Bu Blogda Ara

3 Mayıs 2021 Pazartesi

Çay Güzeli - İsmail Saymaz

Yazarın Kafa ve Bavul dergilerindeki yazılarından oluşan bir kitap "Çay Güzeli". İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümündeki anıların da kahramanların da gerçek olduğunu belirtiyor yazar. İkinci bölümdeki öyküler ise kurmaca.  

"Size çocukluğumun Rize'sini anlatacağım. Çay bohçasının altındaki kadını, çay fabrikasına mevsimlik işçi yazılan adamı, sokakta tahta el arabasında balık satan oğulu ve daha on sekizine girmeden dünya evine giren peştemallı kızı anlatacağım.Benim ailem gibi, yüz yıl önce Ovit Dağı'nın arka yüzünden Rize'ye göçen İspirli hamalları anlatacağım. Dağ yamaçlarına yayılmış tuğladan evlerde bir sahan mıhlama ile uyanılan sabahı, bir tava hamsiyle girilen akşamı anlatacağım. İki caddeden ibaret bir mecburiyeti, yalnızca erkeklerin yüzdüğü masmavi bir denizi, insanı sırılsıklam eden yağmuru, elektrik verilmişçesine oynanan horonu ve daldaki karayemişi anlatacağım. Çoktan unutulan "Çay Güzeli"ni anlatacağım size..." diye başlıyor yazar kitabına önsözde.

Sıradan insanların sıradışı öykülerini anlatıyor yazar karadeniz insanının sıcaklığıyla. 

Kitaptan notlar:

"Rize Ülkü Ocağı'ndan, oraya bir daha adım atmamak üzere ayrılırken, ilkgençliğimi içeride bırakarak çıktım. Yanımda bir zamanlar adını duyduğumda öfkelendiğim Yaşar Kemal'in İnce Memed'i vardı. Ardından, Nazım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları'nda hamallık, çay işçiliği ve hamsicilik yapan sıradan insanları buldum. Ve Ahmed Arif sayesinde, ülkenin güneydoğusunda, yeterince "Türk" olmadıkları için ölümlerden ölüm beğendirilen Kürtleri öğrendim. Milliyetimi soyunarak çıktım o kapıdan..."

"Ne var ki üniversite sınav sonuçları açıklandığında Emel ve ben kilometrelerce uzaktaki iki ayrı şehre düşmüştük. Ayrılık, elbette kaçınılmazdı. Arkadaşça bir veda için buluştuğumuzda ve hiç beklemediğim bir anda, 'Biliyor musun, ben de seni...' dedi. Emel'in ellerine uzandığımı, başımın döndüğünü, 'Neden bugünü bekledin?' diye sorduğumu hatırlıyorum. Bir cevabı yoktu. Esasen vaktimiz de yoktu."

"seni özledim" dedi
"ben de..."
susuştuk.

"Artık onun için makarasından hızla boşalan bir iplikti hayat."

2 Mayıs 2021 Pazar

Nasipse Adayız - Ercan Kesal

Durduk yerde tabir yerindeyse gaza gelip siyasete, belediye başkan adaylığına atılan Doktor Kemal. Diğer Ercan Kesal romanları gibi  topluma dair gözlemler içeren bir roman. 
'Siyasette niye yeni isimler, yeni yüzler yok?' sorusunun da bir cevabı.
Siyasette dönen dolaplar, doğru insanı bile yoldan çıkaran siyasi oyunlar ve bu dişlinin arasında kendini kaybeden bir adam Doktor Kemal. Kendi hikayesi diyen de var. Malum, bir dönem belediye başkan adayı olmuş ve mesleği de doktormuş kendisinin.
Peri Gazozu'ndan sonra ikinci Ercan Kesal kitabım. Filmi de çekildiği için konu hakkında çok açıklamada bulunmak istemedim.  Bir Zamanlar Anadolu'da filmini de izlemediyseniz tavsiye ederim." 

Kitaptan altı çizili cümlelerim ise şöyle:

"Adaşım, büyük bir ihtimalle fark etmemişti; risk almadan yaşanan hayatların doğru hayatları yaşayabilmek için oldukça fazla riskler barındırdığını..."

"  -Yav, ben seni uzaktan ince ince takip ediyorum, biliyor musun? Allah aşkına Doktor senin ne işin var bizim aramızda?
    Hiç sesimi çıkarmadım, öylece durdum.
   -Bak doktor! Bir şey söyleyeceğim sana, sakın alınma. Bu söylediklerimi de unutma. Her dönem sizin  gibi güzel arkadaşlar gelir, biraz vitrinde dururlar. Paralarını, zamanlarını harcar, sonra da giderler. Üzüntüleri, yorgunlukları da cabası. Bu hep böyledir biliyor musun? Biz hiç bir yere gitmeyiz ama! Burası bizim işimiz, ekmek kapımız. Gidecek başka yerimiz yok çünkü. Onun için biz hep buradayız. Tamam mı?
   Hiç bir şey söylemeden dinledim partimizin demirbaşlarından Selim Bey'i. Adam haklı beyler! Lakin artık yapacak bir şey yok."

"Biz siyasete almaya değil, vermeye geldik."
İyi o zaman... Verdim gitti!

‘Beni böyle alkışlarsınız, kucaklarsınız, rey zamanı gelince de başga partiye verirsiniz. Başağınız çok da taneniz yok, demişti rahmetli.’

"Ölünce kirlerimizden temizlenir, Ölünce biz de iyi adam oluruz; Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış, Hepsini unuturuz ..."

".. politika ekip işidir doktor. Bizim de bir ekibimiz var. Ekipte envai çeşit adam olur. Çoğunun da başka işi yoktur. Adam ömrünü bu işlere harcamış. Seni terk etmemiş. Cahil, işsiz, salak ama senin yanında. Bu insanlara ahde vefa göstermek zorundasın. Sen, hastanede birisi işine yaramazsa ne yaparsın, atarsın işten. Bizde öyle değil. işe yaramıyorsa daha fazla sahip çıkman lazım. Hatta çok becerikli olursa tehlikelidir. Uzaklaştırman gerekebilir."

"Utanma duygumu hızla kaybetmiştim galiba. Bu böyle aniden olan bir şey miydi yahu? Ne bileyim, önceden bir belirti vermez mi? Kişiyi uyaran. “Bak, böyle bir durumun var senin; dikkat et, haline tavrına.” Ya da, “şansını zorlama” falan gibi. O da olmadı birtakım hafif bulgular da mı göstermez?"

"Bazı müşterilerimiz mesela, çok yüksek bir sonuç çıkmasını istemiyorlar. Vatandaş, böyle durumlarda, 'bu zaten kazanıyormuş' duygusuna kapılır, oy vermekten vazgeçebilir çünkü. Bu durumda daha mütevazi rakamlar çıkartıyoruz..."

Teke Şenliği - Mario Vargas Llosa

Bir arkadaşımın tavsiyesiyle okudum. Şimdiye kadar okumamam
eksiklikmiş. Bir ülkenin yönetiminde diktatörün olmasının ülkeden, halkından ve yönetimdeki idarecilerden neler götürdüğünün yaşanmış hikayesidir. 

Teke Şenliği, 31 yıl Dominik Cumhuriyeti’nde hüküm süren ve bu süreçte yaklaşık 50 bin insanın ölümünden sorumlu tutulan Diktatör Rafael Trujillo, namı diğer Teke’nin iktidarı süresince yaşananlara, diktatörün has adamlarından birinin kızı Urania Cabral’in ve diktatöre suikast düzenleyen bir grup Dominikli vatanseverin gözünden bakıştır... Söz sözü bağlar ve araya diktatörün anlatımları da girer. Nobel ödüllü yazar Llosa’nın gerçek kişiler arasına ustaca yerleştirdiği “kurgu kahramanlar” öyküyle öylesine bütünleşmiştir ki gerçek sanılabilir. Çok canlı, gerçekçi ve zengin anlatımıyla Teke Şenliği, diktatörlük üzerine yazılmış önemli eserlerden biridir.

Kitaptan alıntılarım ise şöyle:

"Hala, Tanrı'nın yerini bana bıraktığına inanıyor musunuz? Bu ülkeyi kurtarma sorumluluğunu bana mı verdi? diye sordu. Trujillo, kaygı ve ironi karışımı bir ifadeyle.
'Buna olan inancım daha da arttı ekselans' diye hemen yanıtladı Balaguer, ince ve net bir ses tonuyla. 'İlahi bir gücün desteği olmadan Trujillo, bu insanüstü misyonu gerçekleştiremezdi. Bu ülke için siz Yüce Tanrı'nın elisiniz.' "

"Aşık olmak, derdik; ona düştü gönlüm. Düşen kadınlardık biz. Buna inanırdık, aşağı doğru olan bu harekete: öylesine sevecen, uçmak gibi, ancak aynı zamanda öylesine ürkünç, öylesine sıradışı, öylesine beklenmedik. Tanrı aşktır, derlerdi bir zamanlar, ancak biz bunu tersine çevirmiştik ve aşk, cennet gibi, hemen elimizin altındaydı. Yanıbaşımızdaki o özel erkeği sevmek ne denli güçse, o denli çok inanırdık aşka, soyut ve bütüncül. bekliyorduk, her zaman, cisimleşmesini. Bu sözcüğün ete kana bürünmesini."

"..Trujillo'ya kendisi için bir Şef, bir devlet adamı, Cumhuriyetin kurucusu olmakla kalmayıp bir model insan, bir baba olduğunu söylerdi. Böylece karabasan sona ererdi. Küçücük yazısıyla bir sayfanın köşesine kaydettiği Ortega y. Gasset'nin satırlarını bulmuştu. 'Bir insan eskiden olduğu ya da gelecekte olacağı yerde sonsuza dek kalmaz. Bir gün olduğu yere gelmiştir, herhangi bir başka gün artık orada olmayabilir.' Bu felsefenin sözünü ettiği geçiciliğin yaşayan bir örneğiydi işte kendisi."

"Cabral duvarda, kitap raflarının arasında bir çerçeve içinde Tagore'den bir alıntı gördü:
'Bir kitap açık olduğunda konuşan bir beyin, kapalı olduğunda beklemede olan bir arkadaş, unutulduğunda bağışlayan bir ruh, yok edildiğinde ağlayan bir yürektir.' "

"..Napacaksın, siyaset böyle işte. Cesetler arasından yolunu bulmayı bileceksin."

"Trujillo'nun otuz bir yıldır zorla bütün Dominiklilerin elinden aldığı bu 'özgür irade' ye sahip olunduğunda sigaranın dumanı, sıcak bir günde denize girmek, cumartesi günü sinemaya gitmek, radyoda çalınan merengue müziğini dinlemek bedende ve ruhta bambaşka bir tat bırakırdı kesin."

30 Nisan 2021 Cuma

Aziz İstanbul - Yahya Kemal Beyatlı

İstanbul, İstanbul şiirleri eşliğinde bundan güzel anlatılamazdı. Fethedilişinin öncesinden başlayarak tarihi yapıları, önemli olayları  ve başta Fatih olmak üzere tarihsel kahramanları ile Aziz İstanbul çok güzel anlatılmış.

İstanbul denince ilk akla gelen yazardır benim için Yahya Kemal.

"Türkiye Türklerinin yeryüzünde başka bir eseri olmasaydı; tek başına, yalnız bu eser şeref namına yeterdi." diyor İstanbul için.

Topkapı sarayı için yaptığı nitelemeler de ilginç;
"Bazı yerler vardır ki ruh eser" derler. Topkapı sarayı'nda bir gün geçiren insan, bu sözün kuvvetini derinden derine duyar. Son iki buçuk senenin üzüntülü günlerinden birkaçını Topkapı Sarayı'nın odalarında; sofalarında; bahçelerinde geçirdim. Her ziyaretimde ruhum bu saraydan, soğuk bir demir, kızgın ateşten nasıl çıkarsa öyle çıktı." diyor yazar.

Kitap yazarın İstanbul'a dair şiirleri ve İstanbul resimleri ile de bütünleşmiş.

"Gelmek'çün ikinci bir hayata
Birgün dönüş olsa ahiretten;
Her ruh açılıp da kâinata
Keyfince semada bulsa mesken;
Talih bana dönse nazikâne
Bir yıldız verse malikâne
Bigâne kalır o iltifata
İstanbul'a dönmek isterim ben."
 
Okuduğum baskı İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından 1974 yılında basılmış bir kitap. Bu yüzden orjinal dili nedeniyle biraz fazlaca Osmanlıca kelimenin olması kitabın okunmasını güçleştirdi yalnızca. Bir de o yıllara has bir alışkanlık mı bilmiyorum gereksiz noktalama işaretleri, örneğin virgüller ve noktalı virgüllerin fazlaca kullanımı dikkatimi çekti. 

28 Nisan 2021 Çarşamba

Deprem - Zeyyat Selimoğlu

 
Zeyyat Selimoğlu, ilk baskısı 1976 yılında yapılan bu romanı için arka kapakta: "Uykusuz kaldığım bir gece, içinde yaşadığımız şu büyük kentin bir deprem bölgesi olduğu düşüncesi kafama takıldı. İşte 'Deprem'in çekirdeği böyle oluştu. Sürüp gitmekte olan bu büyük kent depremi, her gün yüzlerce insanı sarsar, bozar, çökertir. Fazılzade ile Sefer de kurtulamazlar bu depremden, hem de en uçlarda yer almış iki insan olmalarına karşın... İnsanın dramı beni hep etkilemiş, beni yazmaya zorlamıştır." diyor.

Rize'nin Mitari köyünden Sefer'in hikâyesidir anlatılan.Sefer; delişmen, babayiğit, delikanlı bir adamdır.Ekmeğinin peşinde kendini İstanbul'a atar.Türlü türlü işler gelir başına.

Güzel bir öykü, her Zeyyat Selimoğlu öyküsü gibi.

"Bu yosma kent her şeyini satıyor, her şeyini; kadını da satışa çıkarmıştır bu kent demek bu böyle, diye düşünüyor Sefer fırındaki ekmek tezgahına dönerken. Kadın eti satılıyor bu kentte, bacak ve kol ve göbek satışa çıkarılmış, kiralık!"

"..Kardeşimi yoksa bu adam? İnsanlar çifttir, derler, ikizdir. Bu da onun ikizi olsa gerek, bu ne benzemek? Oysa, kafadaki düşüncedir iki insanı birbirine benzeten ve eş tutan, sefer onu bilmiyor. Kafada üretilen her neyse, yüze vuran da odur."

"Öyledir da, günahı büyük olanın camisi de ona göre olmalı. Günah işlemeyenler camiyi ne edecek?."

"İstanbul, ki gözlerini göstermeden görmeyi iyi bilmiş, yüze gülmüş, arkadan çukur kazmış, nice adama tuzak kurmuş yosma bağrında, Sefer'in yola çıktığını çok önceden görmüştür."

"Geceler uzadıkça uzuyor. Hani o geceler ki kadınsız geçecektir, geçmek bilmiyor: Sefer kadın istiyor. Od, ocak, kömür değil, bir kadın kalçasından yayılan sıcaktır erkeğin odasını ısıtan."

"Ne var ki, benim için ilginç değildi artık. Uygarlık dediğimiz, yarım yamalak girdi mi bir ülkeye, doğayı yozlaştırmakla kalıyor, uygarlık tam gelmiyor, ama doğa geriliyor."

10 Nisan 2021 Cumartesi

Neruda Vakası - Roberto Ampuero

Şili'li şair Pablo Neruda'nın hayatından bir kesit Devlet başkanının Salvador Allende olan Şili'yi darbeye götüren süreç eşliğinde anlatılıyor. Ölümcül hastalığına şifa arayışındaki şairin, doktorunu bulması için bir dedektif tutması ve dedektifin ağzından olayların gelişimine şahit oluyoruz. Neruda'nın asıl aradığı kanserine çare olacak doktoru mudur yoksa bizi sürprizler mi beklemektedir?

Pablo Neruda'nın son günlerine de ışık tutan kitapta Neruda'nın aşkları, şiirleri ve hayatındaki hatalarıyla yüzleşmesini zevkle okuyoruz.

İlginç bir kapağı olan kitaptan bolca alıntılarım var:
  
"Tepeleri inip çıkmaya alışkın liman şehri sakinleri için varoluş, şehirleri gibiydi: Bazen insan dalganın köpüklü tepe noktasında keyif ve güvenle seyahat eder, bazense kederli ve sıkkın bir şekilde uçurumun dibinde yatardı. Her zaman yükseliş ve düşüş yaşanabilirdi. Hiçbir şey sonsuza kadar kesin değildi. Hiçbir durum sonsuz değildi. Varoluş, belirsizlikleri beraberinde getiriyordu ve sadece ölümün çaresi yoktu."

"Aşk sorunları her yerde aynı iklime sahip"

"Çünkü şiir seni cennete götürüyorsa, polisiye roman sana hayatı olduğu gibi gösterir; ellerini kirletir ve güneye giden trenlerin kazan dairelerinde kömürün çalışanlara yaptığı gibi yüzünü karartır. Polisiye hikayeyi icat eden ve büyük bir şair olan Poe'yu okumanı tavsiye etmem, ya da Sherlock Holmes'un babası Conan Doyle'u. Neden biliyor musun? Çünkü onların dedektifleri fazlasıyla aykırı ve entelektüel. Kaotik Latin Amerika'mızda en basit davayı bile çözemezlerdi."

"İçki ve yemekten anlamayan şair, şair değildir."

"Bazen kendini, yanında bir kadın olmadan, daha doğrusu, anlaşamadığı ve hiç var olmamasından da kötü olan bir kadının eşliğinde, kıtanın güneyinde kaybolmuş tembel bir köpek gibi hissediyordu."

"-Şiirlerinizi daktiloda mı yazıyorsunuz?
 -Sen deli misin? Kimse klavye kullanarak iyi dizeler yazamaz. Şiir elle, kurşun kalemle yazılır dostum. Dizeler, Chiloe Adası'nın sahillerindeki gelgit gibi beyinden süzülerek çıkar, vücuttan ellere doğru akar ve kağıda dökülür."

"Bu Walt Whitman, Kuzey Amerikalı muhteşem bir şair.
-Yaşıyor mu?
-Yaşamaya devam ediyor diyelim Büyük şairler asla ölmez Cayetano"

"Babam kadınlar flüt gibidir derdi, onlara gösterilen özene ve okşayışa bağlı olarak sesleri değişir."

"Kulağa muhteşem geliyor, ama aslında değil. Sadece vücutlarının içine girdim, asla ruhlarına değil. Anlıyor musun? O narin ve gizemli kadınların fethedilmez duvarlarının önünde, güçsüzleşmiş bir kazazede gibi yenik düştüm"

"Bizim mutluluğumuzun yol açtığı ölümler korkunçtur Cayetano. Ama kişisel mutluluğa giden yol, diğerlerinin acılarıyla döşenmiştir."

"Ölümsüzlüğü sana çocuklar sağlıyor Cayetano, kitaplar değil; kan sağlıyor, mürekkep değil; deri sağlıyor, basılmış sayfalar değil. Bu yüzden Beatriz'in kızının benim olup olmadığını öğrenmen gerek. Küba'ya gidip Beatriz'i bulmak ve tırpanlı ihtiyar yakalamadan önce bana gerçeği getirmek zorundasın dostum."

"Valparaiso'da yürüyüş yaparlarken, sadece sosyalizmin sanat ve edebiyata yaygın bir önem vereceğini, sadece sosyalizmde insanların yazar ve sanatçıları adanmışlıkla izleyeceğini ve bu yüzden hükümetlerin entelektüelleri gözetlediğini söylemişti. Kapitalizmde, tam tersine, herhangi bir sanatçı istediği her şeyi söyleyebilirdi, çünkü çok az kişi dinlerdi."

" 'En iyisi çocukları unutalım Matilde,' diye önerdim. 'Ben sadece kendi çocuğum olan şiirlerimin babası olmak istiyorum' " 

Daha Güzel Bir Dünya - Sadun Tanju

İnsanlık sorunlarını, mutluluğa layık insanı anlatıyor Sadun Tanju kitaptaki yazılarında. ahlaktan, cinselliğe, doğadan mistik kavramlara kadar her şey var. Yazıldığı tarih ve kitabın baskısının yapıldığı 1970'li yıllardan bu güne de değişen bir şey olmamış gibi.  Sadun Tanju'nun yazılarında insanları mutluluğa götürecek reçeteler var olanları ve olması gerekenleri anlattığı. 1976 basımlı kitapta bazı kelimelerin değişik yazılışlarını ve kullanımlarını da göreceksiniz. Dilin o yıllardaki kullanışı mıdır doğru olan şimdiki mi bilemiyorum. "Mutlanmak" kelimesi mesela. Kitabı ben çok severek okudum. Siz de okuyun derim.  

"Bebekleri insan yapma işiydi yaşam. Ve ne kadar başarılı olduğumuz, toplumsal yaşamımızdan belliydi."

"Uzun bir ömür dileğimizin kapsamına giren, uzun bir ihtiyarlıktır."

"Yaşamın amacı dünyada en uzun kalmak değil, kaldığı sürece doyumlu yaşamaktır."

"Bir Kazah yazarı olan Kerimoğlu Nurpeissov, bir Fransız gazetecisine konuşma sırasında bir kaç defa kendi halkının Tanrı nergisi özelliklerinden söz edince, Fransız 'Tanrı mı?' diye sorar. Yani der ki, sen komünist düzenin bir yazarısın, akılcısın, bu mistik anlatım da ne oluyor?
     Cevap verir Nurpeissov, ben Tanrı dediğim zaman doğayı düşünürüm."

"Aslında, dünyanın hiçbir yerinde insanın insandan korkmadan yaşayabildiği bir köşe yoktur. Çünkü böyle bir öğreti yoktur."

"İnsanları tek tek veya kitle halinde öldürmenin hiç bir trajedyada tekrarlanmayacak sahneleri karşısında içinden lav gibi bir öç alma duygusunun fokurdaması belki uygarlığa ters düşmez, çünkü bu yüzyıl uygarlık adına kitle cinayetlerinin en yaygın olduğu bir tarih dönemidir. Ama çağa ters düşmez demek haksızlıktır. Çağ, insan düşüncesinin vardığı noktadır, yaşamın vardığı nokta değil."

"Yaşamın vardığı noktada, düşüncenin açtığı ufukları göremezsek, insanlığı birikmiş kirlerinden arındıramayız."

"Bütün devrimciler, büyücü gibi, falcı gibi, gelecekten haber verirler." 

"Aslında mutluluk, yaşam nasıl gelmişse bize, onu kendi ellerimizle öyle yaptığımızdandır diyebilmektir."

"Her yerde gençler bozuk düzene karşı tepki gösteriyorlar, iktidarı ellerinde tutanların insanca bir yaşama sağlama konusundaki duyarsızlıklarına öfkeleniyorlardı. Okullarda ve üniversitelerde yaratılmak istenen 'insan' olmayı reddediyorlardı. ..Öğrencileri kendilerine siyasal rakip görmenin ötesinde, devlet düşmanı gibi göstermeye kalkanlar öylesine kıyıcı kesildiler ki, sonu dayanılmaz acılara vardı yıldırıp ezmelerin."

"Ne olur, taşlara, betona, demire gösterdiğiniz sevgi ve hayranlığı insanlardan esirgemeseniz? İnsanları okşasanız bütün duyarlığınızla ve unutmasanız..."

"Bu yüzdendir ki İsveçli kadın 'Kadın hakları ne demek? Böyle bir ayrıcalık bizim hala özgürlüğümüzü kazanmadığımızı göstermiyor mu?' diye ateş püskürüyor. Doğanın yarattığı farklılaşma bile unutulmalıdır diyor, İsveçli kadın. O da erkek gibi serbestçe aşk yapabilir, çocuğunun doğmasında kendi iradesini kullanır, istediği gibi yaşar ve bunlar doğal haklarıdır, yasalarla korunur. Bunları kadına verilmiş özgürlükler gibi görmek, İsveç toplumunda kadının özgür olmadığını kanıtlamaktır diye düşünüyor zamane genç kızı."

"Bizim işimiz budur. İçeri atamadıkları zaman, içimizdeki mapusanelerde zincirlerimizi şangırdatarak dolaşır dururuz."

"Dünyaya başka bir ahlakı egemen kılmadıkça, ulusal bağımsızlığın ve egemenliğin kazanılması dünyaca ortak bir amaç olmadıkça, güçlü güçsüzün haklarını parçaladıkça; insanın bağımsız, egemen, kurtulmuş yaşam ahlakı kurulmadıkça, savaş, kan, acı, umutsuzluk önlenemez."