Bu Blogda Ara

22 Ocak 2023 Pazar

Onca Yoksulluk Varken - Emile Ajar (Romain Gary)

1975'te Fransa'nın en prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü'ne layık görülen 'Onca Yoksulluk Varken', bir hayat kadınının oğlu olan Arap bir çocuğun, fahişe çocuklarına bakan Yahudi Madam Rosa'yla birlikte geçen hayatını anlatır. Ve aynı ödülü 1956'da 'Cennetin Kökleri' kitabıyla kazanmış olan Romain Gary'nin, daha sonra açıkladığı üzere, 'Yalnızca kendim olmaktan bıkmıştım,' gerekçesiyle 'Emile Ajar' müstear adıyla yayınlamış.. 

Romain Gary, 1980 yılında kendi eliyle yaşamına son verdi. Ardında, Fransız ve dünya edebiyat çevrelerini altüst edecek bir yazılı açıklama bırakmıştı. Ölümünden sonra açılan bu yazılı açıklamasında, yazar, Emile Ajar takma adıyla yayımlanmış Onca Yoksulluk Varken, Kral Salomon'un Bunalımı ve Yalan-Roman adlı romanların gerçek yazarının kendisi olduğunu belirtiyordu. (Bu üç romanın çevirileri Can Yayınları arasında çıkmıştır.) Emile Ajar takma adıyla yayımlanan bu romanlar, eleştirmenlerce göklere çıkarılmış, satış rekorları kırmış ve yazarına bir de Goncourt Ödülü kazandırmıştı.

Küçücük çocuk yüreğine sığdırdığı, daha ön yaşında olduğu yalanı ile biran önce büyümeye çabalayan ve sadece bir gün, o güne kadar hiç bilmediği, tanımadığı babasıyla karşılaştığında 4 yaş birden büyüyüp 14 yaşında olan Momo'nun onu büyüten yaşlı, şişman, sürekli panik halinde olan ve büyümesini hiç istemeyen Madam Rosa'nın: "Bunu sen bilmezsin, çok gençsin." dediğinde "Hiçbir zaman, hiçbir şey için çok genç olmadım, Madam Rosa." dediği gibi hep olgun ama ilgiye, sevgiye, anneye, aileye hep muhtaç olan Momo'yu ve hikayesini okurken çokça düşünüp, bolca altını çizeceksiniz bu kitabın.. Hayatın ve doğanın kanunları karşısında çoğu zaman yenik düşmüş fakat yinede azmini, heyecanını asla kaybetmeyen, sürekli çabalayan insanların başından geçenleri okumak biliyorum ki iyi gelecektir size... Onca Yoksulluk Varken bana göre mutlaka okunması gereken kitaplar arasında.. 

"İyice hüzünlü görünüyordu Mösyö Hamil. Gözlerinden ötürüydü bu. İnsanların hüznü her zaman, en çok gözlerinin içindedir."

"Korkmak için insanın bir nedeni olması gerekmez Momo."

"Saçmalamayın, Madam Rosa. Korkmanız için hiçbir neden yok. Momo'cuğumuz yumuşak bir çocuk. Bu bir hastalık değil, hem yaşlı bir doktorun sözüne inanın, en güç tedavi edilen şeyler hastalıklar değildir."

"Bana garip gelen, gözyaşların doğmadan önce programlanmış olmasıdır. Bu demektir ki ağlayacağımız önceden saptanmış. Bunu hiç düşündünüz mü? Kendine saygısı olan hiçbir yaratıcı yapmaz bunu."

" 'Evlenmek için çok yaşlıyım,' diyordu Mösyö Hamil, sanki her şey için çok yaşlı değilmiş gibi."

"Sanırım adaletsiz insanlar en rahat uyuyanlardır, çünkü hiçbir şeye aldırmazlar, oysaki adil insanlar gözlerini kapatamaz, her şeye tasalanırlar. Yoksa adil olamaz."

Kitleler Psikolojisi - Gustave Le Bon

Tanınmış sosyolog Gustav Le Bon, ilk kez 1895 yılında yayımlanan Kitleler Psikolojisi'nde, özgürce düşünebilen bireyler ile mantık dışı fikirlere kapılan bilinçsiz toplulukları karşılaştırarak kişilerin bir kitleye mensup olduklarında nasıl davranışlar sergilediklerini ele alıyor.

Le Bon, toplumların neden bazı olguları karakteristik biçimde benimsediklerini de tüm detaylarıyla inceliyor. Günümüz toplumu için hâlâ geçerliliğini yitirmediğini göreceğiniz bu eser, aynı zamanda psikoloji alanının da önemli yapı taşlarından biridir.

Altını çizdiğim çok yeri oldu. Siyasetle uğraşanların, halkın, bizi yönetenlerin psikolojisinin ve halkın onlara verdiği  ya da veremediği tepkinin kaynaklarını öğrenmesi bakımından okunması gereken bir başucu kitabı bence. İnsan psikolojisini bilmeden kitlelere hakim olunamaz.

"Hayatta başarılı olmanın ana şartları, yargılama,tecrübe, girişim ve karakterdir. Bunlar ise kitaplardan öğrenilmez. Kitaplar lüzumu halinde baş vurulmaya yarayan sözcüklerdir ki, orada yazılı uzun parçaları kafaya doldurmak, boşuna bir gayrettir. Klasik eğitim için hiç de mümkün olamayacak derecede mesleki eğitim zekayı nasıl geliştirebilir?"

"Canlı varlıklardan birkaçı bir araya gelir gelmez, bunlar ister hayvan olsun ister insan kalabalığı olsun, içgüdüsel olarak bir önderin, egemenliği altına girerler. İnsan topluluklarından önderler büyük bir rol oynarlar. Onun iradesi, düşüncelerin gerçekleştiği ve oluştuğu bir kaynak olur. Kitle, çobanından vazgeçmeyen bir sürüdür."

"Önder, başlangıçta, sonradan havarisi olacağı düşünce tarafından sihirlenmiş bir kişidir. Düşünce onu o derece sarmıştır ki, onun dışında her şey silinir ona ters düşünce batıl ve hurafe görünür...Önderler çoğu defa düşünce adamı değil aksiyon adamıdırlar. Onlar yarı aydındırlar."

"Aydın olmak genellikle tereddüde ve hareketsizliğe yönelttiğinden tam aydın olamazlar. Önderler özellikle nevrozlular, yaratılışça heyecanlı olanlar, deliliğin kenarında dolaşan yarı deliler arasından çıkarlar. Savundukları düşünce, takip ettikleri amaç ne kadar abes olursa olsun, onların düşüncelerine karşı her uygulama, her yargılama yargısız kalır."

"Kitlelerin eğitim ve sevgisi hiç bir zaman iyi hükümdarlara değil, kendilerini şiddetle baskı altında bulunduran baskıcılara karşı olmuştur. Kitleler, en yüksek heykelleri her zaman bunlar için dikmişlerdir."

"Bu yıkıcı içgüdülerimizi kendi cinslerimize uygulamadığımız vakit, onları hayvanlara yönelterek sakinleştirmeye çalışıyoruz. Av merakı ve kitlelerin gaddarlığı aynı kaynaktan meydana gelir. Savunmasız bir zavallıyı paralarken kitleler pek alçak bir gaddarlık gözetirler, fakat bu alçak gaddarlık , bir filozofun gözünde, köpeklerinin  zavallı bir ceylanı nasıl paraladığını seyretmekten zevk almak için düzine düzine  toplanan avcıların alçak gaddarlığının yakın akrabasıdır." 

"Kitlelerin hayal gücü üzerine etki etmek sanatı, onları idare etmek sanatıdır."

27 Kasım 2022 Pazar

Rahmet Yolları Kesti - Kemal Tahir

Kemal Tahir'in Kurtuluş Savaşına dair tarihi karakterleri barındıran romanlarından sonra bence kendi tarzı olmayan ama bak ben de başkası gibi köy edebiyatını yazabiliyorum dediği bir roman. Hakkını da vermiş bence. Anadolu edebiyatı, köy edebiyatı türünde Yaşar Kemal'in İnce Memed'i tarzında bir kitap. Ben sevdim, zevkle okudum.
Kemal Tahir bu eserinde uzun yıllar Türk edebiyatını meşgul eden eşkıyalık olgusuna başka bir açıdan bakar. Ağalık sisteminin eşkıyalıkla yoğun ilişkisini ve bunun giderek bir zorbalığa dönüştüğünü, halk arasında eşkıyalığa duyulan hayranlığın aslında çaresizlikten kaynaklandığını söyler. Kendi düzenini kurmuş eşkıya eskisi iki ağanın genç yaşta bir kızı kaçırmak için tezgahladığı oyunlar ve uzun, yağmurlu bir kış gecesinde meydana gelen olaylar hem eşkıya-ağanın hem halkın hem de zulme uğrayanların gözünden olanca canlılığıyla anlatılmış.

"Eşkiya devri hükümetin hasta olduğu sıradır. Aslında hükümet kısmı bir vakit ölmez, arada bir hastalanır. insan gibi canım! Hükümeti sıtma tuttuğu zaman eşkiya başkaldırır."

"- Emmi?
- Buyur.
- Şimdi neden eşkiyalık yok?
- Kim demiş? Şimdinin eşkiyaları şehir yerine, kasabaya inmiş. Kimi dükkan açmış, olmuş bir Çerçi Süleyman Ağa, kimi önüne bir makine uydurmuş olmuş bir arzuhalci Cemal Efendi, kimisi de zaptiye-memur ..."

"Bu zaman silah zamanı değil. Bugünün silahı iki satır yazı... ister muska olsun, ister dilekçe... Zaten dilekçe ne demek bakalım? "Cumhuriyet muskası" demek..."

"Maraz Ali, kendi anasında çok gördüğü için, durup dururken ağlayan karılara evvel eski öfkeleniyordu. Kadriye bacıya da fena kızmıştı. Anası da, besbelli bütün ömrü fakirlikle geçtiğinden, böyle sıralı sırasız ağlar. .. Kimi bulsa derdini yanar."

"Bu dünyada 'ar' diye bir şey vardır. Yiğitte bulunur. Hem de 'her' yiğitte değil, 'er' yiğitte..."

"...silah işi talim işi... Bir de yürek işi. Kırk yıl taşıyacaksın bir dakika kullanacaksın. Sırasında can kurtarır, nam aldırır. Sırasında, canını da namla beraber alır götürür."

Veba Geceleri - Orhan Pamuk

Tam da salgın zamanına rast gelen bir kitap. Veba Geceleri. Bundan yaklaşık 120 yıl önce yaşanan veba salgınında günümüzdeki covit-19 salgınıyla neredeyse ortak denebilecek şeyler yaşanmış. Diğer Orhan Pamuk kitaplarına göre daha sade, daha insanı içine çeken bir kitap olmuş. Karakterler ve yerler kurgu. Başta gerçek sanmıştım Minger Adasını ancak bunun sanal bir yer olduğunu daha sonra anladım. Güzel kurgulanmış, gerçek tarihle kurgusallığı iç içe sokan güzel bir eser bence. Ben sevdim. 

Veba Geceleri, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor.

1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir Veba Geceleri.

" 'Abdülhamit'ten başka bir de Babıali, devlet ve millet olduğunu sanmanıza cidden şaşıyorum...' dedi Sultan. 'Devlet dediğiniz paşalar ve katipler amcamın her istediğini yaparlar ve O'na göre adalet onun her istediğinin yapılmasından başka bir şey değildir. Başka bir adalet olsaydı, babamı, ağabeyimi, ablalarım ve beni yirmi dört yıl kuş gibi Çırağan Sarayı'nda esir edebilirler miydi?"  

"Saray penceresinden sizin amcaoğulları ve anlattığınız diğer akılsız şehzadelerin seyrettikleri, Kabataş'tan Beşiktaş'a yürüyen kalabalık, işte o millettir."

"İnsanların birbirleriyle ilişkileri zayıflamıştı, dostlukları ve yeni bir şeyler öğrenme, yeni söylentilere öfkelenme isteği de azalmıştı. Herkesin yeterince korkusu, yarası, telaşı vardı. Kimse komşusunun ölümüyle meşgul değildi."

"... Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir."

"..Mutlu hatıralar kayboldu ve geriye yalnızca dünyanın manasızlığını hissettiren bir ölüm korkusu ve yalnızlık kaldı."

"Yasakları faydasız kılan onları ciddiye almayanlardır.Sonunda kendileri de ölürler."

" Bizler sokağa çıkmamızın yasaklanmasına alışığızdır!" dedi Sultan gururla."

“‘Salgın var!’ dediğim için beni hapse atan sizsiniz…” dedi gazeteci. “Ama şimdi millet salgından kırılıyor.”

20 Kasım 2022 Pazar

İrade Terbiyesi - Jules Payot

 
Cemil Meriç'in "Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim." diye tarif ettiği "İrade Terbiyesi"  ilk yayımlandığı tarihten itibaren pek çok dile çevrilmiş ve tembellik, isteksizlik gibi huylardan kurtulmak isteyenlerin başucu kitabı olmuştur.
Kitapta bilhassa gençlere ve zihnini kullanarak çalışanlara hitap eden Fransız profesör kendi hayatından aktardığı örnekleri ve başka düşünürlerin tespitlerini de kullanarak insanın irade zayıflığıyla nasıl mücadele etmesi gerektiğini anlatıyor.
Yıllar önce yazılmış olmasına rağmen geçerliliğini hala koruyan öğütlere sahip. Eğitim üzerine, aklı kullanmak üzerine, disiplinli çalışmak üzerine güzel tespitler var. 

"Evet! Neredeyse herkes dışarıdan gelen telkinlerle şekillenir.. Ailesinde filozof bulunan nadir olduğundan ailesinden akılcı bir eğitim alan da azdır. Bu tür eğitim alanlar bile budala ortamlara girer. Aile bireyleri, arkadaşlar, çevre faktörü çocuğun beynini formüllerle doldurur. Çocuk az düşünen öğretmenlerle ve sıradan fikirlere sahip arkadaşlarla bir arada olur. Üstelik en iyi eğitim almış çocuk bile nihayetinde arkadaşlarının konuştuğu dili konuşacaktır."

"Asla cuma sabahı 'söz olsun pazartesiden itibaren çalışmaya başlayacağım' diyerek kahramanlık yapanlardan olamayalım. Şayet hemen işe koyulmazsan sadece kendini kandırmış olursun."

"Beklenmedik sorunlarla dolu bir hayatı ancak zayıflar seçer."

"Güce hakim olmanın bir yolu da ertesi gün ne yapacağını yatmadan önce belirlemekten geçer."
 
"Quinet'in dediği gibi: 'Yaşlılık geldiğinde insanların bahsettiğinden daha sempatik buldum. Gençliğimden daha huzurlu, daha rahat...Oysa ki bana bahsedilen karanlık, soğuk, dar, karamsar bir yaşlılık idi. Ben ise hiç olmadığım kadar geniş ufuklara sahip oldum. her şey gözümde net.. Hiçbir şeye değişmem bugünümü.' "

"Her akşam ertesi günün çalışma konusunu belirlemeli, başlanan iş bitirilmeli, sadece bir işle meşgul olmalı ve en önemlisi de zamanı boşa harcamamalı. Bu alışkanlık en büyük hayallerin gerçekleştirilmesini sağlar. Anlaşıldığı üzere çalışmak başımızı ağrıtmaz. çalışmaktan kaynaklandığı düşünülen yorgunluk, doğrusu aşırı hazlardan, endişelerden, egoist fikirlerden, yanlış metottan kaynaklanır."

"Age quod agis." Yani her işi
zamanında yapmalı; acele etmeden, heyecan yapmadan."

13 Kasım 2022 Pazar

Atatürk'ün Yanı Başında - M. Kemal Ulusu

Nuri Ulusu'nun kim olduğunu biraz anlatmak gerekiyor; kendisi Atatürk'ün kütüphanecisi. Böyle anılmak istiyor. On iki yıl boyunca bilfiil onun yanı başında en sevdiği yardımcılarından biri olmuş, dil ve tarih çalışmalarında aktif görevlerde bulunmuş, tüm yurt gezilerinde, tatbikatlarda, manevralarda ona eşlik etmiş. Hep derler ya, bir insan olarak Atatürk'ü tanımadık diye. İşte, elinizdeki bu kitap bu eksiği gidererek bizi adeta onun yanı başına götürüyor ve o meşhur sofrasına, esprilerine, gezilerine, dostluklarına, kırgınlıklarına, rüyalarına, ideallerine ve yalnızlığına ortak ediyor. Ancak bununla da kalmıyor, Atatürk'ün din, laiklik, Türk tarihi gibi önemli mevzular hakkındaki düşüncelerine de birinci elden tanıklık ediyor.

Nuri Ulusu'nun oğlu Mustafa Kemal Ulusu'nun uzun yıllar süren araştırmalarını  ilk kez gün ışığına çıkan  fotoğraflarla bir araya getirip derlediği bu kitap, bizlere Atatürk'ün ardımdaki insanı anlatıyor.

Büyük Atatürk'ün on iki yıl hep yanı başında çalışmış , onun ardında tüm Türkiye'yi gezmiş, hastalığında ve ölümünde ise başucunda olmuş babam Nuri Ulusu'nun bana anlattığı ve bizzat yazdığı hatıralarından derlediğim bu güzel, tarihi eserin yeni ve çok genişletilmiş baskısının Türk insanına, bilhassa Türk gençliğine büyük Atatürk'ü, tamamen gerçek yaşantısıyla ve tüm insani yönleriyle tanıtacağına inanıyorum . Babama verdiğim sözü tuttuğum için çok mutluyum. Biz Türk milleti Atatürk'ü hiç unutmadık ve hiçbir zaman unutmayacağız. "Mustafa Kemal Ulusu"

...Atatürk: "Ben de sizler gibi bir insanım, lütfen beni insanüstü ve doğaüstü görmeyin, hepiniz gibi benim de dünyaya gelmemdeki tek fevkaladelik vardır, o da 'Türk' olarak dünyaya gelmemdir."

"... İlk iş olarak Amali Erbaa, Arapça bir işlem adı..."

"Atatürk: "Benim çocuklarım bu kelimeleri anlamaz; çünkü bu kelimeler Arapçadır. Bunu Türkçeye çevirelim... Bundan sonra bunun adı 'Dört İşlem' dir." diyerek devam etti..."

"… bizim çocukluğumuz fakirlikle geçti, elime üç beş kuruş para geçince bunun muhakkak yarısını kitaba verirdim. O zaman da böyle okurdum. Eğer aksini yapsaydım ben Atatürk olamazdım, Türkiye’yi bu hale getiremezdim,” dedi."

"Atatürk Nuri Ulusu'ya:"Ne o Nuri oğlum şaşırdın değil mi? Şaşırma, şaşırma savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilmezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaş başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; işte şimdi cephane taşıdığımız sandıklara kitapları koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini kitaplar alsın." dedi."

"Halkın içinden gelen Türk'ün bu asil evladı, daima çok sevdiği milletinin arasında bulunmaktan çok zevk duyardı. Dolayısıyla da sık sık işte böyle yüzmeye, sahillere, gazinolara, emsal yerlere gider ve buralarda hep birlikte onlarla oturur yer içer, eğlenir, dans ederdi. Onun her şeyi vatanı ve milletiydi. Kimseden çekinmez ve korkmazdı."

"12 yıl yanında, çok da sofrasında bulunduk. Ben ve arkadaşlarım bir gün dahi sarhoş olduğunu, başının düştüğünü hiç görmedik. Hatta bazen çok sinirlendiği zamanda içkisini bırakır, kalkar giderdi."

"O hep 2000'li yıllardaki Türkiye'yi düşünür ve hayal ederdi. Onun görmesine imkân yoktu, herhalde ben de göremeyeceğim. Oğlum, torunlarım görecekler ve kendim gibi biliyorum, tarihimize ilgisizliğin artmasıyla üzülecek ama çok üzülecekler. İnşallah büyük Atamın, Paşamın kemiklerini sızlatmazlar."

Kalpaklılar - Samim Kocagöz

Kalpaklılar, Söke'li yazar Samim Kocagöz’ün belgelere dayanarak işlediği bir destan: İşgal altındaki topraklardan Kuvayı Milliye’nin doğuşuna, cephelerdeki çarpışmalardan gerici ayaklanmalara kadar Kurtuluş Savaşı’nın, bir ulusun bağımsızlık için verdiği mücadelenin gerçek destanı. Yazarın ilk ağızdan anlatanlardan duyduğu kurtuluş savaşını romansal karakterlerle bütünleştirerek anlattığı bir kitap olmuş.
Milli mücadeleyi en güzel anlatan kitaplardan biri bana göre. Hasan Tahsin' le başlayan ilk direnişten zafere giden yolun romanı. Kuvayi milliyenin örgütlenmesi, savaşın perde arkasında yaşanan olaylar ve tarihle iç içe geçen Talip ve Müjgan'ın hikayesi. 

    "Siz, Hoca Efendi, milletin arasına böyle Çerkez'miş, Türk'müş gibi ikilik sokun, milleti bölün bakalım...Bu, aleyhinize olacak. Sonra unutmayın, sizin hakkınızdan gelecek, sizden hesap soracak olan Ethem Bey'dir...Hani benden iyi bilirsiniz, Ethem Bey de Çerkez'dir. Öyle Çerkez'i, Türk'ü karmakarışık etmeyin, bu memleket hepimizin."
    Dörtbin yıldan beri, ne zaman bir Türk devleti bağımsızlığını yitirse, hemen istiklale sahip yeni bir Türk devleti doğardı. Hasan Tahsin'in milletinin şuurunun derinliklerindeki istiklal ateşinin parlayacağından hiç şüphesi yoktu."
    " 'Avrupa'nın hele Fransızların tarihini çok iyi bilirim.' diye birdenbire söze başladı. 'Fransız tarihi ibret verici hürriyet savaşları, ihtilallerle doludur. Başka milletlerin hürriyetlerine pek hürmet etmezler ama kendi hürriyetlerinin üstüne titrerler. İngilizler de öyledir. Fakat bu milletlerin dünya milletlerine öğrettikleri, yaydıkları hürriyet müsavat, adalet, uhuvvet kavramlarını inkar edemeyiz. Demek, bu milletler için kendilerinden başkası insan sayılmıyor. Onların yaptıklarını, ettiklerini hürriyet için savaşlarını, biz de yapıp bu , kendilerini dünyanın efendisi sayanlara kabul ettirmemiz gerek."
    "Memleketimizi teslim etmektense; yakar, yıkar, intihar ederiz: Çünkü tarihimiz var; çünkü bizi tel'in edecek ecdadın ruhu, ahfadın feryadı var; çünkü, her şeyden üstün namusumuz var!"
Bu milletin namuslu büyükleri eli kolu bağlı oturacak değildi. Birisi, bir önder çıkacaktı elbette. Bu önderin ardından bütün halk yürüyecekti.
    "Hasan Tahsin, arkadaşının sözünü kesti:
"Ne demek istediğinizi çok iyi anlıyorum. Yalnız şu kadarını söy leyeyim: Fransa, İngiltere için, hürriyet, müsavat, adalet, uhuvvet, ancak kendi memleketlerinin hudutları içinde, kendi halkları için muteber ve makbuldür. Sırası gelir, masum milletleri, masum milletlere kırdırırlar. Onların cahilliklerinden, büyüklük sevdalarından faydalanırlar. En yeni örneği, işte Yunanlılar! Kandılar İngilizlere, İngilizler onları giydirdiler, kuşattılar, ellerine silahlar verdiler, ağızlarına da bir parmak bal, fino köpekleri gibi üzerimize koyuverdiler. Yarın, Yunan belki de İzmir'e çıkacak. İş bir kere dövüşe başlamakta. Barutu ateşlemekte. Bunu da yapacağız."
Hasan Tahsin Recep Bey, Hukuk-u Beşer gazetesinin sermuharriri, bir makalesini şöyle bitiriyordu:
    "Memleketimizi teslim etmektense; yakar, yıkar, intihar ederiz: Çünkü tarihimiz var; çünkü bizi tel'in edecek ecdadın ruhu, ahfa din feryadı var; çünkü her şeyden üstün namusumuz var!"