1-Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,
Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
27 Eylül 2021 Pazartesi
Üç Tarz-ı Siyaset - Yusuf Akçura
1-Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,
Zorba - Nikos Kazancakis
1 Eylül 2021 Çarşamba
Sis - Miguel De Unamuno
Unamuno, 20. yüzyıl İspanyol yazınına damgasını vurmuş en önemli modern-klasiklerden biridir. I. Dünya Savaşı'nın başladığı yıl yayımlanan ve yazarın en çarpıcı romanlarından biri sayılan Sis (1914) ise, Unamuno'nun ölümünden 70 yıl sonra nihayet İspanyolca aslından yapılan bir çeviriyle okurla buluşmaktadır. Unomuno romanını bir nivola olarak nitelendirir. Unamuno’nun kendi deyimiyle bu bir novela değil, nivoladır. Unamuno kendi icat ettiği bu kavramla, belirli kalıplar altına sıkıştırılan ve kategorize edilerek yorumlanan bir eserin ötesine geçmek ister ve düşüncelerinin sınıflandırılmasına karşı direnerek, kuralarını kendisinin koyduğu bir oyun oynamakta olduğu mesajını verir. Nivola teriminin novella ile İspanyolca sis anlamına gelen eserin orijinal ismi olan Niebla sözcüğünün birleştirilmesiyle oluşturulduğu görülmektedir.
Romanın ana karakteri Augusto Pérez hali vakti yerinde, yaşama dair felsefi görüşleri olan biridir. Ne var ki bir gün sokakta gördüğü Eugenia'ya aşık olmasıyla tüm dünyası altüst olur. Zaten dünyayı bir sis olarak kabul eden Augusto için her şey gittikçe daha muğlak ve anlaşılmaz hale gelir.
Kitaptan altını çizdiğim cümleler:
" 'İnsanın eşyalarından birini kullanmak zorunda kalması bir mutsuzluk' diye düşündü Augusto, 'onları kullanmak zorunda kalmak. Kullanma bozuyor, hatta bütün güzelliğini yok ediyor. Nesnelerin en soylu görevi seyredilmektir. Bir portakal yenmeden önce ne güzeldir! Cennette bütün işimiz azaldığı, daha doğrusu Tanrı'yı ve ondaki her şeyi seyretmeye indirgendiği zaman bu değişecek. Burada, bu zavallı yaşamda Tanrıyı sömürmekten başka bir şey yaptığımız yok; tüm kötülüklerden bizi koruması için bir şemsiye açar gibi açmaya kalkıyoruz onu' "
"Bu benim uysal, gelenekçi, alçakgönüllü yaşamım, küçük binlerce gündelik ufak tefek nesneyle örülmüş Pindaros şarkısıdır. Gündelik yaşam! Günlük ekmeğimizi bize ver bugün! Ver bana Tanrım, günlük binlerce ufak tefek şeyi. Biz inanlar ne büyük acılara, ne büyük mutluluklara dayanıyoruz, çünkü bu acılar ve mutluluklar küçük olaylardan oluşmuş büyük bir sis tabakasına bürünerek geliyorlar. Yaşam bu işte, sis. "
"Odasına yöneldi ve yatağına uzanınca: 'Yalnız, yalnız uyumalı! Yalnızca düş görmeli' dedi. 'İnsan yanında birisiyle uyuyunca düş de ortak olmalı. Gizemli varlıkların iki beyni birleştirmesi gerekir. Yürekler ne denli çok birbirlerine bağlanırsa, düşünceler o denli birbirinden ayrılır mı acaba? Belki. Belki sürekli olarak karşıt durumdadırlar. İki sevgili aynı şeyi düşünseler de birisi ötekinden farklı biçimde duyumsar; aynı aşk duygusuyla birleşirlerse, biri ötekinden farklı düşünür, belki de tersini düşünür. Kadın erkeğini ancak kendisi gibi düşünmediği sürece, yani düşündüğü sürece sever."
"Ve ölüm gelip çattı, parmaklarının ucuna basa basa, göçmen bir kuş gibi gürültü yapmadan ağır ağır, ciddi ve acısız, tatlı ölüm geldi, bir sonbahar akşamı ağır ağır uçarak aldı götürdü kadını. Eli oğlunun elleri arasında, gözleri gözlerinde öldü. Augusto elinin soğumaya başladığını, gözlerinin sabitleştiklerini duyumsadı. Soğuk bedenine sıcacık bir öpücük kondurduktan sonra, elini bıraktı ve gözlerini kapadı. Yatağın yanına diz çöktü o birbirinin aynı yılların öyküsü gözlerinin önünden geçti."
"Ve şimdi yalnızlığım gökyüzünde Eugenia'nın iki gözü bana parıldıyor. Annemin gözyaşlarının ışıltısıyla bana parıldıyorlar. Ve var olduğuma inandırıyorlar beni, tatlı düş! Amo, ergo sum! (Seviyorum, öyleyse varım)Bu aşk, Orfeo, içinde var olma sisinin eridiği ve somutlaştığı yardımsever bir yağmur gibidir. Aşk sayesinde ruhumun bir cismi olduğu bilincini duyumsuyorum ve ona dokunuyorum. Aşk sayesinde Orfeo, ruhda derinliklerine kadar bana acı vermeye başlıyor. Ruhun kendisi, aşktan ve ete kemiğe bürünmüş acıdan başka nedir?"
"-Pekala,sus, yeter -ve gözlerini kapadı.- Hiçbir şey söyleme, tek başıma konuşayım, bırak, kendi kendime konuşayım. Annem öldüğünden beri, hep kendi kendime, yalnızca kendi kendime konuştum; yani uyudum. Ve birlikte, yan yana uyumanın, iki kişinin aynı uykuyu uyumasının ne demek olduğunu hiç bilmedim. Birlikte uyumak! İki kişinin kendi uykusunu ayrı ayrı uyuması, birlikte uyumak değildir, ama aynı uykuyu uyumak, birlikte uyumaktır. Sen ve ben Rosario, aynı uykuyu uyuyabilsek."
" -Evet Augusto, evet. - diye sürdürdü konuşmasını Don Avito, - yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır; bunun yanında pedagoji hiç kalır. Yaşamak yalnızca yaşayarak öğreniliyor ve her insan yaşamın çıraklığına yeniden başlamak zorunda."
"-Rol yapmak hepimizin hoşuna gider, Küçük Bey, hiç kimse kendisi değildir, başkalarının yaratılarıdır."
"Bu yazar, Latince olarak her erkeğin nasıl tek bir ruhu varsa, bütün kadınların yalnızca tek bir ruhu, birbirinin aynı ruhu, kollektif ruhu olduğunu yazıyor....'Kadınlar' diyor bu yazar, erkeklerden daha çok birbirlerine benzerler, çünkü hepsi tektir ve aynı kadındır."
" Gerçekten de bilim karşılaştırmadır; ama kadınlar söz konusu oldu mu, karşılaştırmaya değmez. Bir insan bir kadını, yalnızca bir kadını iyi tanıyorsa, hepsini tanıyor, Kadın'ı tanıyor demektir."
"- Kadınla ilgili psikolojik tek deney evlenmektir. Evlenmeyen insan, psikolojik açıdan kadın ruhunu asla deneyemez. Kadın psikolojisinin ya da ginepsikolojinin tek laboratuvarı evliliktir."
"- Evet, 'Sanatın en iyi kurtarıcılığı, insana var olduğunu unutturmasıdır' diye bir söz duymuştum. Kendi kendine eğlenmek, acılarını unutmak için kendini roman okumaya veren insanlar vardır."
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine - Olga Tokarzcuk
Sıkıcı Nobel ödüllü yazarlar gibi değil Polonyalı OIga Tokarzcuk. Hayvan insan ilişkilerini, insanlık hallerini ve doğanın insanla, insanların doğayla savaşını gözler önüne sermiş değişik bir kurguyla. Çok güzel alıntılar ve altı çizilesi cümleler var. İnsancıl, sevgi dolu bir yazar. Hayvanlara dair empatik düşünceler. Okudukça insanın içine sevgi doluyor.
Janina, uzak bir Polonya köyünde, karanlık kış günlerini astroloji çalışarak, yıldız haritalarını inceleyerek, William Blake’in şiirlerini tercüme ederek ve varlıklı Varşova sakinlerinin yazlık evlerine göz kulak olarak geçirir. İnsanlar yerine hayvanlarla vakit geçirmeyi tercih eder, fazlasıyla tuhaf ve münzevi tavırları kimilerine göre *kaçık*lıktır. Bir gün komşusu Koca Ayak gizemli bir şekilde ölü bulunur. Gelecek günler daha da tuhaf ölümleri beraberinde getirir. Şüpheler ve soru işaretleri yükselirken Janina, tuhaf teorileriyle kendini soruşturmanın göbeğine yerleştirir.
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde tuhaf bir gerilim masalı, bir kara komedi, her şeyiyle kendine özgü bir hikâye. Akıl sağlığı ve çılgınlık, suç ve adalet, doğa ve insan arasındaki karanlık sınırların kışkırtıcı bir keşfi. Çağdaş Polonya edebiyatının en güçlü sesi, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Olga Tokarczuk’tan baş döndürücü bir roman.
"Koca ayak artık gittiğinde ona acımak veya kırgınlık duymak zordu. Geriye kalan gövdesiydi, cansız ve takım elbiseli. Şimdi, sanki ruhu sonunda maddeden ve madde de sonunda ruhtan kurtulduğu için sakin ve memnun görünüyordu. Bu kısa zaman uzayında bir metafizik boşanma meydana gelmişti. Son."
"İnanıyorum ki her birimiz diğer kişiyi kendimizce gördüğümüzden onlara uygun olarak düşündüğümüz ismi vermeliyiz. Böylece çok isimli oluruz. İlişkide bulunduğumuz insan sayısı kadar çok ismimiz olur. Swierszcynski için uygun gördüğüm isim Garip ve bunun, onun niteliklerini çok iyi yansıttığını düşünüyorum."
"..Çünkü en iyi sohbetler kendimizle yaptığınızdır. en azından bir yanlış anlaşılma olmaz."
"Bazen sanki birçok insan için geniş ve ferah olan bir mezarın içinde yaşıyormuşuz gibi hissederim. Gri karanlıkla kaplanmış, soğuk ve nahoş dünyaya baktım. Hapishane dışarıda değildi, her birimizin içindeydi. Belki de onsuz nasıl yaşanacağını bilmiyorduk."
"Gece Venüs'ü gözlemler, bu güzel genç kızın dönüşümlerini yakından izlerim. Sanki aniden bir sihirle ortaya çıkmış gibi güneşin arkasına geçtiğinde, onu akşam yıldızı olarak yeğlerim. Ebedi bir ışık kıvılcımı. En ilginç şeyler, basit farklılıkların kaybolduğu alacakaranlık zamanı olur. Günbatımında yaşayabilirdim."
"Ben çok güzel bir çağda yetişmiştim, şimdi geçmişte kaldı ne yazık ki. O çağda, değişime hazır olmak ve devrimci önseziler yaratmak için bir yetenek vardı. Şimdilerde kimsenin yeni bir şeyler düşünmeye cesareti yok. Durmadan var olan düşünceler konuşuluyor, eski düşünceler yuvarlanıp duruyor. Gerçek yaşlandı ve bunadı; ne de olsa, her canlı organizma gibi kesinlikle aynı yasalara tabi -yaşlanıyor. Onun küçük parçaları olan duyular da apoptoza uğrar. Apoptoz, maddenin yorgunluğu ve tükenmesiyle gelen doğal ölümdür. Yunancada bu sözcük, "taç yapraklarının dökülmesi anlamına gelir. İşte dünya da taç yapraklarını döktü."
" 'Tanrı insanı mutlu ve zengin yarattı, ancak kurnazlık masumu fakirleştirdi.' diyerek Blake'den alıntı yapmıştım. Neyse zaten, ben de böyle düşünüyorum."
" 'Hayvanlar, yaşadıkları ülke hakkındaki gerçekleri gösterir,' dedim. 'Hayvanlara olan yaklaşım yani. İnsanlar hayvanlara vahşice davrandıklarında, hiçbir demokrasi biçimi onlara yardımcı olmaz, aslında hiçbir şey yardımcı olmaz.' "
" 'Hayvan alfabesini bilmeyi isterdim' diye sürdürdüm sözlerimi, 'onlar için uyarılar yazabileceğim işaretler: 'Oraya gitmeyin', 'O yitecek ölümcül'. ...ruhlarınız olmadığını iddia edip zavallı ruhlarınıza merhamet etmezler. Siz yakınları olarak görmezler, size destek vermezler. En kötü suçlunun bile ruhu vardır, ama senin yoktur."
27 Ağustos 2021 Cuma
Godot'u Beklerken - Samuel Becket
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVHniPcStZsQ2aRb5Jp_4kjvuFyS4GN6shl_pCKh6NcqTvLbLI4Xy3feeVaB3XAh0GsmdsuejwqvjPv0No2MDUas_d4h93t6VyOf5PbOEfpMHUcj5FMo0KMIWAAeGYZ4fhpr0dd6TrPfg/s320/91199_28484_1534447513.jpg)
......
Sesleri Görmek - Oliver Sacks
Daha önce Karısını Şapka Sanan Adam kitabını okuduğum Oliver Sacks'tan farklı konulu bir kitap. Bir araştırma kitabı kimliğinde olan kitapta sağırların dünyasına bir yolculuk yapıyoruz. Sağırlık ve işaret dili hakkında bilinenler, yanlış bilinenler ve bilinmeyenler tüm yönleriyle inceleniyor.
"Bazı sağır çocuklar, ağır sağır olsalar da, ötekilerden çok daha iyi bir eğitim alabiliyorlarsa, o zaman sorunun kökenleri sağırlıklarında değil, sağırlığın neden olduğu zorluklarda, özellikle yaşamlarının başlangıcından itibaren karşılaştıkları iletişim kurma zorluğunda ( ya da bozukluğunda ) aranmalıdır."
"İşaret dilinin kelimeleri ve deyimleri küçük yaşlarda öğrenilse de, bu dilin grameri, konuşma gramerinin öğrenildiği yaşlarda gelişir. Dilsel gelişme sağır ve işiten çocuklarda aynı hızı takip eder. İşaretle anlaşma konuşmadan daha önce ortaya çıkıyorsa, bunun nedeni kolaylığıdır; kasların basit ve ağır hareketleri bu dil için yeterlidir, oysa konuşmada yüzlerce farklı yapının yıldırım hızıyla koordine edilmesi gerekir, bu yüzden de çocuklar ancak iki yaşında konuşmaya başlarlar. Yine de sağır bir çocuk dört aylıkken 'süt' işaretini yapabildiği halde, işiten çocuğun etrafına bakıp ağlamakla yetinmesi ilginçtir. Belki de bir nebze işaret dili öğretilmesi bebeklerin yararına olacaktır."
"İşaret dilinin evrensel ve tek bir dil olduğu, bütün dünyadaki sağırların bu dil sayesinde derhal birbirleriyle iletişime geçebilecekleri görüşü hala yaygın bir kanıdır. Ve tümüyle yanlıştır. Yeterli sayıda sağır insanın birbirleriyle temas halinde olduğu ortamlarda yüzlerce farklı işaret dili vardır."
"Körlüğümün ilk yıllarında, tanıdığım insanlar hakkında düşünürken onları iki gruba ayırıyordum. Yüzü olanlar ve olmayanlar... Kör olmadan önce tanıştığım insanların yüzleri vardı, ama kör olduktan sonra tanıdıklarımın yoktu... Zaman geçtikçe, yüzü olmayanların oranı artmaya başladı."
Beş Sevim Apartmanı - Mine Söğüt
"Gerçek, onun ulaşamayacağı kadar derine gömülmüştü. O da bildiği tek şeye, hayale sığınmaya karar verdi."
"Olduğuna inanmadığınız bir şeyi yok edemezsiniz. Ama bir şeyin varlığını zedelemek istiyorsanız ona olan inancı yok ederek işe başlayabilirsiniz."
"Korkunun gölgesinde akıl fakir kalır."
"Pencereler, kimi zaman bakmasını bilene ya da aklını çeldiği gözlere inanılmaz şeyler gösterir."
"Hiçbir tıp kitabı doktorun suskunluğunun hastaya iyi gelebileceğini söylemez. Ama zaten tüm doğrular da kitaplarda yazmaz."
"Belki mucizelere inanmak hasta ruhların en iyi ilacıdır; ama mucizelere kanmak kimi zaman ölümcül bir hastalıktır."
"Sanki yanlışlıkla doğmuştu ve bu yanlışlığın bedelini de, varlığının ağırlığını taşıyarak ödemek zorundaydı."
"Marifet tadı alarak yaşamakta. Bazen akıllı, bazen deli..."