Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
18 Eylül 2020 Cuma
Buzdan Kılıçlar - Latife Tekin
17 Eylül 2020 Perşembe
Günce - Max Frisch
İsviçreli yazar Max Frisch'in Günce'si 1966-1969 yılları arasında aklındaki konuları not aldığı, birçok konudaki görüşlerini, ilerde yeniden ele alıp işlemek üzere not ettiği bir not defteri niteliğindedir.
Kitaptaki notlarda yoruma yer verilmeyen, birçok noktanın açık bırakıldığı, kendi içlerinde bağımsız yazılar bulunur. Bir de, sorgu, anket, elkitabı gibi yazın-dışı üç yeni biçim kullanır ve bu biçimler yardımıyla yaşlılık, evlilik, kadın-erkek eşitliği, zor kullanma gibi, kişiyi ve insanlar arası ilişkileri irdeleyen konular işlenir. Bu güncede yer alan tüm biçimlerin ortak yanı, sorunlara kesin yanıtlar getirmemeleri, kopuk kopuk olmaları, değindikleri konularda okuru düşünmeye yöneltmeleri, yani belirli konularda birer 'taslak' niteliği taşımalarıdır.
“Günlük biçimi benim yazarlığımın belirleyici özelliğidir. Zaten başka seçeneğim de yoktu!” diyor Frisch.
Kitap çok bana hitap etmedi. Yorumda yazdığım gibi ucu açık konular, sadece yazanın anlayacağı yorumlar.
Anketlerinden bir alıntı: Hoşuma giden bir soru oldu. Bu soruyu insan kendi kendine sorgulamalı.
"-Ölüler aklınıza geldiğinde, ölmüş olan kişinin mi size bir şey söylemesini yoksa sizin mi ona bir şeyler daha söylemenizi tercih edersiniz?"
"Dünyadaki silah birikimini kalemimizle yok edemeyiz, ama iki tarafça da savaş yöntemi olarak kullanılan boş laf yığınlarını allak bullak edebiliriz."
Lüzumsuz Adam - Sait Faik Abasıyanık
Sait Faik'in "Abasıyanık" adlı kitabını değil ama "Lüzumsuz adam" kitabını okudum. (Anlamayanlar için https://www.youtube.com/watch?v=uxyZwDMpREI) Olsun birşeylere ne şekilde olursa olsun başlamak lazım. Belki bu kızımızın safça yaptığı hata başkalarına örnek olur da edebiyat ve kitaplar konusunda daha ilgili oluruz. Aslına bakarsanız suç okullarımızda yazarlarımızı tanıtmayan, kitaplarına yer verilmeyen eğitim sistemimizde. Neyse bu ayrı bir konu.
Öykücü, öykü ustası mütevazı yazar Sait Faik'in adı da kendi gibi mütevazı olan "Lüzumsuz Adam" kitabı ondört öyküden oluşuyor. Hepsi birbirinden güzel ve etkileyici. Okunmalı.
Alıntılara gelince:
"Ben bir işçinin suratından her düşündüğünü anlarım; bıyıklı adamın ama. Bıyıksızın adamın suratından maksadını anlayamıyorum." (Mürüvvet)
"Erkekler değil ama kadınlar muhakkak topraktan çıktı. Toprak ana! Toprak ana! Her mahlukun dişisinde bir topraklık var. Biz erkek kısmı güneşin, havanın, suyun çocuklarıyız belki, ama kadınlar muhakkak topraktan." (Papaz Efendi)
"Yarım ekmek aldı. Deniz kenarında martılara attı.Etrafına yalınayak çocuklar toplanmıştı. Ekmek parçalarını daha denize düşmeden yakalayan, acı acı bağrışan, kırmızı gözlü martılara dağıtacak ekmeği. Açlıktan ölse insanoğluna vermeyecek. Verirse adam olmaz. İnsanoğlu hak etmeli hak! Yoksa şehirde yaşamamalı, köylere gitmeli, merhametlere sığınmalı." (İp Meselesi)
"Kimdir bu sokakları dolduran adamlar? Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor. Birbirini küçük görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı? Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor." (Lüzumsuz Adam)
15 Eylül 2020 Salı
Kolera Günlerine Aşk - Gabriel Garcia Marquez

Kitapta sevdiği kadını 51 yıl 9 ay 4 gün bekleyen Florentino Ariza'nın sevdiği kadınla Fermina Daza ile olan mektuplaşmaları ve bu merkezde geçen hayat hikayeleri anlatılıyor. Avrupa'da koleranın yaygın olduğu zamanlara rast gelen bir aşk hikayesi.
Alıntılarım:
Kusursuz keten giysisi, mesleğindeki titizliği, göz kamaştırıcı sevimliliği, biçimsel aşkıyla, geçmişte kalan bir başka gemiden, beyaz şapkasıyla bir veda işareti yaptı ona. 'Biz erkekler önyargıların zavallı tutsaklarıyız' demişti ona bir kez 'Oysa bir kadın, bir erkekle yatmayı aklına koymaya görsün, aşamayacağı duvar, yıkamayacağı kale, çiğneyip geçmeyeceği ahlaki düşünce yoktur artık.' "
"Her an, ancak onun yanıtlayabileceği, günlük yaşamla ilgili yığınla soru geliyordu aklına. Bir seferinde, bir türlü anlayamadığı bir şey söylemişti ona. bacağı kesilmiş kimseler, artık olmayan bacaklarının yerinde acıları, krampları, karıncalanmaları duyarlar. Onsuz kendisi de böyle duyumsuyordu kendini, artık olmadığı yerde duyuyordu kocasını."
"Bir günden bir güne içinde sürüklenircesine dolaştığı kocaman, bomboş kalan yabancı bir evde bir hortlak gibiydi, kimin daha ölü olduğunu soruyordu kendi kendine üzüntüyle, ölenin mi, yoksa geride kalanın mı?"
"Genç olmak için kötü bir dönemdi o dönem. Her yaşın kendine göre bir giyim tarzı vardı; ama yaşlılığın tarzı ergenlikten hemen sonra başlıyor, ta mezara dek sürüyordu. Yaşın da ötesinde, bir toplumsal saygınlıktı bu. Gençler tıpkı dedeleri gibi giyiniyorlar, vakitsiz taktıkları gözlüklerle kendilerini daha saygıdeğer kılıyorlardı; otuzundan sonra baston iyi gözle görülen bir şeydi. kadınlar içinse yalnızca iki yaş vardı; evlenme yaşı -ki bu yirmi ikiyi geçmiyordu- bir de sonsuza dek erden (bakire) kalma yaşı; evde kalmış kızlar. Ötekiler, evli olanlar, anneler, dullar, nineler, onlar ayrı bir türdü; yaşlarını, yaşadıkları yıllara göre değil, ölmek için geri kalan yıllara göre hesaplıyorlardı."
"Ancak Tanrının sonsuz lütfuyla var olabilen saçma bir icattı evlilik. Birbirini yeni tanıyan, aralarında hiçbir akrabalık olmayan, yapıları başka, kültürleri başka, hatta cinsleri bile başka iki insanın birdenbire kendilerini birlikte yaşamaya, aynı yatakta yatmaya, belki de her biri başka başka yönlere gitmek çizilmiş iki yazgıyı bölüşmeye mahkum bulmaları her türlü bilimsel düşünceye aykırıydı. 'Evliliğin sorunu şu' diyordu, 'her gece seviştikten sonra sona erer, her sabah kahvaltıdan önce yeniden kurulması gerekir.' "
Florentino Ariza'nın yanıtı, gecelerle birlikte, tam elli üç yıl, yedi ay, on bir günden beri hazırdı:
'Bütün bir yaşam boyu', dedi."
12 Eylül 2020 Cumartesi
Resmi Geçit - Şebnem İşigüzel

12 Eylül askeri darbesinin baş aktörleri siyasetçiler ve askerleri canlandıran asıl isimleri dışında benzer isimli karakterlerle -bunu demek ne kadar doğru bilmiyorum çünkü birkaç tanesi dışında diğer isimleri tanımakta zorlanmıyorsunuz- anlatan bir belgesel-roman-az biraz mizah içeren güzel bir kitap. Zor geçirilen bir süreci yarı gerçekçi yarı esprili dile almış yazar. Beğeniyle okudum.
"Ali Çoban dünyaya siyaset yapmak için gelmişti. nitekim yapıyordu da. Sorsanız kimin için? 'Halk için' derdi muhtemelen. Ama okuyup göreceksiniz, bu sözünü ettiğimiz memlekette siyaset hiçbir zaman halk için yapılmamıştı. Kişisel hırslar, ihtiraslar, çıkarlar, inatlaşmalar, daha ne kadar saçmalık varsa siz ekleyin, bunlar yönlendirmişti siyaseti."
'Bu ülkenin en büyük hatası' dedi Bayan Orlando 'bir hatanın varlığından bile söz edilmesinin mümkün olmaması.' "
En Güzel Dünya - Jean Baby

"..Zorlamayı ve bir türlü sonu gelmeyen göz dağını durdurmak ve insan oğlunun kendisine diş geçiren kör kuvvetler elinde oyuncak olmayacakları kardeşçe bir toplum kurmak için bilginin ve tekniğin gelişmelerinden yararlanmak isteyen insanlığın normal iradesini dile getirir sosyalizm." diyor kitabın önsözünde yazar.
Kitap sosyalizmde devlet, halk, toplum ahlakı, para politikası, aile yapısı gibi olgulara açıklamalar getirerek sentez ve sonuç bölümü ile kitabı bitiriyor. Sosyalizmde olması gerekenler hakkında bilgilendiriyor.
"En güzel dünyanın tohumları her yanda yeşermeye başlamıştır ve her gün daha da çoğalmaktadır. Bu tohumları besleyip yetiştirmek ve beklediğimiz çiçekleri vermesini sağlamak bizim kendi bilincimize ve çabamıza kalmış bir iştir." cümlesi ile sona eriyor kitap.
11 Eylül 2020 Cuma
Eski Defter'den Yeni Deftere - Zeyyat Selimoğlu
Kitap yazarın aldığı bir davetle başlar. Yazar Çağdaş Alman Edebiyatından Türkçe çeviriler adlı konferansa Hamburg' a çağrılmıştır. Burada gördükleri, dinledikleri ile Alman şehirlerinin o yıllardaki hali yazarın gözünden anlatılır. Günümüzde okuyunca o yıllarda ilginç ve teknolojik gelen şeylerin şimdiki zamanda sıradanlığı okuyana ilginç geliyor tabi ki. Kitapta dünle ilgili olanlar eski defter olarak nitelendiriliyor. 1936-1944 yılları arasındaki yazarın Alman Lisesinde okuduğu yıllardaki arkadaşları, öğretmenleri anlatılıyor. O zamanki yaşadıkları, olumlu ya da olumsuz yönleri, Nazizim hevesindeki arkadaşları ve öğretmenleri ile örnek aldığı öğretmenleri yazarın kendi uslubuyla anlatılıyor. Güzel bir dönem kitabı. Bu kitabın ışığında Zeyyat Selimoğlu okumalarımın devamı gelecek umuyorum.
Kitaptan altı çizgili cümlelerim ise şöyle:
"İyi yazılmış ince bir kitap, anlattığını kısa yoldan, yoğunlaştırarak, fazlalıklardan arıtarak, damıtarak anlatır. Bu türden kitapları dünyanın en şah iki içkisine, rakı ile viskiye benzetirim, o iki içki de damıtılmıştır."
".. sanırım insanın bağışlanabileceği tek bir vahşet hali vardır: Cinsel birleşme anındaki!"
"Böyle öğretmenler dostlar başına, bir dersi öğrenciye sevdiren ne kitaptır, ne kağıttır, ne kalem, işte Herr Scheuermann anlayışında öğretmenlerdir bize dersi sevdiren!"
"Herr Direktör Scheuermann' ın bir aralık şöyle bir soru sorduğunu anımsıyorum şimdi.
-Çocuklar, Türkçenin heyecan veren bir dil olduğunu, buna karşılık, Almancanın böyle bir heyecanı tattırmaktan uzak olduğunu bilir miydiniz?
Sesimiz soluğumuz çıkmadı bu soru karşısında, ne diyeceğimizi bilemedik, ne demek istiyordu Herr Scheuermann? Susup kaldığımızı gören okul müdürümüz:
- Sizlere bir örnekle açıklayayım bunu, diyerek sözünü sürdürdü, Türkçede "Ben yarın okula gidiyorum" dersiniz örneğin, oysa Almancada "Ben gidiyorum yarın okula" denir. İşte gördüğünüz gibi, Türkçede yapılacak iş tümcenin ancak sonunda anlaşılır. Almancada ise daha tümcenin başında ortaya çıkar, bir merak uyandırmaz, Türkçede eylem tümcenin sonundadır, oysa Almancada tümcenin başında yer alır."