Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
15 Aralık 2020 Salı
İnsanın Anlam Anlayışı - Viktor E. Frankl
14 Aralık 2020 Pazartesi
Ötekinin Rüyası - Julio Cortazar
5 Aralık 2020 Cumartesi
Medarı Maişet Motoru - Sait Faik Abasıyanık
" 'Para insanı ahlaksız ediyor. karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor' der bakkal Karamanlı. Bunu tecrübeyle öğrenmiştir. Bunda bir hakikat vardır ama bu hakikati herkes kendine göre tefsir eder."
"Bazen düşünür ki, insanlar anasından ne Yahudi, ne müslüman ne hristiyan doğarlar. Buna Dimitro hayret eder. "Nasıl olur?" der. Fakat münakaşa açıldığı zaman, nasıl olur demez, der ki:
"Kıştan yaza her çocuk başka türlü çıkardı. Çoğu şişmanlamış, rngi ağarmış, harikulade bir surette büyümüş olarak. Bana öyle gelirdi ki çocuklar yalnız kışın büyürler."
"İşte niyetim o vergili, kırağılı, tohumu çürüklü topraktan çok denizle uğraşmak. Ne tohumu var ne kırağısı. Ne harman için rüzgar beklemek. Ne döven için öküz kiralamak, ne de tohum için borç para almak. Ne de sınır, 'Benim malım' demek kaygısı... Deniz Allah'la devletindir. Devlete verirsin vereceğini, bugün dersin Kınalı açığı, yarın Hayırsız, ertesi gün Bozcaada. Daha ertesi gün de İmralı..."
"Sonraları Fahri kendi teşebbüsleriyle onu birçok defalar gördü. Kızın her şeyi ağır ağır içine işliyordu. Onda bir şey sevgilileşiyor, bu kızda her şey ağır ağır kusursuzlaşıyordu. Bir gün artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şey, yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikayeler hikaye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, mülk yasak edilmiştir. Meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir.
Düşünelim ki, bütün evlerin kapıları sokağa kapanmış, herkes evinin içinde perdeleri sımsıkı kapanmış eğlenir.
yapacak. Onbir kırk beş vapuruna dara dar yetişecek. Yelkovanm kuşlarının bir deniz kırlangıcı haliyle sürü sürü geçtiklerini seyredecek.."
1 Aralık 2020 Salı
Pembe Fili Düşünme - Zeynep Selvili Çarmıklı
Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine - Arthur Schopenhauer
Arthur Schopenhauer'in okumak, yazmak ve yazarlık üzerine mükemmel tespitlerini ve tavsiyelerini içeren bir kitap. Olayın felsefi boyutu da var tabi ister istemez. Anlaşılması başlarda zor iken alıntılarla ve örneklerle akıcı oldu sonraki bölümlerde. Kitap 4 bölümden oluşuyor: İnsan mutluluğunun iki temel düşmanı: Istırap ve Can sıkıntısı, Okumak ve Kitaplar üzerine,Yazarlık ve Üslup üzerine ve düşünmek üzerine. Okumayı sevenlerin okuması gereken bir kitap.
Alıntılar var tabi:
"Okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, insanın canlı canlı gömülmesidir."
"... Ama şunu hatırdan çıkarmayın, ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar; okuma zamanınızı sınırlamaya dikkat edin ve okumak için ayırdığınız zamanı da münhasıran bütün zamanların ve ülkelerin büyük kafalarının eserlerine tahsis edin, onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler. şöhretleri onları zaten bu hüviyetiyle tanıtır. Okunması halinde sadece bunlar gerçekten bir şeyler öğretir ve insanı eğitir ..."
"Şimdi ruhsal melekelerimiz yahut zihinsel güçlerimiz duyarlık biçimleridir; dolayısıyla zihinsel haz denilen ve zihne bağlı olan bu zevk türüne bizi muktedir kılan bunların ağır basan miktarıdır. ve duyarlık ne kadar baskınsa, zevk de o kadar büyük olacaktır."
"İradenin hizmetinden azat olmuş ve zihnin hizmetine tahsis edilmiş gerçek bir güç fazlalığı gereklidir; çünkü Seneca'nın söylediği gibi, okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, canlı bir mezardır. fazlalığın miktarına bağlı olarak bu ikinci hayatta, zihnin hayatında sayısız gelişmeler olacaktır; bu böceklerin, kuşların, madenlerin, sikkelerin toplanması ve etiketlenmesi de olabilir, en yüksek şiir ve felsefe kazanımları da."
"Eğer okuyabilecek zamanı da satın alabilseydi, kitap satın almak insan için iyi şey olurdu; fakat insanlar genellikle kitap satın almayı o kitapların içindeki şeyleri elde etmekle karıştırırlar. Bir insanın okuduğu her şeyi muhafaza etmesini istemek, yediği her şeyi midesinde muhafaza etmesini istemekten farksızdır. Yediği şey onu bedenen, okuduğu şey de zihnen beslemiştir ve o bunlarla ne ise o olmuştur. Nasıl ki beden kendisiyle türdeş olanı hazmederse, bir insan da kendisini ilgilendiren—dikkatini çeken şeyi muhafaza edecektir; bir başka deyişle onun düşünce sistemiyle örtüşen yahut amaçlarına denk gelen şeyi bünyesinde alıkoyacaktır. Herkesin hedefleri vardır, fakat azdan azı bir düşünce sistemine benzer bir şeye yaklaşır. Bu sebepten ötürüdür ki bu insanlar hiçbir şeye nesnel bir alâka göstermez, okuduklarından hiçbir şey öğrenmez ve okuduklarından hiçbir şey hatırlamazlar."
"Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder; okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir. Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır. Fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir. Ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla -yani neredeyse bütün gün- okuyan ve arada düşünmeksizin geçirilen eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder, tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Bir çok eğitimli insanın durumu bundan farklı değildir. Okumak kendilerini ahmaklaştırır. Çünkü her boş vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak zihni, mütemadiyen elle çalışmaktan daha fazla felç edici bir etkiye sahiptir, zira bu ikinci durumda uğraş kişiye kendi düşüncelerini takip edebilme imkanı sunar... Sürekli yiyerek bir kimse midesini bozar ve böylelikle bütün bedenine zarar verirse, zihin de lüzumundan fazla beslenerek boğulabilir. Çünkü bir kimse ne kadar fazla okursa, okuduklarından kalan izler de kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır; zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düşünmeye zaman yoktur ve okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir, eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz, büyük bölümü itibariyle kaybolur."
Sürekli yiyerek bir kimse midesini bozar ve böylelikle bütün bedenine zarar verirse, zihin de düşünce malzemesiyle lüzumundan fazla beslenerek boğulabilir. Çünkü bir kimse ne kadar fazla okursa, okuduklarından kalan izler de kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır; zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düşünmeye zaman yoktur ve okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir...
30 Kasım 2020 Pazartesi
Okuma Günlüğü - Alberto Manguel
sevdiği edebiyat kitaplarını yorumladığı, günlükle karışık anlatımı olan, her ay ayrı bir kitabı anlattığı eseri Okuma Günlüğü. Kitap yorumlarını okurken, hiç bu açıdan bakmamıştım diyebileceğiniz gibi, kendinizi bir gezi yazısının içinde de bulabileceksiniz. Ayrıca okumadığınız başka kitapları da referans alabileceksiniz yazılarda.
Göremediğimiz Tüm Işıklar - Anthony Doerr
Çeşitli basın organları tarafından yılının en iyi romanı ödülü almış bir roman. İkinci Dünya Savaşı, Fransa-Almanya cephesinde geçenler ve biri görme özürlü iki küçük çocuğun gözünden yaşananlar. Bölümler halindeki anlatımı okuma kolaylığı sağlıyor. ancak her bestseller romanda olduğu gibi gereksiz uzun tutulmuş bir roman. Hep derim bizim yazarlarımız bazıları dışında tabi ki yabancı yazarlardan bu konuda daha iyi.
Konusu ise şöyle: Marie-Laure, bir müzede kilit ustası olan babasıyla birlikte Paris'te yaşamaktadır. Gözleri gün geçtikçe daha az görmeye başlayan Marie-Laure, altı yaşına geldiğinde kör olur. Babası ona yaşadıkları mahallenin mükemmel bir minyatürünü yapar, böylece her yeri parmaklarıyla ezberler ve artık dışarı çıktığında evinin yolunu bulabilecektir. Fakat bir sabah savaşın kara bulutları şehrin üzerine çökünce, yanlarında müzeye ait içi sırlarla dolu bir taş ile, Saint-Malo'da deniz kenarında bir evde yaşayan, yirmi yıldır dışarı adım atmamış olan amcalarının yanına gitmek zorunda kalırlar.
Almanya'da bir maden kasabasında kız kardeşi ile birlikte bir yetimhanede büyüyen Werner'in önündeki tek seçenek, on beş yaşına geldiğinde babasının öldüğü madende çalışmaktır. Bir gün şans eseri eski bir radyo bulup onu çalışır hale getirince ve karşılaştığı her elektronik aleti dakikalar içinde tamir edince, bir subay tarafından keşfedilir ve sonradan bir katil ordusu olduğunu öğreneceği özel bir okula gitme fırsatı elde eder. Orada dâhi olmasının bedelini ödeyip, hayatın acı taraflarına tanıklık ederken, kendisini Marie-Laure ile kaderlerinin kesişeceği Saint-Malo'da bulur.
Güzel bir kurgu, okunmaya değer. Alıntılarım ise şöyle:
"Körlük neydi? Bir duvarın olması gereken yerde, insanın parmaklarının hiçbir şey bulamaması veya hiçbir şeyin olmaması gereken yerde, bir masanın bacağının kaval kemiğini oyması..."
"Ama çaresizlik sonsuza dek sürmesi gereken bir şey değildi onlar için. Marie Laure çok küçüktü ve babası da çok sabırlı. Lanet diye bir şey olmadığına onu inandırmıştı."
"Körlüğün ne demek olduğunu anlamak için gözlerinizi kapatmanız yeterli olmazdı. sizin gökyüzü, insan yüzleri ve binalarla dolu dünyanızın altında, yüzeylerin dağıldığı ve seslerin havada bir kurdele yumağı haline geldiği daha hassas ve daha eski bir dünya vardır."
"Taşı elinde bulunduran kişi sonsuza dek yaşayacaktır ama taş onda olduğu müddetçe sevdiği herkesin başına sürekli yağan yağmurlar gibi art arda talihsizlikler gelecektir."
"Werner'e göre ise zaman, insanın avuçlarında taşıdığı kor gibi yanan bir su birikintisiydi. İnsan tüm enerjisini onu korumak için harcamalıydı. Onun için savaşmalıydı. Tek bir damlanın bile akmasına izin vermemeliydi."
"Her saat, savaşla ilgili anıları olan bir kişi bu dünyadan ayrılıyor, diye düşündü. Otların arasından tekrar yükseleceğiz. Çiçeklerde, şarkılarda yaşayacağız."