Antalya Darülmuallimin Mektebi’ne gidebilmesi için yaşı, ailesi tarafından üç yaş büyütülen Dürdali Karasan, henüz 14’ünde ve ikinci sınıf öğrencisiyken, “onbeşliler” olarak bilinen 1315 (1899-1900) doğumlularla askere alınır. İstanbul İhtiyat Zabiti Talimgâhı’nda aldığı kısa eğitimin ardından 1916’da Suriye-Filistin Cephesi’ne gönderilir. Birüssebi-Gazze Meydan Muharebesi’nde yaralanarak bir süre hastanede tedavi görür. Aynı cephede katıldığı Nablus Meydan Muharebesi’nde esir düşer ve Mısır Seydibeşir Esir Kampı’nda iki yıl sürecek esaret günleri başlar. Savaşın ardından, ailesi şehit düştüğünü düşünürken, zorluklar içinde Kalkan’daki evine ulaşır ama kısa süre sonra Mayıs 1921’de İstiklal Harbi’ne çağrılır. 9 Eylül 1922’de İzmir’e giren ilk askerler arasındadır. Üçüncü kez askere alındığında yıl 1942’dir. Dürdali Karasan’ın, 1918’de Filistin Cephesi’ndeyken, Sekizinci Ordu Komutanı Cevat Paşa’ya sorduğu Paşam Nereye Kadar Çekileceğiz? sorusu, bu anılara da adını veriyor. Dostu Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın daktilo ettiği metin, 67 yıllık ömründe üç kez askere alınan Dürdali Karasan’ın çocukluğu, zorlu savaş dönemi, esaret günleri ve maceralı yaşamının yanı sıra, iç ve dış siyasi gelişmelere ilişkin değerlendirmelerini de içeriyor.
Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
22 Ekim 2023 Pazar
Paşam Nereye Kadar Çekileceğiz - Mehmet Dürdali Karasan
16 Eylül 2023 Cumartesi
Öteki Renkler - Orhan Pamuk
"Öteki Renkler", Orhan Pamuk’un “Pencereden Bakmak” adlı hikâyesiyle, 1980’lerin sonundan 1990’ların sonuna dek yurtiçi ve yurtdışında çeşitli dergilere yazdığı yazılardan, yaptığı söyleşilerden, günlük parçalarından, yerli ve yabancı birçok yazar üstüne yazdıklarından ve politik makalelerinden oluşan zengin bir seçki. Yazarın romanlarını sevenler için onu daha yakından tanıma, yazara yabancı olanlar içinse Pamuk’un dünyasına iyi bir giriş sayılabilecek "Öteki Renkler", yıllar boyunca tekrar tekrar dönülüp okunacak bir kitap.
Öteki Renkler yazarın çocukluk anılarından mutluluk saatlerine, romanlarını nasıl yazdığından gezi notlarına, sevdiği yazarlar ve kitaplar hakkında eleştirilerinden kişisel itiraflarına, şikâyetlerine, siyasi öfkelerine, kültür ve gündelik hayat konusundaki heyecanlarına uzanıyor ve Orhan Pamuk’un yalnız romanda değil, düzyazıda da ne kadar usta olduğunu kanıtlıyor. Yirmi beş yıldır yazdığı düzyazılardan, tuttuğu defterlerden, yaptığı röportajlardan yapılan bu titiz seçmede Pamuk, zaman zaman eğlenceli, kışkırtıcı, çözümleyici olan bir dille kızı Rüya ile arkadaşlığını, bayram ziyaretlerini, sigarayı bırakışını, gençlik bunalımlarını, yazarın günlük hayatını, sinema zevkini, Boğaz’daki eski yangınları, bildiği İstanbul’u, yalnızlık ve mutluluk üzerine takıntılarını, toplumun ve kendisinin korkularını ve paranoyalarını anlatıyor; Dostoyevski’den Tanpınar’a, Kemal Tahir’den Oğuz Atay’a pek çok yazar ve kitabı tartışıyor; roman kuramı ve tarihi roman, Doğu ve Batı, milliyetçilik ve Avrupa konusundaki düşüncelerini açıyor. Bir çocuğun gözünden anlatılmış ve Nişantaşı’nda geçen Pencereden Bakmak adlı uzun hikâye ile birlikte bu kitap Orhan Pamuk’un renkli dünyasını daha da derinleştirip genişletiyor.
"İnanabildiğim, sıkı, yoğun, derin bir roman parçası beni her şeyden daha çok mutlu eder ve hayata bağlar. "
"Kendimi biraz da kitaplarıma ait hissediyorum.."
"Bir binayı bir ev yapan şey, içindekilerin kurduğu hayallerdir. Bu hayaller, tıpkı hayaletler gibi, binaların eskimiş, yıpranmış, karanlık ve kirli köşelerinden beslenir. Hatta tıpkı eskidikçe dış cephelerinin, iç duvarlarının dokusu esrarengizleşerek güzelleşen binalarda olduğu gibi, hayal edile edile bir binanın anlaşılmaz bir yapıdan bir eve nasıl çevirildiğinin izleri de görülebilir."
"Yazmak, yaşanmayan hayattan bir çeşit intikam almaktır."
"Hayata ezik ve yenik başlamışsak, kafamızdaki şehir haritasının merkezi biz kendimiz değil, başkaları olur. Başkalarının evlerini, mahalleleri' ni arzular, oralara merkezlere ulaşmayı dileriz. Merkez büyük ihtimalle çocukluğumuzun geçtiği yerler, öyle olmasa' da bizim için önemli olan, değerli olan bizi bi yapan malzemenin durduğu bir yerdir. Ama oradan kaçmakta isteriz hatta unutmak' da. Şehrin diğer yerlerine bu noktadan başlayarak sokuluruz. Şehrin diğer yerlerini bu noktalarla ilişkilendirerek anlarız, tanırız. Uzaklık olarak farklılık olarak, koku, doku, kültür olarak."
"Siyaset, insanların argo anlamıyla “yazdıkları” şeyler gerçekmiş ve siz de bu gerçeğin önemli bir parçasıymışsınız gibi davranabilme sanatıdır."
Çankaya - Falih Rıfkı Atay
Kurduğu Cumhuriyet’le adını tarihin şanlı sayfalarına yazdıran, Türk’ün ne olduğunu dünyaya gösteren, olağanüstü şartlarda ortaya çıkmış sıra dışı bir liderdi Atatürk. O, işgal edilmemiş yeri, zaptedilmemiş toprağı kalmayan bir milletin küllerinden doğmasına önderlik etti.
Büyük başarılara imza atmış Atatürk hakkında birçok kitap ve makale yazıldı. Atatürk hakkındaki her şey etraflıca tartışıldı, hâlâ tartışılıyor. Bu yazıların birçoğu ancak Atatürk öldükten sonra yazıldığı için, onu tanıyanların ilk elden verdiği bilgilerin kıymet-i harbiyesi daha önemlidir.
Falih Rıfkı Atay 1923’den 1938’e kadar Atatürk’ün yanında bulunmuş, onun yaşadıklarını bizzat kendisinden dinlemiş ve hatta birçoğuna şahit olmuş devrin önemli gazetecilerindendir. Çankaya Atatürk’ü doğumundan okul yıllarına, savaştığı cephelerden yaptığı inkılaplara, tartışma sofralarından insani yönlerine kadar her detayı anektodlara yer vererek anlatan muazzam bir çalışma.
Nasıl Müslüman Olduk? - Erdoğan Aydın
Özetle, Nizamülmülk'ün mimarlığı ve diğer baskın faktörlerin belirlediği dengelerde, Selçuklu Devletinin, kültürel olarak Türkmene yabancı, onu küçümseyen, dilini bile hakir görüp konuşmayan, ancak profesyonel, ücretli ordusuyla başında ceberrut gibi duran, ondan vergi ve savaşlarda asker alan, ancak yeni işgal alanlarından esas olarak profesyonel orduyu (ikta dağıtımı yoluyla) faydalandıran ve tabnii bu durumunu meşrulaştırabilmek için 'hak mezhebi' diye Sünniliği topluma egemen kılma ve bunun için katliam da dahil her yolu mübah gören bir devlet geleneği dönemi başlıyordu."
"Türkleri 'evrensel ve yüksek bir kültüre' ulaştırdığı yargısının aksine İslamlaştırma içsel evrimleri ve özgür iradeleriyle kendilerini kuşatıp yakın ilişki içinde bulundukları Çin, Hint, Acem, ve giderek Arap uygarlıklarından ve bunların ürünleri olarak bölgedeki tüm dinlerden aldıklarıyla, 7. yüzyılda önemli bir kültürel zenginliği, demokratik höşgörü ve evrenselliği yakalayan Türklerin bu kültürel yükseliş trendini kılıç zoruyla ezmiştir. İslamlaştırma, tüm işgaller gibi gayrı meşru olan Arap işgalinin ardından, Türk yurtlarında yaşanan bu kültürel rönesansın acımasızca ezilmesi temelinde gerçekleştirilmiştir."
8 Eylül 2023 Cuma
Balıkçı ve Oğlu - Zülfü Livaneli
Foks'un Gözünden Gazi Mustafa Kemal - Teoman Akünal
Atatürk'ün can yoldaşı, sevgili köpeği Foks bugün de Anıtkabir'de onun yanı başında...
Foks'un gözünden çok partili rejim arayışının yaşandığı ilginç dönem ilginç olaylar, ilginç kişiler..."
4 Eylül 2023 Pazartesi
Don Quijote - Cervantes
Cervantes, İnebahtı savaşına katılır. Savaşta esir düşer hapsedilir, ve defalarca köle olarak satılır. Türk korsanlarına da esir düşer. 12 yıl esaret yaşamı sürer. En sonunda özgür kalır. Bir türlü istediği üne kavuşamaz. Don Kişot ile o istediği ünü elde etse de yapıtının korsan basımı nedeni ile yeteri kadar para kazanamaz.
Don Kişot, Manchalı bir asilzadedir ve şövalye romanlarının etkisiyle haksızlıklara karşı savaşmak için, sıska atı Rossinante ile evinden ayrılır. İlk macerası yel değirmenleriyle savaşmak olur, yaralanır ve eve dönüşünde komşusu onu yaralı halde yolda bulur. İyileşir iyileşmez aynı maceraları tekrarlamak üzere yanına yardımcısı Sancho Panza’yı da alıp yola koyulur. Don Kişot ve Sancho, yollarına devam ederler. Don Kişot ve Sancho tekrar, dayak yedikleri pazar yerine gelirler. Don Kişot, düşman ordusu zannederek bir koyun sürüsüyle çatışmaya girer… Şarap fıçılarını dev gibi görür ve onlara karşı savaşır. Kutsal Kardeşlik Birliği, Don Kişot’u durdurur ve onu kandırarak köyüne gönderir.
Maceradan maceraya atılır. Korkusuzdur. Ama aslında hep alaya alınır, dayak yer. Adalet dağıtır, sevgilileri kavuşturur. Hayali prensesi için yapmayacağı kahramanlık yoktur. Kendini şato sandığı bir handa, dük sandığı bir hancıya şövalye ilan ettirir. Artık o Senyor Kesada değildir o, Don Kişot del la Mancha’dır. Yarı delilik ile adalet dağıtır. Kitabın asıl yazılma amacı şovalye kitaplarını eleştirmek olsa da içinde adaletten, o zamanki yönetimin, krallıkların, dere beyliklerin eleştirisine kadar çeşitli konular vardır. Don Kişot Don Quijote kendinden sonra gelen çoğu yazara ilham olmuş bir yapıt. Yapıtı bize sevdiren Don Kişot’un delilik ve saflık arasında seçimleri olsa gerek. Zaten akıllandığında yani aklı başına geldiğinde artık macera ruhu da kalmamıştır ve zaten ölür.
Kitaptan alıntıların çoğu atasözü gibi. Çünkü kitapta atasözlerine çok yer verilmiş.
"Fakat şunu bilmelisin ki, okuduğum şövalye kitaplarında başarıya ermeden önce birtakım talihsizliklere uğramamış tek bir şövalye yoktur. Sana en aşağı yirmi misal gösterebilirim."
"Aşık oldu diye insanı küreğe mahkum ediyorlarsa, ben günlerdir kürek çekiyor olmalıydım."