Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
17 Kasım 2021 Çarşamba
Akan Zaman Duran Zaman - Melih Cevdet Anday
15 Kasım 2021 Pazartesi
Ben Halikarnas Balıkçısı Doğdum Sevdim Öldüm - Şadan Gökovalı
30 Ekim 2021 Cumartesi
Sisifos Söyleni - Albert Camus
Yabancı ve Veba kitaplarını okumuştum daha önce. Denemelerinden oluşan "Sisifos Söylemi"nde Camus uyumsuz (absürd) kavramı ve intiharı sorguluyor.
Sisifos Söyleni denince akla, Yunan Mitolojisinde, Zeus'un sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm ettiği kral Sisifos geliyor. Sisifos kayayı tepeye her çıkardığında kaya aşağı yuvarlanır. İşte böyle "boş" ve "anlamsız", absürt bir işle lanetlenmiştir Sisifos. kitapta bolca hayatın anlamı, anlamsızlığı ve intihar duygusu sorgulanıyor.
Aklımızda kalan altı çizililer ise şöyle:
“Bir insan söylediği şeylerden çok söylemedikleriyle insandır.”
"Yaşama nedeni denilen şey, aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir de."
"Uyumsuz insanın bütün yapabileceği her şeyi tüketmektir, kendi kendini de tüketmektir."
"Kişi ancak olanaksızı elde etmek için Tanrı’ya yönelir. Olabilene gelince, insanlar yeter onu bulmaya."
"Tanrılar, Sisyphos’u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm etmişlerdi, Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı."
"İnsan, evrenin de sevip acı çekebileceğini benimseseydi, uzlaşmış olurdu. Düşünce olguların değişken aynalarında hem bu olguları, hem de kendi kendilerini tek bir ilkede özetleyebilecek ölümsüz bağıntılar bulabilseydi, bir düşünce mutluluğundan söz edilebilirdi, mutlular söyleni de bunun gülünç bir benzeri olurdu ancak. Bu birlik özlemi, bu saltıklık isteği insan dramının temel devinimini ortaya koyar."
"Sessizliklerin en keskini susmak değil konuşmaktır' diye yazan adam, ilkin hiçbir gerçeğin saltık olmadığına, özünde olanaksız bir yaşamı doyurucu kılamayacağına kesinlikle inanır." (Kierkegaard'dan bahsediyor)
"Bilinç ve başkaldırı, bu yadsımalar vazgeçişin karşıtıdır. Tersine, insan yüreğinde indirgenmez ve tutkulu olan ne varsa hepsi bunları yaşamıyla canlandırır. Uzlaşmamış olarak ölmek söz konusudur. Gönüllü olarak değil, uzlaşmamış olarak ölmek söz konusudur. İntihar bir yanılmadır. Uyumsuz insanın tüm yapabileceği her şeyi tüketmektir, kendi kendini de tüketmektir. Uyumsuz onun son noktasına varmış gerilimi, bir yalnız çabayla sürekli olarak sürdürdüğü gerilimdir, çünkü bu bilinçte ve bu günü gününe başkaldırıda biricik gerçeğini ortaya koyduğunu bilir. Bu gerçek de meydan okumadır, ilk sonuçlardan biri bu."
27 Eylül 2021 Pazartesi
Boşluk - Jerzy Kosinski
Yeraltı edebiyatına olarak nitelendiren türe örnek olabilecek bir roman Jerzy Kosinski'nin "Boşluk" romanı.
Roman, uzun ve zorlu bir görevden sonra verilen bir rapordur. Tarden olarak bilinen ajan, gizemli güvenlik şirketi ‘Servis’in eski bir elemanıdır. Şimdi bir kaçak olarak ülkeyi kimliksiz, macera peşinde bir ucundan diğer ucuna geçmektedir. Ancak Tarden’ın bir çok yüzü vardır. Yerine göre intikamcı ya da düzenbaz olabilmektedir. Boşluk’ta Kosinski, en ürkütücü şekliyle, güvenlik iddiaları düşünün altında yatanları ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Çok sevdiğim bir tarz olmamasına rağmen sıcak sahnelerinin hatırına sonuna kadar okudum.
"Huzurumu kaçıran ölmek değil , arkamda hiçbir iz bırakmadan ölebileceğim düşüncesiydi."
"Her kişi peşinden gidilecek bir tekerlektir; çocukken tekerleğe yön verdiğim gibi, davranışlarım, konuştuğum dil ve varlığımla içlerinden birini, gitmesini istediğim yana yöneltebilirim."
"Belleğimde tek bir anıyı canlandırdığımda, ötekiler de kendiliğinden gözümün önünde beliriverir ve az sonra geçmişteki bir anı tümüyle karşımdadır."
"Güzel kadınları hayal gücünden yoksun erkeklere bırakın."
"Bir adam ne kadar yürekli olursa olsun hayatını kaybetmekten korkar."
"Proust derki, 'Güzel kadınları hayal gücünden yoksun erkeklere bırakın."
Üç Tarz-ı Siyaset - Yusuf Akçura
1-Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,
Zorba - Nikos Kazancakis
1 Eylül 2021 Çarşamba
Sis - Miguel De Unamuno
Unamuno, 20. yüzyıl İspanyol yazınına damgasını vurmuş en önemli modern-klasiklerden biridir. I. Dünya Savaşı'nın başladığı yıl yayımlanan ve yazarın en çarpıcı romanlarından biri sayılan Sis (1914) ise, Unamuno'nun ölümünden 70 yıl sonra nihayet İspanyolca aslından yapılan bir çeviriyle okurla buluşmaktadır. Unomuno romanını bir nivola olarak nitelendirir. Unamuno’nun kendi deyimiyle bu bir novela değil, nivoladır. Unamuno kendi icat ettiği bu kavramla, belirli kalıplar altına sıkıştırılan ve kategorize edilerek yorumlanan bir eserin ötesine geçmek ister ve düşüncelerinin sınıflandırılmasına karşı direnerek, kuralarını kendisinin koyduğu bir oyun oynamakta olduğu mesajını verir. Nivola teriminin novella ile İspanyolca sis anlamına gelen eserin orijinal ismi olan Niebla sözcüğünün birleştirilmesiyle oluşturulduğu görülmektedir.
Romanın ana karakteri Augusto Pérez hali vakti yerinde, yaşama dair felsefi görüşleri olan biridir. Ne var ki bir gün sokakta gördüğü Eugenia'ya aşık olmasıyla tüm dünyası altüst olur. Zaten dünyayı bir sis olarak kabul eden Augusto için her şey gittikçe daha muğlak ve anlaşılmaz hale gelir.
Kitaptan altını çizdiğim cümleler:
" 'İnsanın eşyalarından birini kullanmak zorunda kalması bir mutsuzluk' diye düşündü Augusto, 'onları kullanmak zorunda kalmak. Kullanma bozuyor, hatta bütün güzelliğini yok ediyor. Nesnelerin en soylu görevi seyredilmektir. Bir portakal yenmeden önce ne güzeldir! Cennette bütün işimiz azaldığı, daha doğrusu Tanrı'yı ve ondaki her şeyi seyretmeye indirgendiği zaman bu değişecek. Burada, bu zavallı yaşamda Tanrıyı sömürmekten başka bir şey yaptığımız yok; tüm kötülüklerden bizi koruması için bir şemsiye açar gibi açmaya kalkıyoruz onu' "
"Bu benim uysal, gelenekçi, alçakgönüllü yaşamım, küçük binlerce gündelik ufak tefek nesneyle örülmüş Pindaros şarkısıdır. Gündelik yaşam! Günlük ekmeğimizi bize ver bugün! Ver bana Tanrım, günlük binlerce ufak tefek şeyi. Biz inanlar ne büyük acılara, ne büyük mutluluklara dayanıyoruz, çünkü bu acılar ve mutluluklar küçük olaylardan oluşmuş büyük bir sis tabakasına bürünerek geliyorlar. Yaşam bu işte, sis. "
"Odasına yöneldi ve yatağına uzanınca: 'Yalnız, yalnız uyumalı! Yalnızca düş görmeli' dedi. 'İnsan yanında birisiyle uyuyunca düş de ortak olmalı. Gizemli varlıkların iki beyni birleştirmesi gerekir. Yürekler ne denli çok birbirlerine bağlanırsa, düşünceler o denli birbirinden ayrılır mı acaba? Belki. Belki sürekli olarak karşıt durumdadırlar. İki sevgili aynı şeyi düşünseler de birisi ötekinden farklı biçimde duyumsar; aynı aşk duygusuyla birleşirlerse, biri ötekinden farklı düşünür, belki de tersini düşünür. Kadın erkeğini ancak kendisi gibi düşünmediği sürece, yani düşündüğü sürece sever."
"Ve ölüm gelip çattı, parmaklarının ucuna basa basa, göçmen bir kuş gibi gürültü yapmadan ağır ağır, ciddi ve acısız, tatlı ölüm geldi, bir sonbahar akşamı ağır ağır uçarak aldı götürdü kadını. Eli oğlunun elleri arasında, gözleri gözlerinde öldü. Augusto elinin soğumaya başladığını, gözlerinin sabitleştiklerini duyumsadı. Soğuk bedenine sıcacık bir öpücük kondurduktan sonra, elini bıraktı ve gözlerini kapadı. Yatağın yanına diz çöktü o birbirinin aynı yılların öyküsü gözlerinin önünden geçti."
"Ve şimdi yalnızlığım gökyüzünde Eugenia'nın iki gözü bana parıldıyor. Annemin gözyaşlarının ışıltısıyla bana parıldıyorlar. Ve var olduğuma inandırıyorlar beni, tatlı düş! Amo, ergo sum! (Seviyorum, öyleyse varım)Bu aşk, Orfeo, içinde var olma sisinin eridiği ve somutlaştığı yardımsever bir yağmur gibidir. Aşk sayesinde ruhumun bir cismi olduğu bilincini duyumsuyorum ve ona dokunuyorum. Aşk sayesinde Orfeo, ruhda derinliklerine kadar bana acı vermeye başlıyor. Ruhun kendisi, aşktan ve ete kemiğe bürünmüş acıdan başka nedir?"
"-Pekala,sus, yeter -ve gözlerini kapadı.- Hiçbir şey söyleme, tek başıma konuşayım, bırak, kendi kendime konuşayım. Annem öldüğünden beri, hep kendi kendime, yalnızca kendi kendime konuştum; yani uyudum. Ve birlikte, yan yana uyumanın, iki kişinin aynı uykuyu uyumasının ne demek olduğunu hiç bilmedim. Birlikte uyumak! İki kişinin kendi uykusunu ayrı ayrı uyuması, birlikte uyumak değildir, ama aynı uykuyu uyumak, birlikte uyumaktır. Sen ve ben Rosario, aynı uykuyu uyuyabilsek."
" -Evet Augusto, evet. - diye sürdürdü konuşmasını Don Avito, - yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır; bunun yanında pedagoji hiç kalır. Yaşamak yalnızca yaşayarak öğreniliyor ve her insan yaşamın çıraklığına yeniden başlamak zorunda."
"-Rol yapmak hepimizin hoşuna gider, Küçük Bey, hiç kimse kendisi değildir, başkalarının yaratılarıdır."
"Bu yazar, Latince olarak her erkeğin nasıl tek bir ruhu varsa, bütün kadınların yalnızca tek bir ruhu, birbirinin aynı ruhu, kollektif ruhu olduğunu yazıyor....'Kadınlar' diyor bu yazar, erkeklerden daha çok birbirlerine benzerler, çünkü hepsi tektir ve aynı kadındır."
" Gerçekten de bilim karşılaştırmadır; ama kadınlar söz konusu oldu mu, karşılaştırmaya değmez. Bir insan bir kadını, yalnızca bir kadını iyi tanıyorsa, hepsini tanıyor, Kadın'ı tanıyor demektir."
"- Kadınla ilgili psikolojik tek deney evlenmektir. Evlenmeyen insan, psikolojik açıdan kadın ruhunu asla deneyemez. Kadın psikolojisinin ya da ginepsikolojinin tek laboratuvarı evliliktir."
"- Evet, 'Sanatın en iyi kurtarıcılığı, insana var olduğunu unutturmasıdır' diye bir söz duymuştum. Kendi kendine eğlenmek, acılarını unutmak için kendini roman okumaya veren insanlar vardır."