Bu Blogda Ara

30 Kasım 2021 Salı

Gör Beni - Azra Kohen

Şimdiye kadar okuduğum romanların içinde ilk ona girebilecek bir roman  oldu "Gör Beni." Cumhuriyet sonrası Türkiye'yi anlatan güzel kurgulanmış tarihi bir roman eşliğinde dinler tarihinin anlatıldığı güzel bir kitap. Sıkılmadan eğlenerek okuyacağınız, yer yer 'öyle miymiş gerçekten!" diyeceğiniz bilgiler var. Karakterler gerçek hayattan alınma. Ünlü Sümeroloğumuz Muazzez İlmiye Çığ hanımefendi kitapta Muazzez karakteriyle kendine yer bulmuş. Bu ülkenin kurucu değerlerine pek sempatisi olmayanların sevebileceği türde bir roman değil açıkçası. Çoğunun hoşuna gitmeyebilir. Ama tarihi bilgilerin doğruluğunu da araştırmakta fayda var. Gerçek hayatla kurgunun iç içe geçtiği bu tip romanlarda olayların bir kısmı gerçek midir, yazarın düşüncesi midir, kurgu mudur pek anlaşılmayabiliyor çünkü. Bir de Tanrı imgesini doğa ile birleştirmesi felsefi olarak hoşuma gitti diyebilirim.
Bir de bazı bölümlerde yazarın anlatılan konuya uygun olarak önerdiği müzikler eşliğinde kitabı okumak deneyimlenebilir.

Çok alıntım var. Bir kısmı şöyle: 

"Bir kadın için en zoru, arzulanmaktan sakınabilmek değil miydi? .. Arzulanmak kadınların hastalığı gibiydi, en çok arzulandıkları kişiye yönelmeleri acaba acizlikleri miydi? İstenmek...kadınların zaafıydı."

"Ancak dikkatten kaçabildiğin kadar ıssızdın ve istediğin zaman ıssız olabildiğin kadar da özgür. Issızlıktı insanı kendine getiren. Issızlığımızda hissettiğimiz konfor kadar gerçek değilmiydik kendimize?"

"İsa 33-35'lerde ortadan kaybolduktan 325 yıl sonra hıristiyanlık din olarak Saint Paul adı verilen bir keşişin çabasıyla ortaya çıkmıştır."

"Christos, yağ ile işaretlenmiş, meshedilmiş, seçilmiş demek, yani aynı Yahudilerin kullandığı Mashiach kelimesinin gelen Mesih anlamı aynı."

"Birini görmek, adını bilmek, selamını almak değildi ki tanışmak. Birbirimize bulaştırdığımız düşünceler, fikirler, duygular olmadan nasıl tanışıklık olsundu...Gerçek tanışma, fikrin hissini karşındakine bulaştırmak değil miydi?"

"...İnanamadı bu yaptığına ve kendine kızarcasına önüne döndü Ülkü, çünkü adamın varlığının fazlalığında kendi azlığını görmüştü. Görüntüsü değildi fazla olan, hissettirdikleriydi, üstelik sadece o taburenin üstünde oturarak!"

"Allah'ın canıydı hayvanlar, bedenlenmiş yaşamın en iyi niyetli varlıklarıydılar."

"...Musa Peygamber öldükten 1383 yıl sonra Tevrat'ın yazılmaya başlamış olması, yaklaşık 80 bin kelimenin belirli bir sıra ile binlerce yıl akılda tutulmaya çalışılması..."

"Sümerler ondalık sayılar kullanmak yerine 6'lık sayı sistemi kullanıyorlardı. 360 derece Sümerlerden geliyor. O yüzden de saatleri 60 tane dakikaya, dakikayı da 60 tane saniyeye, saniyeyi de 60 tane saliseye böldüler."

"Sümerlerin etnik dilinden  türeyen yegane dildir tüm Türk dilleri...Eme-sal, ince ayart, iyi dil demek. Sizin dilinizdeki emsal kelimesi ile aynı anlamda."

"Tren yolunun güzergahı (Berlin-Bağdat) buydu! Peki kim var bu güzergahta? Almanya,Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Balkanlar ve Osmanlı! Birinci Dünya Savaşı denen tiyatrodan nasibini alan, yenilen tüm milletler bunlar...Birinci Dünya Savaşının adı değişmeli..Birinci Dünya Yağması olmalı, dedi."

"İsa'nın Yahudi olduğunu öğrendik, peki İsa'nın siyahi olduğunu biliyor musunuz?"

"Düşündü Orhan: Yahudiler ve Hristiyanlar acaba kendi kitaplarını yazarken bu kil tabletlerden mi (Sümer tabletleri) esinlenmişlerdi? Yoksa dünyadaki tüm yaşantıyı etkileyecek seviyede bir şeyler yaşanmıştı geçmişte ve bu yüzden aralarında binlerce yıl zaman farkı olmasına rağmen hem tabletler hem de dini ahitler aynı şeyleri mi anlatıyorlardı? Ya da efsaneler dinleştirilmiş olabilir miydi?"

"  'Bugün tüm kiliselerde , hıristiyanlığın merkezi Vatikan'da ve Hıristiyanların evlerinde tuttuğu İsa'nın tüm tasvirlerinde bu resimde gördüğünüz kişi İsa olarak kullanılmaktadır ama bu aslında Nazharetli İsa değildir' dedi, elindeki resmi tahtaya yapıştırırken. Aslında bu kişi Cesare Borgia'dır. Kendisi 6. Papa Alexander Borgia'nın oğludur.' "  (1497'de öz erkek kardeşini öldüren Cesare Borgia, aynı zamanda öz kız kardeşiyle ve öz babası 6.Papa Alexander ile sevgili olmasıyla ünlüdür. Böylesine deforme birinin , İsa'nın görüntüsünü yansıtmak için seçilmiş ve tüm Katolik kiliselerinde tasvir edilmiş olması çok düşündürücü değil mi?"

"Ülkü taptaze, derin, hayat dolu bir nefesti ve Selim onu almazsa sanki ölecekti..."

"İnsanlık tarihi ile ilgili bilgi veren en eski yazılı eserlerden biri olmasına ve en önemlisi, kendisinden çok sonra yazılacak olan Tevrat ve İnciller'in bu kitaptan esinlendiği okuyan herkesin hemen fark edeceği yalınlıkta olmasına rağmen, 4. yy'da Hıristiyanlığı resmi din yapan Konstantin'in kurduğu bir komisyon, Enoch'un Kitabını yasaklamıştır."

"Rüzgar gibi geçecek, gecenin karanlığında, özgürlüğün tadında mahalleye, İstanbul'a, vatana, dünyaya...hayata 'Gör Beni!' diyecekti. 'Ben de buradayım. Varım!' "
 
"En büyük devrim her şeye rağmen yaşamaktı. Gülmek ise her karanlığa şafaktı!"

"  'Ruhumu almışken bedenimi de kabul eder misin?' dedi, cebinden kendi yaptığı bakır yüzüğü çıkardı, avucunun içinde bir sır gibi açarken ' Her sabah seninle uyanmak, seninle sorular sormak, cevapları birlikte bulmaya çalışmak, sana Sümerce notlar hazırlamak, seninle dünyayı gezmek, Fred'in anlattığı o yerlerin hepsine seninle gitmek...seni yaşamak istiyorum İlmiye.' dedi ve elinde tuttuğu  yüzüğü ona uzatırken 'Seni benimle paylaşır mısın?' diye sordu"

"  'Teşekkür ederim annem," dedi. Konuştuğu, onu doğuran annesi Semiha değildi, dünyaydı. Doğanın güzelliklerine her maruz kaldığında, dünyanın çekirdeğini düşünür, orada bir kalbin attığını, kendi kalbiyle bir olan o kalbin üzerinde yaşayan her cana hayat kattığını düşünür, Allah'ın zerresi olan bu yüce doğa anaya, dünyaya, teşekkür eder ve şükürlerini sunardı. Yaşadığımız gezegen bir candır."

17 Kasım 2021 Çarşamba

Şehvetiye Tarikatı - İsmail Saymaz

Günümüzde Türkiye’de otuz tarikat silsilesinin ve bunlara bağlı dört yüz civarında kolun, sekiz yüz civarında medresenin faaliyette olduğu tahmin ediliyor. Çoğu holdinge dönüşen tarikatlar büyük bir ekonomik sektör oluşturuyor. Hızla gelişen her sektörde olduğu gibi, bu alanda da kayıt dışı ve merdivenaltı ekonomi gelişiyor. Bireyin kurtuluşunun cemaat yoluyla gerçekleşeceğine dair güçlü bir inanç aşılanıyor. Merdivenaltı tarikat ve cemaatler, geleneksel tarikatların yöntem ve söylemlerini taklit ederken, bilgi kaynağı olarak ilham ve rüyaya, kanıt olarak hurafe, rivayet, keramet ve hikâyelere başvuruyorlar. Müritler, çeşitli yöntemlerle ikna edilerek, ağırlıklı olarak ekonomik ve cinsel istismara maruz kalıyorlar.

İsmail Saymaz, ilkokul mezunu, Arapça ve Kur’an bilmeyen, hatta namaz ve oruç gibi ibadetleri yerine getirmeyen, bazılarının yüzlerce müridi olan, haklarında dava açılmış altı sahte şeyh vakasını inceliyor. Bir kısmının Kur’an kursu da işlettiği, tekke sahibi olduğu bu şeyhler, şehvet ile servet edinme arzusunun iç içe geçtiği bir dünyada, yüzlerce kadın ve erkeğin iradesini teslim alıyorlar. Haklarında şikâyet veya ihbarda bulunulmadıkça, faaliyetlerini yıllarca sürdürebiliyorlar. Esas olarak, devlet tarafından “gerçek şeyhlere” tanınmış resmî hoşgörüden, koruma zırhından ve dokunulmazlıktan yararlanıyorlar. Şehvetiye Tarikatı, kısa yoldan servet edinme hırsının ve bastırılmış cinsel arzuların dinî inançlar temelinde kışkırtılıp, kullanıldığı bir dünyaya ışık tutuyor.

Müritler cemaat içinde dini mertebesinin yükseleceği ve cennete kavuşacakları söylemiyle razı edilerek, ya da Allah'ın gazabına uğrayacağı tehdidiyle ikna edilerek, istismara maruz kalıyor. Ağırlıklı cinsel ve ekonomik istismar yaşanıyor.

Bu kitabı okuyun ki o sahte din tüccarlarının dine nasıl zarar verdiğini öğrenin. Bazı bölümleri içiniz kaldırmayabilir, uyarayım.

Alıntılar şöyle:

"Sahte şeyhler, "keramet sahibi zat ve mübarek şahıs" kabul ediliyor. Müritler cemaat içinde dinî mertebesinin yükseleceği ve cennete kavuşacakları söylemiyle razı edilerek, ya da Allah'ın gazabına uğrayacağı tehdidiyle ikna edilerek, istismara maruz kalıyor. Ağırlıklı cinsel ve ekonomik istismar yaşanıyor."
 
"Örneğin, "sahte şeyh" Uğur Korunmaz, erkek ve kadın ayırt etmeden tüm müritleriyle cinsel ilişkiye girdi. Mustafa Çalışkan, üç şehirde 26 kadını istismar etti. Süleyman Işık, genç erkeklerle ilişki yaşadı. Recep Küçük, çocuk istismarına karıştı."
 
"Tarikattaki kadınlar, "Şeyh sarılıp öperse günahlarımız dökülür," diyordu."
 
"Mustafa hoca yemekten kalktığında, bıraktığı artıkları yemek için yarışırdık. Yemek artıklarının şifa olduğunu düşünüyorduk."
 
"Hoca, televizyon karşısında otururdu. Gerçekte televizyon izlemediğini, Filistin'de savaşta olduğunu söylüyordu. Saatlerce kendisini izlememizi istiyordu. Biz de izliyorduk. "Nafile namaz kılacağınıza yanımda durun." diyordu. "Benim yanıma gelmeniz, Umre'ye gitmenizden daha hayırlıdır." diyordu."
 
"Badelenme bize göre ilahi aşktır."
 
"Zikirler devam ettikçe kişi; mürid, yani rıza gösteren, şeyh­ten razı olan ve onu seven manasına gelen safhaya gelir. Zi­kirde mürit cezbelenir. Şeyhe olan aşkı, müridi cezbeder.
Cezbolan müridin badelenmesi gerekir. Aksi takdirde has­ta olur. Müridler badelenmeyi rüyasında görür ve şeyhe aş­kı artar. Mürid badelenmenin ne olduğunu sorduğu zaman anlatırım. Cezbelenen mürid sır odama gelir. Odanın ka­pısını kilitler. "Hazırım," derse elimi yalamaya ve emmeye başlar. Sonra pantolonumun fermuarını açar ve (...)"
 
"Cinselliğin bastırıldığı toplumlarda dişinin her samimi davranışı erkek tarafından şehvet olarak algılanır."
 
"Dul kadınların başkaları ile cinsel ilişkiye girdikleri zaman zina, ancak kendisiyle ilişkiye girerlerse sevap olacağını, hatta zikir hükmüne geçeceğini söyledi. Cinsel organın nur çeşmesi olduğunu, herkesin bu çeşmeden içmesi gerektiğini söyledi."

Akan Zaman Duran Zaman - Melih Cevdet Anday

 
"Şiirin bunca büyük bir işlevi de zamanın geçmesinden duyduğumuz korkuyu yatıştırmasıdır, daha kısası bu akışı durdurmasıdır. Böylece şiiri yazanla okuyan, bir tanıklıkta birleşirler, gösteren ile gösterilenin birliğinde ve ölüme karşı gelmekte. ..Düşünüyorum da, ölenlerin zamanı gerçekten durmuştur, onların hiçbir değişikliğe gereksemesi yoktur. Bizse akan zaman içinde onlarla karşılaşıyoruz ikide bir. Tuhaf bir şey bu, onlar biraz bizimle akıyor, biz biraz onlarla duralıyoruz. Ölüm bir söylencedir. Bu söylenceden birkaç söz bulalım." diyor kitabının arka kapağında Anday.

Edebiyat dünyasından ve biraz da siyasetten anılar içeren bu Melih Cevdet Anday kitabını zevkle okudum. Güzel notlar ve anekdotlar içeriyor bolca. Yalnız dikkatimi çeken şey şu oldu anlatımlarda, gereğinden fazla noktalama işareti kullanılması. Özellikle de virgül. Günümüzde bu kadar noktalama işareti kullanılmıyor. Sanırım 70' li yıllara özgü bazı yazım özellikleri bunlar.

Alıntılarım çok ama yalnızca bazıları aşağıda, gerisi kitapta:

"Rahmetli aktör Ulvi Uraz, Hasanoğlan' daki açık hava tiyatrosunda, çocuklara Gogol'ün Müfettiş komedyasını oynatmıştı. Hiç tiyatro görmemiş olan o çocuklar ne güzel oynamışlardı Müfettiş'i hiç unutmam! İsmet İnönü de seyre gelmişti oyunu."

"...Nurullah Ataç kaygısız duruyordu bu işe. Onun sorunu aydın-yarı aydın sorunu idi çünkü, bu çözülmedikçe eğitime tabandan başlamanın , yanlış olduğunu değilse de, yeterli olmadığını düşünüyordu. Halkı, köylüyü uyandırmak isteyenler, bakalım, bu yeteneğe ermiş kişiler miydi? Daha açığı, onlar kendileri gerçekten uyanmış mıydılar? Ne demektir aydın olmak? Kendilerinde ışık var mıydı ki, ışıksız olanlara salsınlar onu? Sonra onlar, köye, köylüye acıma duygusu ile mi gidiyorlardı? Buna kendini beğenmek, halka üstünlük taslamak denmez de ne denirdi? Dahası da vardı; yarı aydın yetiştirmekle hiç bir sorun çözülemezdi; üniversitelerimiz üniversite olamamıştı ki, toplumun eğitimi gerçekleştirilebilsin! İşte bunlardı onun kendine ve başkalarına sorduğu sorular."

"...Köylü hep köylü kalsın, biz de onu 'Efendimiz' diye sevelim... Ahmet Hamdi Tanpınar, bir yazısında 'Bizim büyük yükümüz köylülüktür' diye yazarken bu sorunu ortaya atıyordu: Köylülükten kurtulmamız gerekir, Sabahattin Eyüboğlu, böyle düşündüğünü bildiği için Tanpınar'a kızardı, ama pek belli etmezdi kızdığını. Konumuzun bence en ilginç yanlarından biri de, sanayileşme akımı içinde büyük kentlere göçen köylülerin 'Efendi' gibi karşılanmamalarıdır. Köylü köyde başka, kentte başkadır sanki. Köy kahvesinde tanıyıp güleryüzle hoşbeş ettiğimiz kişi, apartman kapıcısı olarak kentte karşımıza geldiğinde tanımayız onu. Bu tersliği Anadolu'daki gezilerimiz sırasında, kendimde de, arkadaşlarımda da denemişimdir."

"Okuma salonunu, kendi derslerine çalışan öğrenciler doldururdu. Bunların arasından roman okumak isteyenler de çıkardı. Bir gün müdür Hamdi Beyin yanında otururken bir öğrenci  geldi, istediği kitabın fişini Hamdi Beye uzattı. Meğer açık saçık bir kitapmış bu. Hamdi bey öyle kızdı ki, seni anana babana, okuluna  haber veririm, git dersine çalış' diyerek kovdu çocuğu. Ben dayanamadım 'Aman Hamdi bey' dedim. 'Bu kitap madem kitaplığınızda var, isteyen okuyabilir. Neden payladınız çocuğu?! Hamdi bey işaret parmağını dudaklarına götürerek 'susss!' işareti yaptı, sonra çekmecesini yarım açarak gösterdi o kitabı 'Ben okuyorum' dedi."

"Şiir, bilinen sözcüklerle bilinmedik sözler kurmaktır. demiştim bir yazımda. Bunu, bilinen sözlerle bilinmedik imgeler yaratmaktır biçiminde de yürütebiliriz."

"Yaşamımdan Şiir ve Hakikat adlı yapıtında Goethe, gençlik dostu Behrish'ten 'tecrübe'nin ne olduğunu açıklamasını istediğini anlatır. İlginç bir kişiliği olan Behrish şöyle demiş: 'Gerçek tecrübe, bir tecrübeden tecrübe görerek tecrübeli olunduğunu tecrübeyle öğrenmektir.' Böyle ise yaşam laboratuvarındaki deneylerin sonu gelmeyecek demektir. Yaşlıların 'Bu yaşıma geldim, böyle şey görmedim' sözüyle anlatmak istedikleri de budur belki."

15 Kasım 2021 Pazartesi

Ben Halikarnas Balıkçısı Doğdum Sevdim Öldüm - Şadan Gökovalı

Balıkçı'nın bana anlattıkları, bana verdiği yetkiyle yazdığım ve kendi araştırıp bulduklarım; türünde ve Türkiye'de ilk galiba..
Şimdiye kadar yazdığım 40'ı aşkın kitabın, beni en doyuranı oldu diyebilirim. Yazmam gerekirdi. Ben bu işlevi yerine getirmek için dünyaya getirilmiştim ! Hele rehberlikle ilgili bölümler... Sanırım rehberdeşlerimiz için yol gösterici olacak; ders alınacak deneyim ve bilgiler içeriyor.. 
Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ki bu kitapta ben onu, yakınları gibi 'Balıkçı' diye anacağım, diyor bize Anadolu ufkunu açan kitabının önsözünde Şadan Gökovalı.

Bodrum'a sürgüne gönderilen Cevat Şakir'in İstanbul'dan Bodrum'a kadarki yolculuk serüveni, sürgün yılları bazen Şadan Gökovalı'nın  bazen De Halikarnas Balıkçısının ağzından anlatılıyor.
Bir de anekdot anlatıyor Gökovalı:
"Vaktiyle, Doğulu bir hükümdar, ülkesinin bilginlerini çağırıp, 'ben' demiş 'insanlık tarihini öğrenmek istiyorum! yazıp bana getirin.' 
Bilginler günlerce uğraşıp, üç cilt kitap getirmişler, Hünkar:
-Bunu okuyamam, daha kısa yazın!
Bilginler bu kez, haftalarca çalışıp, tek cilt kitapla gelmiş hünkarın karşısına, O:
-Bunu okumaya vaktim yok, bana bir tümceyle özetleyin insanlık tarihini!
Bilginler, aylarca uğraşıp çıkıp hakanın karşısına; demişler ki:
-İnsanlar doğdular, savaştılar, öldüler!..
-Sen dedik, sen nasıl özetlersin insanlık tarihini?
Hiç düşünmeksizin şöyle dedi:
-İnsanlar, doğdular, sevdiler, öldüler!..'
O an, Balıkçı'nın yaşamına dair yazacağım kitaba  bu adın uygun olacağını düşündüm..."

Kitapta hoşuma giden çok bölüm var. Bunlardan biri de "Mezar Taşı" başlıklı yazı:
"Sakın mermer, beton falan istemem. Bir taş bulun, uzunca bir taş Yazısız! Onu dikin mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymışım da, şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm. Kesinlikle yazı istemem, basit bir taş. Eh, bizim tekne su almaya başladı. Tepelere, deniz gören yere gömülmem şart değil! Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem. Deniz ruhumda yaşıyor., gönül gözüyle her zaman görüyorum. Mezarın ne önemi var?
Öldükten sonra ben kendime değil, toprağa doğaya lazımım. Galiba ruhun yaşaması da bu! Topraktan olduk toprağa dönüyoruz. Ben öldükten sonra yokum. Toprak bizi kendisine yararlı hale getirecek. Yoksa, cesedin ne değeri var?

Oğlum gibi sevdiğim Şadan'a anlattım. Dedim ki:
"Bodrum'a gömülmek isterim elbette. Orayı pek sevdim. Bodrum'un Mindos kapısı yakınlarında bir yere gömsünler beni. Yanımda Hatico'ya da bir yer ayırsınlar."

Ben kitabı çok sevdim. Bir başucu kitabı niteliğinde. Halikarnas Balıkçısı severlere.

30 Ekim 2021 Cumartesi

Sisifos Söyleni - Albert Camus

Yabancı ve Veba kitaplarını okumuştum daha önce. Denemelerinden oluşan "Sisifos Söylemi"nde Camus uyumsuz (absürd) kavramı ve intiharı sorguluyor.

Sisifos Söyleni denince akla, Yunan Mitolojisinde, Zeus'un sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm ettiği kral Sisifos geliyor. Sisifos kayayı tepeye her çıkardığında kaya aşağı yuvarlanır. İşte böyle "boş" ve "anlamsız", absürt bir işle lanetlenmiştir Sisifos. kitapta bolca hayatın anlamı, anlamsızlığı ve intihar duygusu sorgulanıyor.

Aklımızda kalan altı çizililer ise şöyle:

“Bir insan söylediği şeylerden çok söylemedikleriyle insandır.”

"Yaşama nedeni denilen şey, aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir de."

"Uyumsuz insanın bütün yapabileceği her şeyi tüketmektir, kendi kendini de tüketmektir."

"Kişi ancak olanaksızı elde etmek için Tanrı’ya yönelir. Olabilene gelince, insanlar yeter onu bulmaya."

"Tanrılar, Sisyphos’u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm etmişlerdi, Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı."

"İnsan, evrenin de sevip acı çekebileceğini benimseseydi, uzlaşmış olurdu. Düşünce olguların değişken aynalarında hem bu olguları, hem de kendi kendilerini tek bir ilkede özetleyebilecek ölümsüz bağıntılar bulabilseydi, bir düşünce mutluluğundan söz edilebilirdi, mutlular söyleni de bunun gülünç bir benzeri olurdu ancak. Bu birlik özlemi, bu saltıklık isteği insan dramının temel devinimini ortaya koyar."

"Sessizliklerin en keskini susmak değil konuşmaktır' diye yazan adam, ilkin hiçbir gerçeğin saltık olmadığına, özünde olanaksız bir yaşamı doyurucu kılamayacağına kesinlikle inanır." (Kierkegaard'dan bahsediyor)

"Bilinç ve başkaldırı, bu yadsımalar vazgeçişin karşıtıdır. Tersine, insan yüreğinde indirgenmez ve tutkulu olan ne varsa hepsi bunları yaşamıyla canlandırır. Uzlaşmamış olarak ölmek söz konusudur. Gönüllü olarak değil, uzlaşmamış olarak ölmek söz konusudur. İntihar bir yanılmadır. Uyumsuz insanın tüm yapabileceği her şeyi tüketmektir, kendi kendini de tüketmektir. Uyumsuz onun son noktasına varmış gerilimi, bir yalnız çabayla sürekli olarak sürdürdüğü gerilimdir, çünkü bu bilinçte ve bu günü gününe başkaldırıda biricik gerçeğini ortaya koyduğunu bilir. Bu gerçek de meydan okumadır, ilk sonuçlardan biri bu."

27 Eylül 2021 Pazartesi

Boşluk - Jerzy Kosinski

Yeraltı edebiyatına olarak nitelendiren türe örnek olabilecek bir roman Jerzy Kosinski'nin "Boşluk" romanı. 

Roman, uzun ve zorlu bir görevden sonra verilen bir rapordur. Tarden olarak bilinen ajan, gizemli güvenlik şirketi ‘Servis’in eski bir elemanıdır. Şimdi bir kaçak olarak ülkeyi kimliksiz, macera peşinde bir ucundan diğer ucuna geçmektedir. Ancak Tarden’ın bir çok yüzü vardır. Yerine göre intikamcı ya da düzenbaz olabilmektedir. Boşluk’ta Kosinski, en ürkütücü şekliyle, güvenlik iddiaları düşünün altında yatanları ortaya çıkarmaya çalışıyor.

Çok sevdiğim bir tarz olmamasına rağmen sıcak sahnelerinin hatırına  sonuna kadar okudum. 

"Huzurumu kaçıran ölmek değil , arkamda hiçbir iz bırakmadan ölebileceğim düşüncesiydi."

"Her kişi peşinden gidilecek bir tekerlektir; çocukken tekerleğe yön verdiğim gibi, davranışlarım, konuştuğum dil ve varlığımla içlerinden birini, gitmesini istediğim yana yöneltebilirim."

"Belleğimde tek bir anıyı canlandırdığımda, ötekiler de kendiliğinden gözümün önünde beliriverir ve az sonra geçmişteki bir anı tümüyle karşımdadır."

"Güzel kadınları hayal gücünden yoksun erkeklere bırakın."

"Bir adam ne kadar yürekli olursa olsun hayatını kaybetmekten korkar."

"Proust derki, 'Güzel kadınları hayal gücünden yoksun erkeklere bırakın."

Üç Tarz-ı Siyaset - Yusuf Akçura

"Üç Tarz-ı Siyaset" tez karakteri taşıyan büyük bir makaledir. Rusya'da yazılmış, Mısır'da Abdülhamit istibdadına (baskı) karşı savaşan Türk Gazetesinde yayımlanmıştır.

Üç Tarz-ı Siyasette Yusuf Akçura'nın üzerinde durmuş olduğu ana konular şöyledir:
1-Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,
2-İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak,
3-Irka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek.
Yazar bu üç fikir akımına Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük adını vermiştir.

Kitaptan birkaç alıntım ise şöyle:

"Osmanlı ülkelerinde, garpten feyz alarak, kuvvet kazanmak ve terakki arzuları uyanalı, belli başlı üç siyasi yol tasavvur ve takip edildi sanıyorum: Birincisi, Osmanlı Hükümetine tabi muhtelif milletleri temsil ederek ve birleştirerek bir Osmanlı milleti vücuda getirmek. İkincisi, hilafet hakkının Osmanlı Devleti hükümdarlarında olmasından faydalanarak, bütün islamları söz konusu hükümetin idaresinde siyaseten birleştirmek (Frenklerin 'Panislamisme' dedikleri), üçüncüsü, ırka dayanan siyasi bir Türk milleti teşkil etmek.
Bu yollardan ilk ikisinin, bir zamanların Osmanlı Devleti umumi siyasetine mühim tesiri oldu. Sonraki ise, ancak bazı muharrirlerin yazılarında görüldü.
Osmanlı milleti vücuda getirmek arzusu, pek yüksek bir hayali gayeye, pek yüksek bir ümide doğru yücelmiyordu, asıl maksat, Osmanlı memleketindeki Müslim ve gayri-müslim ahaliye ayni siyasi hakları tanımak ve vazifeleri yüklemek; böylece aralarında tam müsavat (denklik) getirmek; fikirlerce ve dince tam serbesti vermek; bu müsavat ve serbestiden faydalanarak, söz konusu ahaliyi aralarındaki din ve soy ihtilaflarına rağmen, yekdiğerine karıştırarak ve temsil ederek, Amerika Birleşik Hükümetlerindeki Amerikan milleti gibi müşterek vatanla birleşmiş yeni bir milliyet, Osmanlı milleti meydana çıkarmak ve bütün bu zor ameliyatın neticesi olarak da, 'Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'yi asli şekliyle yani eski hudutlarıyla muhafaza eylemekti."

"Osmanlı milleti yaratmak siyaseti, ciddi olarak İkinci Mahmut zamanında doğdu. Bu padişahın: 'Ben tebaamdaki din farkını ancak cami, havra ve kiliselerine girdikleri zaman görmek isterim.' dediği meşhurdur."