Bu Blogda Ara

27 Ağustos 2021 Cuma

Godot'u Beklerken - Samuel Becket

Samuel Becket'in klasik olmuş oyunu Godot'yu Beklerken. Estergon ve Vladimir bekler Godot'yu. Ama Godot kimdir, gelir mi gelmez mi belli değildir. Estragon ve Vladimir, bilinmezliğin ortasında beklemektedirler Godot'yu. Bu bekleyiş içinde Pozzo ve Lucky ile tanışırlar. Herkesin kendine göre bir Godot'su var.
Alıntılar ise şöyle:


Estragon: (hikmet yumurtlarcasına) Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız öyle kalır.
......
Pozzo: Ağlamayı kesti. (Estragona) Onun yerini alır aldınız, bir bakıma. Dünyadaki gözyaşı miktarı sabittir. Ağlamaya başlayan biri için, bir yerlerde bir başkası keser ağlamayı. Aynı şey gülmek için de geçerlidir. 
......
Vladimir: ben seni hiç terk ettim mi?
Estragon: gitmeme izin verdin.

......
“Dünyadasın, işte bunun tedavisi yok.”

......
"Bir anda her şey bitecek, biz yeniden başbaşa kalacağız, kocaman bir hiçliğin içinde..."

.....
"Herkes sırtında kendi çarmıhıyla dolaşır. Kısa ya da uzun."

......
VLADIMIR:Gidemeyiz.
ESTRAGON:Neden? 
VLADIMIR: Godot'yu bekliyoruz.
ESTRAGON:Ha! Burası olduğundan emin misin?
VLADIMIR: Neyin?
ESTRAGON:Beklememiz gereken yerin.

Sesleri Görmek - Oliver Sacks

Daha önce Karısını Şapka Sanan Adam kitabını okuduğum Oliver Sacks'tan farklı konulu bir kitap. Bir araştırma kitabı kimliğinde olan kitapta sağırların dünyasına bir yolculuk yapıyoruz. Sağırlık ve işaret dili hakkında bilinenler, yanlış bilinenler ve bilinmeyenler tüm yönleriyle inceleniyor.

Sesleri Görmek, çoğu kez acımasız önyargılarla karşı karşıya kalan sağırların, 'işitenlerin' dünyasında kabul görmek için verdikleri savaşımı gözler önüne seriyor."

Alıntılarım ise şöyle:

"Sağırların işaret dili, farklı bir duyu ortamına adaptasyonun özgün bir örneğidir; ama aynı zamanda, ve eşit ölçüde, sağırların kişisel ve kültürel kimliklerinin temsilidir."

"Bazı sağır çocuklar, ağır sağır olsalar da, ötekilerden çok daha iyi bir eğitim alabiliyorlarsa, o zaman sorunun kökenleri sağırlıklarında değil, sağırlığın neden olduğu zorluklarda, özellikle yaşamlarının başlangıcından itibaren karşılaştıkları iletişim kurma zorluğunda ( ya da bozukluğunda ) aranmalıdır."

"İşaret dilinin kelimeleri ve deyimleri küçük yaşlarda öğrenilse de, bu dilin grameri, konuşma gramerinin öğrenildiği yaşlarda gelişir. Dilsel gelişme sağır ve işiten çocuklarda aynı hızı takip eder. İşaretle anlaşma konuşmadan daha önce ortaya çıkıyorsa, bunun nedeni kolaylığıdır; kasların basit ve ağır hareketleri bu dil için yeterlidir, oysa konuşmada yüzlerce farklı yapının yıldırım hızıyla koordine edilmesi gerekir, bu yüzden de çocuklar ancak iki yaşında konuşmaya başlarlar. Yine de sağır bir çocuk dört aylıkken 'süt' işaretini yapabildiği halde, işiten çocuğun etrafına bakıp ağlamakla yetinmesi ilginçtir. Belki de bir nebze işaret dili öğretilmesi bebeklerin yararına olacaktır."

"İşaret dilinin evrensel ve tek bir dil olduğu, bütün dünyadaki sağırların bu dil sayesinde derhal birbirleriyle iletişime geçebilecekleri görüşü hala yaygın bir kanıdır. Ve tümüyle yanlıştır. Yeterli sayıda sağır insanın birbirleriyle temas halinde olduğu ortamlarda yüzlerce farklı işaret dili vardır."

"Körlüğümün ilk yıllarında, tanıdığım insanlar hakkında düşünürken onları iki gruba ayırıyordum. Yüzü olanlar ve olmayanlar... Kör olmadan önce tanıştığım insanların yüzleri vardı, ama kör olduktan sonra tanıdıklarımın yok­tu... Zaman geçtikçe, yüzü olmayanların oranı artmaya başladı."

Beş Sevim Apartmanı - Mine Söğüt

Çok sevdiğim bir kitap olmadı. Açıkçası sıkıldım. Daha önce "Gergedan" isimli kitabını okumuş ve zor bitirmiştim. İçime fenalıklar gelmişti. Bu kitabını da pek sevemedim. Aslına bakarsanız isimlerine ve kapağa bakınca ilginç gibi gelmişti ama bana pek hitap etmedi konusu ve kurgusu. Yine de tabi ki sevenler için iyi bir yazar Mine Söğüt.

"Gerçek, onun ulaşamayacağı kadar derine gömülmüştü. O da bildiği tek şeye, hayale sığınmaya karar verdi."

"Olduğuna inanmadığınız bir şeyi yok edemezsiniz. Ama bir şeyin varlığını zedelemek istiyorsanız ona olan inancı yok ederek işe başlayabilirsiniz."

"Korkunun gölgesinde akıl fakir kalır."

"Pencereler, kimi zaman bakmasını bilene ya da aklını çeldiği gözlere inanılmaz şeyler gösterir."

"Hiçbir tıp kitabı doktorun suskunluğunun hastaya iyi gelebileceğini söylemez. Ama zaten tüm doğrular da kitaplarda yazmaz."

"Belki mucizelere inanmak hasta ruhların en iyi ilacıdır; ama mucizelere kanmak kimi zaman ölümcül bir hastalıktır."

"Sanki yanlışlıkla doğmuştu ve bu yanlışlığın bedelini de, varlığının ağırlığını taşıyarak ödemek zorundaydı."

"Marifet tadı alarak yaşamakta. Bazen akıllı, bazen deli..."

Unutma Dersleri - Nermin Yıldırım

Nermin Yıldırım'dan güzel kurgusu ile dikkat çeken fantastik bir roman. "Unutma Dersleri"
Aşk acısıyla boğuşan Feribe, acı veren tatlı hatıralarından kurtulmak için soluğu Mazi İmha Merkezi'nde alır. Ne var ki burada verilen unutma dersleri ve her hafta yapmak zorunda kaldığı ödevler, hayatını büsbütün allak bullak edecek, kahramanımız bir yandan sabık sevgilisini unutma yolunda ilerlerken bir yandan da aklının köşesinden bile geçmeyecek maceralara sürüklenecektir.

Ben beğendim. Bu tarzdan hoşlananlar için güzel bir roman diyebilirim. 

 "O gün, saatlerle değil, ancak senelerle ölçülebilecek kadar uzun sürdü. Kalbin zamanı ile dünyanın zamanının denk düşmediği günlerden biriydi. Hoş, kalbin neyiyle dünyanın neyi denk düşüyor ki. Asıl imkansız aşk, hayatla aramızdaki."

"Yetimlik ebeveynden değil, insanın ruhunun üflendiği yerden geliyordu."

"Nedense yetimhanelerle huzurevlerinin birbirine benzediğini düşünürüm hep. Birinde çocuklar, öbüründe yaşlılar. Yetişkinlerin hayatına henüz alınmamışlar ve işleri bitti diye ıskartaya çıkarılmışlar. Yaşlılar hep birilerinin gelmesini bekler dururdu. Çocuklar da öyle olmalı. Ama bir beklediğiniz varsa genellikle gelmez. Beklemek çünkü, bir olmazı oldurmayı umanların safdilliğidir. Gelecekler zaten kalbinizi yormadan gelir. Bekletmek, gelmeyeceklerin işidir. Bu yüzden en çok gelmeyecek olanlar beklenir."

"Belki benden gönlü geçmişti. Belki hayatın gerçekleri kafasına dank etmişti."

"İncecik bir meltem, hainlik edip boynunun ıtırını taşımıştı bana. Bugün bile nereden bulduğumu bilemediğim bir cesaretle eğilip koklayıvermiştim. O da hep bu anı beklermiş gibi, şak diye öpmüştü dudağımla çenemin arasındaki saklı kalmış yeri. Hayat öpücüğü diye bir şey vardı hayatta. Tek bir öpücük, insanı öldürebilir yahut yaşatabilirdi. Yüzümdeki o saklı yer dudaklarıyla yıkanınca donup kalmıştım. Kızamamıştım. Sevinememiştim. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmıştı sadece. Ne yapacağımı bilememiştim. Sanırım bunun adına, ilk öpüşte aşk diyebilirim. "

"Şimdi sabah serinliğini içime çekip, gökyüzünün yeni bir hikaye gibi ağır ağır aralanan tayfını seyrederken, nihayet hayallerimle buluştuğum için memnunum. Yarın ne getirecek bilmiyorum, ama her şeyi doğru yapmış değil, 'yaşadım' diyebilecek biri olarak ölmek istiyorum. Hayat hata yapmak için çok kısa. Korkmuyorum."

30 Haziran 2021 Çarşamba

Refet - Fatma Aliye

 Refet, Türk edebiyatında yer alan ilk kadın öğretmen başkarakteridir. Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye'nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan, yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikayesini okuruz. Konusu bağlamında, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanına ilham olduğu söylenir. 

Refet, farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatan, kurgusu ve diliyle bir klasiktir.

Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye'nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi akıl olan yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikayesini okuyoruz. Refet farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatır.

"Hem de ancak bizim gibi fakirler öğretmen olurlar. Zenginler öğretmen olmak için okumazlar. Bilgi edinmek için oraya gelirler."

"Herkese kendini sevdirmenin, herkes tarafından hürmet görmenin yalnız güzellikle olmayıp, çalışmakla, kazanmakla, öğrenmekle, ilim bilmekle de olacağını göstermek istiyorum. Bu sevilmenin, bu rağbet görmenin öyle kaybedilebilecek, çalınabilecek bir servete, gençlik alemine özgü geçici güzelliğe benzemediğini anlatmak istiyorum. Onlar sahiplerini alınlarını buruşturdukça, saçları ağardıkça, vücut pörsüdükçe terk eden vefasızlardır. Onlar bana rağbet etmemişlerse ben de onlara tenezzül etmiyorum! Benim kazanmaya ve ele geçirmeye çalıştığım huylar ve erdemler ise en büyük ve en güzel süsleri derin düşüncelerle buruşmuş alın ile ilim  uğrunda ağarmış saçlardır."

"-Bilmelisin elbette! Yalnız ölümünü hayal edip duruyorsun! Halbuki sen, o yok olmasını arzu ettiğin vücuda tamamıyla sahip olmadığını anlamalısın. Seni okul bunun için eğitti. Sana devlet bu kadar para serf etti. Öyle hocaları nerede bulup da ders alabilirdin. Onların içinde öyle öğretmenler var ki onlardan parayla ders alsan ayda binlerce kuruş sarf etmek lazım gelir. Şimdi devlet senden istifade edecek. Binlerce vatan evladının eğitim ve öğrenimi senin görevin oldu. Sen daha sana verilen emeğin hakkını ödemedin! Senin yetiştiğin gibi çoklarını daha yetiştirmeden kendine sahip oldun mu zannediyorsun? Bari bir kaç tanesinin eğitim ve öğrenimini tamamla da ondan sonra vücudunun lüzumsuzluğundan bahset."

26 Haziran 2021 Cumartesi

Al Beyaz Mavi Beyaz - Andreas Politakis

Andreas Politakis. Türkiye ve Yunanistan halkları artasında dostluk, yakınlaşma ve barış çabaları ile tanınan Yunan gazeteci, yazar, mühendis. Bu kitabında Türk-Yunan ilişkilerinin dostluk ve barış içinde sürmesini amaçlayan Yunanistan'daki çeşitli gazetelerde çıkan yazılar, söyleşi metinleri ve kendi düşüncelerinden oluşan yazılar derlenmiş. Konuya hem Yunan hem de Türk tarafından tarafsız bir gözle bakan yazar Halkların arasında bir sorun olmadığını ve sorunu siyasilerin yarattığı düşüncesinde. Ona göre siyasiler Venizelos ve Atatürk'ün ilk temellerini attıkları dostluğu devam ettirebilselerdi her şey daha güzel olabilirdi. Büyük bir Mustafa Kemal ve Venizelos hayranı olduğunu da belirmeliyim.

Çeşitli yazılardan derlenen yazıların altını çizdiğim bölümleri:

"Mustafa  Kemal, Anadolu'da bizi yendi ve bu gerçekten de oradaki Rumların felaketi oldu. Ama unutmayalım ki, oraya çıkan bizdik. Oynadık ve yitirdik."

"Yeni Türkiye'nin mimarı, Küçük Asya galibi Mustafa Kemal'dir. Bizim için Venizelos Neyse, Türkler için de belki daha fazlasıyla Atatürk odur. Türkiye toplumunda, 'Kemalist Devrimler' daha derin ve daha yaygın bir etki bırakmıştır. O halde, Türk halkıyla dostça ilişkiler kurmak istiyorsak, kahramanlarının anısına saygı göstermeliyiz."


"Bölgemizde barışa yönelik tehlikeler, Türk politikacıların Mustafa Kemal'i Yunanlılarınsa Venizelos'u unutmaları dolayısıyla ortaya çıkmaktadır."

...Konuya daha derinlemesine ve uzun erimli olarak bakılırsa, Türkiye'nin kalkınmasının Yunanistan'ın yararına olduğu görülecektir. Türkiye, bugün karşı karşıya bulunduğu ekonomik zorlukları aşmalı ve belini doğrultmalıdır. Bunu başarabilmesi için göreceği desteğe bağlıdır. Bizlerin konuya ilişkin düşüncesi, bu başarıyı gönülden arzulamak olmalıdır. Yoksulluk ve ekonomik çıkmaz iki kötü kılavuz olup ülkeleri ümitsizce çıkışlara iterler. bölgemizde barışın korunması ve iyi komşuluk ilişkilerinin gerçekleşmesi, çevre halkların gönencine bağlıdır. Dolayısıyla, Türkiye'nin mutluluğunu ve kalkınmasını istemek, barışı ve kendi haklımızın esenliğini istemekle eş anlamlıdır. Her türlü karşıt düşünce, Yunanistan'ın ve Yunan halkının doğru hesaplanmış çıkarlarına bağlıdır."

"Konsoloshanenin mühründeki 'Konstantinopolis' yerine 'İstanbul' yazılmasını Venizelos'a dayatmak, Selanikli Mustafa'nın aklına nasıl da gelmedi acaba? Tarihten, eskiden kalma isimleri silmeye çalışmakla hiçbir şeyin kazınamayacağını, yaşanıp bitmiş her şeyin yanıbaşımızda olduğunu bu 'işgüzar' görevlilere' anlatmak için Mustafa Kemal olmalı ve çelik mavisi gözleri ile şöyle bir bakıvermeliydi..."

"Mantıksız nedenlerle yaratılan gerginlikler...Ne yazık ki, neyin ne olduğunu bilmeyen kendi halinde yurttaşları etkilemeyi başarabiliyorlar."





24 Haziran 2021 Perşembe

Kara Kitap - Suat Derviş

Gotik edebiyat denilince Türk edebiyatının akla gelen ismidir Suat Derviş. Gotik tür, edebiyatta kendisini korku arka fonu ile gösterir. Bu korku, fantastik hikayeler ile ve kimi zaman da doğa üstü olaylar ile ortaya çıkmaktadır. Gotik türde hakim olan kavram karanlık ve derin kişilik çatışmalarıdır.
Bu kitapta gotik edebiyat kapsamında ele alınabilecek dört eseri Kara Kitap, Ne Bir ses...Ne Bir Nefes, Buhran Gecesi ve Fatma'nın Günahı bir kitapta birleştirilmiş. Dört kadının hikayesinin anlatıldığı dört eser.

Hasta bir genç kız olan Şadan, güzelliğinden dolayı acı çeken Fatma, bir babayla oğlu arasında kalan Zeliha ve kocasına çok aşık olan Zehra... 
Kitapta epeyce Osmanlıca sözcük olduğundan kitabın sonunda da bu kelimelerle ilgili geniş bir sözlük de var.

Kitaptan bazı alıntılar.

"Hele bu gece yüzünde tuhaf bir hal var. Gözkapakların pembe ve hummalı. Sonra yüzün her zamandan daha solgun. Bu kırmızı elbiseler mi sana çok yakışıyor, yoksa şömineden çıkan ışık mı, bilmiyorum."

"Bu dünya... bu endişeler, bu korkular, bu kederler, bu tebessümler bana yabancı mı? Bunların hepsini tanıyor muyum? Ben bunların hepsini yaşamadım mı? Hayat, benim için sonu pek iyi bilinen bir kitabın kıraatine benziyor. Onda bilmediğim, anlamadığım, evvelce hissetmiş olduğum bir şeycik yok."

"Kocamın ıslak elleri ellerimi tutmaya uğraşıyor. Ne bende ne de bütün bu gecede dehşetimi haykıracak, imdat dileyecek bir ses yok! Bir nefes yok! Ne bir ses...ne bir nefes..."

"Asabım ne kadar hasta. Şimdi bu resim kımıldanacak, canlanacak zannediyorum ve eğer şimdi canlanıp odanın loşluğu arasında bana doğru ilerlese, ocaktan dökülen bu kızıl ziyayla gözleri daha fazla yansa korkmayacağımı zannediyorum."

"Hastayım, ölüyorum. Bana gideceğim karanlık yoldaki doğruyu öğretiniz, diye yalvarmak istiyorum. Asırlardan beri kendilerini yoran, hırpalayan bu alimlerin, bu yüz binlerce değişik içtihada malik olan insanların hangisi daha fazla hakikate yaklaşmış? acaba hangisi benim aradığım ve korktuğum hakikati bulmuş? Acaba hangisi kavi bir emniyet ve itimatla yaşamak budur, ölüm budur demiş? Koca ciltleri kucaklayarak yere koyuyor, sehpanın üzerinden şamdanı alarak ciltlerin yanına yerleştiriyorum. Halının  üstüne uzanıyorum. Sayfaları titrek ellerle karıştırıyorum.
Bu acayip harflerin, bu yabancı yazıların manasını anlamamaktan mütevellit bir hiddet beni bunaltıyor."

"Hiçbir şeyden şüphe etmedi. İşte, bu gece...bu gece Celal inanılmayacak şeyler söylüyor, bu gece Celal ona...
-Seni sevmedim. Seni hakkıyla sevmemiştim, diyordu.
İşte, hala ikisi de yaşıyorlar, zelzeleler olmuyor, dünya yanmıyor. Bu mavi, sarı, beyaz şehir yıkılmıyor. Kendisi çıldırmıyordu. Her şey...her şey eskisi gibiydi. Hiçbir şey değişmemişti.
Fatma istiyordu ki yıldızlar birbirine çarpsın, gökler parçalansın, küreler kırılsın, dünya, feza, kainat, hercümerç içinde kalsın, güneşler sönsün, kıyamet, kan,ölüm ve ıstırap kıyameti kopsun. Halbuki her şey sükun içindeydi."