısına maruz kalmıştır, insanlığın hayatını kolaylaştıran teknolojik gelişmeler artık insanlığın sonunu getirmiştir...

Tüm dünya bu söylentilerle çalkalanırken, kendilerine Empedokles’in Dostları diyen, son derece gelişmiş bir teknolojiye ve tıp bilgisine sahip bir grup gizemli insan bu karmaşaya son vermek üzere çıkagelir. Alec bu insanların kim olduğunu öğrenmeye çalışırken, içinde yaşadığımız dünyanın çelişkileriyle de yüzleşmek zorunda kalır. Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır.

“Hayal kırıklığı içeren bu satırları yazarken hikâyenin sonuna geldiğim izlenimindeyim. Geldiler, üstünlük kurdular, dünyada hem kaygı hem de umut rüzgârları estirdiler, sonra da gittiler.”

Çok alıntım yok.

"Eğer insanlık uzun bir Ortaçağ içinde batacağına Yunan mucizesi zamanındaki gibi ilerlemeye devam etseydi kim bilir neler olurdu? Sanat, bilim, düşünce alanlarında nerelere gelinirdi? İnsan hangi noktaya yükselmiş olurdu?"

“İnsanlar bizden veremeyeceğimiz şeyleri beklememeli!En berbat facialar boşa çıkan beklentilerden doğar.”

“Uygarlığımızın bir ayağı değil iki ayağı da çukurda, şimdiden mezar taşını yazdırabilirsin!”

"… birbirine paralel iki insanlık vardır.Biri ışık içinde yaşar ama gölge yapar.Diğeri ise gölgede yaşar ama ışık taşır."

"… geçmişiyle boğuşmaktan usanan insanlık eğer bir gün geleceğiyle karşılaşsa, onu tanıyabilecek mi?"


Değişen Dünya Değişen Dil - Macit Gökberk

Macit Gökber'in felsefe içinde dil konusu çok özel bir yere sahiptir. Düşüncenin üretilmesindeki başlıca kaynaktır çünkü dil. 1954-60 ve 1969-76 yılları arasında TDK başkanlığı da yapmış olan Gökberk, Türkçe felsefe terimlerinin kurulması, kavramların sınıflandırılması yolunda çok önemli uğraş vermiş değerli bir felsefe adamıdır. Prof. Macit Gökberk Değişen Dünya Değişen Dil adlı bu çalışmasında, dünyanın değişmesiyle dilin değişmesi arasındaki zorunlu bağlantıya dikkat çekerek, ileriye dönük, bütün insanlığa açılan bir tarih bilinci ile kültür sorunlarının nasıl kavranabileceğine ışık tutuyor.  

Kitap Gökberk'in kırk yıla yakın bir süre içerisinde yaptığı konuşmalardan, genişçe bir okuyucu çevresi için yazılmış ve dergilerde yazılmış makalelerden oluşuyor. Burada toplanan yazılar, dil sorununun çağdaş kültürümüzün başlıca bir sorunu olduğu inancından kaynaklanıyor.

Kitabın 1. bölümü; Değişen Dünya, Teknik Üzerine Düşünceler, Geçmiş ve Gelecek, Tarih Bilinci, Büyük Adam Atatürk,

İkinci bölümü ise; Felsefe Bakımından Dil, Leibniz'in Alman Dili Üzerine Görüşleri, Millet Oluş Yolunda Dil Davası, Dilimizdeki 'Huzursuzluk', Anayasa Dikli, Türkiye'de Felsefe Dilinin Gelişmesi, Tarihsel Arkaplanı Bakımından Cumhuriyet, Döneminde Bilim Dili, Yazı Devriminin Anlamı  yazılarından oluşuyor.

"Bugün gençlerimizin bilgilerini ve düşüncelerini gerektiği gibi anlatıp yazamadıklarından yakınılıyor. Bunda dilimizin, elbetteki, büyük payı var. Çünkü bugünün genci anlamını açık olarak bilmediği ancak yarım yamalak sezdiği bir yığın yabancı sözü ezbere kullanıyor."

"Yarınki Türk zekasını karartan bu durumdan nasıl sıyrılacağız? Bunun iki yolu var: Geriye giderek: Bugünkü, kimimizin ayakta tutmak için direndiği, karma dili kökleri ile bütün bir sistem olarak kavramak -bunun için de bu dilin birer temeli olan Arapça ile Farsça'yı okullarımıza yeniden koymak- veya ileriye giderek
 Dilimizi, kendi öz malımız olan, doğrudan doğruya yaşayıp anladığımız değerlerden kurmak, kısaca, Türkçeyi, sözün dar anlamıyla, anadilimize dayatmak. "

"Öteki Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya'da da Ortaçağda kültür dili Latince idi. Yabancı etkilere karşı çıkan Almancanın ilk büyük eseri Protestanlığın kurucusu Luther'in 1534 yılında biten ünlü İncil çevirisidir. "Halkın diline kulak vererek" İncil'i Almancaya çevirdiğini söyleyen Luther, bu çevirisinde şaşılacak kadar az yabancı söz kullanmıştır. Luther'in İncil çevirisi bugünkü Almancanın temelidir."

"Büyük islam filozofları gerçekte Yunan filozoflarının aktarıcısı ve yorumcudurlar. Farabi, Platon ile Aristoteles'in, İbni Sina ile İbni Rüşt de Aristoteles'in yolunda ve izindedirler."

"Arapça, İslam kültür çevresinin ortak kültür dilidir. Bu çevrenin din kitabı, bu dilde, bu dilde yazılmıştı; bilimi, felsefesi bu dilde işlenmişti; medresenin resmi dili Arapça idi. Gerçi Arapça bizde devlet dili olmamıştır. Ancak Arapça sözler ve kurallar devletin ve aydınların kullandığı dille öylesine dolmuştu ki, bu dile bugün hiç de haksız olmayarak, Türkçe değil de Osmanlıca diyoruz. Türkçe ancak halkın dili idi ve halkın ağzında saklanıp kendini kurtarabilmişti."

26 Aralık 2021 Pazar

Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar

Daha önce başlamıştım ama devam edememiştim nedense. Bu kez başladım ve bitirdi. Evet öncelikle bir başyapıt olduğunu kabul edeyim. Yazarının adı bile okunmaya değer olduğunu gösteren bir roman. Türk insanının doğu batı arasında kalmışlığının öyküsünün konu edildiği romanda, 
 romanın başkarakteri ve anlatıcısı olan Hayri İrdal’ın hayatını temel alarak Türk toplumunun değişimler karşısındaki tutumunu anlatmaktadır. Hayri İrdal ile birlikte ikinci önemli kişi Halit Ayarcı'dır. Karakteri çok olan romanları sevmediğim için bu kalabalık karakter ordusu beni romandan uzaklaştırdı gerçekçi olmam gerekirse. Dergah yayınlarından okuduğum roman belki de dil itibariyle de akıcı gelmedi bana nedense. Ama okunması gerekli Türk klasiklerindendir. Okumayı seviyorum diyenin mutlaka okudum demesi gereken kitaplardandır.

Alıntılarıma gelince onlar da şöyle:

"Öteden beri Cenab-ı Hakkın insanlara bu hayatı yazmak için değil, iyi kötü yaşamak için bahşettiğine inananlardanım. Zaten yazılmış şekli mevcuttur. Nezd-i İlahi'deki nüshasından, kaderimizden bahsediyorum."

"Diyebilirim ki bizzat iyilik dahi, ancak ceza görmesi ve ayıplanması icap eden bir kötülüğün bulunmasıyla kabildir."

"Bazen düşünürüm, ne kadar garip varlıklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?"

"Zaten saatle insanı birbirinden pek ayırmazdı. Sık sık ' Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insan da saati  kendine benzer icat etti...' derdi"

"Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır...Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur!"

"Emine'nin ölümüyle son tutunduğum dal da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sadece içimde simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. Sonra bu haraplığa daha başka bir duygu, bir çeşit kurtuluş duygusu karıştı. Bir baskıdan kurtulmuştum. Artık Emine bir daha ölemezdi, hatta hastalanamazdı da. Orada zihnimin bir köşesinde olduğu gibi kalacaktı. Hayatımda bir çok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felaketler gelebilirdi. Fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu. Her an onun hastalığının arasından etrafa bakmayacak, o azapla yaşamayacaktım. Korku içimden doğru kabarıp büyümeyecek, dört yanımı kaplamayacaktı."

"Kordonsuz saat, yularsız hayvan, nikahsız kadın gibidir. Saatini seven evvela bir kordonla kendisine bağlar." 

12 Aralık 2021 Pazar

Kendime Düşünceler - Marcus Aurelius

"Stoacı İmparator", "Filozof İmparator" gibi sıfatlarla anılan Marcus Aurelius'un 169 sonları 170 başlarında Tuna Nehri boylarındaki Germen ve Marcomanni kavimleri üzerine çıktığı seferde yazmaya başladığı ve içselleştirdiği, kendisine yöne veren düşünceleri dışa vurduğu bir eser olan "Kendime Düşünceler" Stoacı düşüncenin en tanınmış eserlerinden biridir. Özellikle Roma stoası açısından büyük öneme sahiptir. 
Eserde imparatorun, Stoacılara farz bilinen şeyleri yapmadığına yönelik özeleştirileriyle dolaylı yoldan karşılaşırız. Kimi zaman da dolaylı aktarımla tavsiyelerini ve kendi düşünce yapısını görürüz. Kendinden çok sonraki kuşaklara, kilise düşünürlerine ve Rönesans'a da temel olacak bu metin, Stoa felsefesinin anlaşılması açısından günümüzde de çok değerli bir kaynak sayılmaktadır. 
Marcus Aurelius eserinde bazen tek cümlelik ifadeler, bazen de uzun paragraflar kullanır; bir imparatorun ağzından yazmak yerine sıradan bir yurttaş gibi yazar. (Çevirmen Y.Emre Ceren'in sunuşundan)

Peki nedir Stoa ve stoacılık? Kısaca söylemek gerekirse, stoacılar için insanın temel amacı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak içinse doğaya uygun yaşamak gerekir.

Kitaptan alıntılarım ya da altını çizdiğim düşünceler ise şunlar:

"Ve aldığın nefesin de ne olduğuna bak: Her zaman aynı olmayan, fakat her fırsatta dışarı çıkarttığın ve yeniden içine çektiğin havadan ibaret."

"Hataları oldukça geniş bir şekilde mukayese etmiş Theophrastos (Peripetik okulda, Aristoteles'in ardılı ve öğrencisi olarak bilinen filozof) bilgelikle yaptığı değerlendirmesinde arzular yüzünden yapılan hataların, öfke yüzünden yapılanlardan daha ağır olduğunu söyler. Çünkü öfkelenen birisi üzüntüyle ve bilinçsiz bir vicdan azabıyla düşünceden sapmış görünür. Fakat arzular yüzünden yanlış yola sapan birisi, yaptığı hatalarda zevk ve tutkunun kölesi olmuş, daha iradesiz ve daha kadınsı biri gibi görünür."

"Yaşayacak on bin yılın varmış gibi davranma. Kaderin başının üzerine asılı. Yaşadığın sürece mümkün olduğunca iyi ol."

"Ey dünya, seninle uyumlu olan her şey benimle de uyumludur. Senin için zamanında olan şey, benim için erken veya geç değildir. Ey doğa, mevsimlerden gelen her şey meyvedir bana. Her şey senden gelir
 her şey sende var olur, her şey sana döner."

"Epiktetos'un dediği gibi, Bir cesedi sırtlanmış ufacık bir ruhsun sen" 

"Zamanın bir anını bile doğaya uygun geçir ve memnuniyetle ayrıl yaşamdan; tıpkı onu yaratan toprağa ve yetiştiren ağaca şükranlarını sunmak için olgunlaşınca yere düşen bir zeytin tanesi gibi."

"Sabahları kalkmayı canın istemedikçe şunu hatırla: 'İnsanlık görevi için kalkıyorum' Eğer bunun için doğduysam, bunun için dünyaya gönderildiysem neden huysuzlanıyorum? Çarşaflara örtülere sarılıp kendimi ısırayım diye mi yaratıldım?" 

"Çünkü ölmek de yaşamdaki bir eylemdir. Bu yüzden de 'şu andan en iyi şekilde yararlanmamız' yeterlidir."

"İntikam almanın en iyi yolu intikam alınacak kişiye benzememektir."

"Dünyada çok değerli olan tek bir şey vardır, gerçeğe ve adalete uygun yaşamak ve yalancılara, merhametsizlere bile böyle yaklaşmak."

"Fikirler kendileriyle uyumlu olan düşünceler yok edilmeden nasıl ölebilir? Fakat onları canlandırmak, yeniden harlamak senin elindedir."

"Şimdi gördüğün her şeyi, evreni yöneten doğa dönüştürecek; bir varlıktan diğer varlıkları ve onlardan da diğerlerini yaratacak, sırf dünya genç kalsın diye."

"Ölüm üstüne: Eğer atomlardan meydana gelmişsek, ayrışmadır ölüm; bir bütünü oluşturuyorsak yok olma veya göç."

"Ölmüş gibi, yaşamın şimdiye kadarmış gibi, kalan günlerini doğaya uygun yaşamalısın."

"İnsanlıktan uzak olanlara karşı, onların insanlara karşı hissettikleri duyguları asla hissetme."

"İnsana, insana özgü olan işler yapmak keyif verir. İnsana özgü işlerse kendi türünden olanlara iyi davranmak, duyguların esiri olmamak, iyiyi ayırt edebilmek, evrenin doğasına ve ona uygun gerçekleşenler üzerine düşünmektir."

"Eşinin karnındaki bebeğinin çıkmasını nasıl bekliyorsan, aciz ruhunun beden denen zardan kurtulacağı anı da öyle bekle."

30 Kasım 2021 Salı

Gör Beni - Azra Kohen

Şimdiye kadar okuduğum romanların içinde ilk ona girebilecek bir roman  oldu "Gör Beni." Cumhuriyet sonrası Türkiye'yi anlatan güzel kurgulanmış tarihi bir roman eşliğinde dinler tarihinin anlatıldığı güzel bir kitap. Sıkılmadan eğlenerek okuyacağınız, yer yer 'öyle miymiş gerçekten!" diyeceğiniz bilgiler var. Karakterler gerçek hayattan alınma. Ünlü Sümeroloğumuz Muazzez İlmiye Çığ hanımefendi kitapta Muazzez karakteriyle kendine yer bulmuş. Bu ülkenin kurucu değerlerine pek sempatisi olmayanların sevebileceği türde bir roman değil açıkçası. Çoğunun hoşuna gitmeyebilir. Ama tarihi bilgilerin doğruluğunu da araştırmakta fayda var. Gerçek hayatla kurgunun iç içe geçtiği bu tip romanlarda olayların bir kısmı gerçek midir, yazarın düşüncesi midir, kurgu mudur pek anlaşılmayabiliyor çünkü. Bir de Tanrı imgesini doğa ile birleştirmesi felsefi olarak hoşuma gitti diyebilirim.
Bir de bazı bölümlerde yazarın anlatılan konuya uygun olarak önerdiği müzikler eşliğinde kitabı okumak deneyimlenebilir.

Çok alıntım var. Bir kısmı şöyle: 

"Bir kadın için en zoru, arzulanmaktan sakınabilmek değil miydi? .. Arzulanmak kadınların hastalığı gibiydi, en çok arzulandıkları kişiye yönelmeleri acaba acizlikleri miydi? İstenmek...kadınların zaafıydı."

"Ancak dikkatten kaçabildiğin kadar ıssızdın ve istediğin zaman ıssız olabildiğin kadar da özgür. Issızlıktı insanı kendine getiren. Issızlığımızda hissettiğimiz konfor kadar gerçek değilmiydik kendimize?"

"İsa 33-35'lerde ortadan kaybolduktan 325 yıl sonra hıristiyanlık din olarak Saint Paul adı verilen bir keşişin çabasıyla ortaya çıkmıştır."

"Christos, yağ ile işaretlenmiş, meshedilmiş, seçilmiş demek, yani aynı Yahudilerin kullandığı Mashiach kelimesinin gelen Mesih anlamı aynı."

"Birini görmek, adını bilmek, selamını almak değildi ki tanışmak. Birbirimize bulaştırdığımız düşünceler, fikirler, duygular olmadan nasıl tanışıklık olsundu...Gerçek tanışma, fikrin hissini karşındakine bulaştırmak değil miydi?"

"...İnanamadı bu yaptığına ve kendine kızarcasına önüne döndü Ülkü, çünkü adamın varlığının fazlalığında kendi azlığını görmüştü. Görüntüsü değildi fazla olan, hissettirdikleriydi, üstelik sadece o taburenin üstünde oturarak!"

"Allah'ın canıydı hayvanlar, bedenlenmiş yaşamın en iyi niyetli varlıklarıydılar."

"...Musa Peygamber öldükten 1383 yıl sonra Tevrat'ın yazılmaya başlamış olması, yaklaşık 80 bin kelimenin belirli bir sıra ile binlerce yıl akılda tutulmaya çalışılması..."

"Sümerler ondalık sayılar kullanmak yerine 6'lık sayı sistemi kullanıyorlardı. 360 derece Sümerlerden geliyor. O yüzden de saatleri 60 tane dakikaya, dakikayı da 60 tane saniyeye, saniyeyi de 60 tane saliseye böldüler."

"Sümerlerin etnik dilinden  türeyen yegane dildir tüm Türk dilleri...Eme-sal, ince ayart, iyi dil demek. Sizin dilinizdeki emsal kelimesi ile aynı anlamda."

"Tren yolunun güzergahı (Berlin-Bağdat) buydu! Peki kim var bu güzergahta? Almanya,Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Balkanlar ve Osmanlı! Birinci Dünya Savaşı denen tiyatrodan nasibini alan, yenilen tüm milletler bunlar...Birinci Dünya Savaşının adı değişmeli..Birinci Dünya Yağması olmalı, dedi."

"İsa'nın Yahudi olduğunu öğrendik, peki İsa'nın siyahi olduğunu biliyor musunuz?"

"Düşündü Orhan: Yahudiler ve Hristiyanlar acaba kendi kitaplarını yazarken bu kil tabletlerden mi (Sümer tabletleri) esinlenmişlerdi? Yoksa dünyadaki tüm yaşantıyı etkileyecek seviyede bir şeyler yaşanmıştı geçmişte ve bu yüzden aralarında binlerce yıl zaman farkı olmasına rağmen hem tabletler hem de dini ahitler aynı şeyleri mi anlatıyorlardı? Ya da efsaneler dinleştirilmiş olabilir miydi?"

"  'Bugün tüm kiliselerde , hıristiyanlığın merkezi Vatikan'da ve Hıristiyanların evlerinde tuttuğu İsa'nın tüm tasvirlerinde bu resimde gördüğünüz kişi İsa olarak kullanılmaktadır ama bu aslında Nazharetli İsa değildir' dedi, elindeki resmi tahtaya yapıştırırken. Aslında bu kişi Cesare Borgia'dır. Kendisi 6. Papa Alexander Borgia'nın oğludur.' "  (1497'de öz erkek kardeşini öldüren Cesare Borgia, aynı zamanda öz kız kardeşiyle ve öz babası 6.Papa Alexander ile sevgili olmasıyla ünlüdür. Böylesine deforme birinin , İsa'nın görüntüsünü yansıtmak için seçilmiş ve tüm Katolik kiliselerinde tasvir edilmiş olması çok düşündürücü değil mi?"

"Ülkü taptaze, derin, hayat dolu bir nefesti ve Selim onu almazsa sanki ölecekti..."

"İnsanlık tarihi ile ilgili bilgi veren en eski yazılı eserlerden biri olmasına ve en önemlisi, kendisinden çok sonra yazılacak olan Tevrat ve İnciller'in bu kitaptan esinlendiği okuyan herkesin hemen fark edeceği yalınlıkta olmasına rağmen, 4. yy'da Hıristiyanlığı resmi din yapan Konstantin'in kurduğu bir komisyon, Enoch'un Kitabını yasaklamıştır."

"Rüzgar gibi geçecek, gecenin karanlığında, özgürlüğün tadında mahalleye, İstanbul'a, vatana, dünyaya...hayata 'Gör Beni!' diyecekti. 'Ben de buradayım. Varım!' "
 
"En büyük devrim her şeye rağmen yaşamaktı. Gülmek ise her karanlığa şafaktı!"

"  'Ruhumu almışken bedenimi de kabul eder misin?' dedi, cebinden kendi yaptığı bakır yüzüğü çıkardı, avucunun içinde bir sır gibi açarken ' Her sabah seninle uyanmak, seninle sorular sormak, cevapları birlikte bulmaya çalışmak, sana Sümerce notlar hazırlamak, seninle dünyayı gezmek, Fred'in anlattığı o yerlerin hepsine seninle gitmek...seni yaşamak istiyorum İlmiye.' dedi ve elinde tuttuğu  yüzüğü ona uzatırken 'Seni benimle paylaşır mısın?' diye sordu"

"  'Teşekkür ederim annem," dedi. Konuştuğu, onu doğuran annesi Semiha değildi, dünyaydı. Doğanın güzelliklerine her maruz kaldığında, dünyanın çekirdeğini düşünür, orada bir kalbin attığını, kendi kalbiyle bir olan o kalbin üzerinde yaşayan her cana hayat kattığını düşünür, Allah'ın zerresi olan bu yüce doğa anaya, dünyaya, teşekkür eder ve şükürlerini sunardı. Yaşadığımız gezegen bir candır."