Bu Blogda Ara

16 Mart 2021 Salı

Kambur - Şule Gürbüz

Daha önce "Öyle miymiş" kitabını okumuş ve sevmiştim. Değişik gelmişti. Daha göz önünde olan ve sözü edilen "Kambur" u da onun referansıyla okudum ancak maalesef sevemedim. 

Cesur, sert cümleler. Bolca ironi. Kamburun ağzından anlatılan. Öncesi ve sonrası belli değil. Yazar aklındaki cümleleri kurgusuzca aktarmış. Tek paragraflık ya da satırlık sayfalardaki anılar ise anlamsız geldi bana. Yazılanları biraz da felsefi bilinçle okumak gerek tabi, altındaki anlamları. Aceleye getirilecek bir kitap değil. Tabi ki böyle sevilen ve önemli yazarların okuma listelerinde gösterilen bu yazarı eleştirmek haddimize değil, okur gözüyle yazıyorum. Kitap bittikten sonra bende kalan iz altı çizili cümleler oldu. 

İşte onlardan ilki arka kapaktan:

"Bana sorulsa bir gün "Kamburunun düzelmesini mi istersin, yoksa tüm insanların kambur olmasını mı?" diye, herkesi kambur görmek olurdu dileğim. Yerden yüksekliğimin bu gülünç santimleri yüzünden, yaşama da ölüme de sizlerden daha yakınım. Daha sonraları yerimi yadırgamamak için, yükselme isteğini bir türlü anlayamam. 
Zaten bir portakalın doğusu batısı olduğuna inananlardan değilim - dolayısıyla dünyanın da...
Bana renk bile sormayın - bir beyazdan ya da sarıdan ne anladığınızı bilmeden size yanıt veremem."

"Akıl ideale varamayınca hicve varıyor..”

"Kendim hariç her şeye uzağım, ve çok kişiyi öldürdüm; kafam, cinayetlerle dolu."

"Birisinin ölümüne üzülmek bile, o kimse için bambaşka bir ölüm düşlediğiniz içindir."

"Ve hiçbir şeye şaşmıyorum - her şeye bildik diyordum ya; bu da doğru değil. Ben dünyaya olup biteni hayretle izlemeye ve şaşırmaya gelmişim - durmadan şaşırmaya..."

"Söylediğim bir şeyi savunmuyorum ne demektir? Söylemek savunmanın bir biçimi mi? Oysa ben söylediğim her şeyi, yarı yarıya, hem savunmak hem de yerin dibine batırmak istiyorum. Söz aynaysa, yansıtır yalnızca -hiçbir zaman kendisi değildir. İnsanlar bu aynaların düz mü eğri mi olduğuyla ilgilidirler; benimse aynaları kırmak, en büyük zevkim."

"Öğrenilen tüm gerçekler, başkalarına söylenen yalanlar sayesinde bulunur."

"Niye unutayım ki? Unutamamak değildir, unutmaktır acı olan."

4 Mart 2021 Perşembe

Savaş ve Barış - Tolstoy

Savaş ve Barış. Bir klasik. Çok önce okudum ancak buraya yazmaya yeni sıra geldi. 
Napoleon’un Rusya’yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800’lerin ortalarında Rusya’nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, kentlerde, köy ve kasabalarda, büyük çiftliklerde sürdürülen hayat, dönemin önde gelen kişilikleri, saray yaşamı, özellikle üst sınıf ustaca anlatılıyor. Savaşmanın anlamını bulmakta güçlük çeken genç subay Andrey; muazzam servetine rağmen gerçek mutluluğu bulamayan Piyer; masum bir genç kız iken çekici bir kadın haline gelen Nataşa. Savaşın yıkımı Moskova'yı sarar, farklı kaderler birbirine karışır.

Okunması gereken bir klasik. Alıntılarımdan bazıları ise şöyle:


" 'Bu yabancı buraya sırf benim için mi geldi?' diye kendi kendine sordu. Cevabını kendi verdi 'Evet, yalnız benim için...Bence o bütün dünyadan, her şeyden daha değerli.' "

" 'Mariya, affetmek kadınların erdemidir. Ama erkekler için iş değişir. Onlar ne unutmalı, ne de affetmelidirler' Anatoliy'e duyduğu kin kalbinde birden şahlandı."

"O halde güle güle git Andrey...Acıları, Tanrının verdiğini, bundan insanların suçlu olmadıklarını hatırla."

"Evet Moskova yanıyor kardeşlerim. Moskova, bizim ak duvaklı anamız."

" 'Aşk...' diye düşünde. 'Aşk nedir?' Ölümün inkarı, hayatın kendisidir. Bütün anlayabildiklerimi, yalnız aşk sayesinde anladım. O her şeyi kapsıyor. Aşk Tanrı'dır. Ölmek de, aşkın ufak bir parçası olan benim, aşkın sonsuz kaynağına dönmem demektir.' Sonra kabuslarla dolu derin bir uykuya daldı."

"..güzellik için sevilmez, sevdiğin güzeldir...!"

"O, günümüzün ahlak yoksunu dünyası için haddinden fazla iyi ve temiz yürekli."

"Sağlığım nasıl olabilir... duygusal olarak bu kadar acı çekerken? Bu devirde duyguları olan birinin iyi olabilmesi mümkün mü?"

" Zafer kazanmak barut kokusu almayanlara herhalde çok kolay geliyordur. "

"Herkesten çok güldü. Belli ki acı çekiyor."

Bir Ömür Nasıl Yaşanır? - İlber Ortaylı

 

İlber Ortaylı'nın  herkes için başucu kitabı niteliğinde olan bir kaynak kitap. Her konuda. Ne dinlenir, ne okunur, nereler ziyaret edilir, nasıl seyahat edilir, ne izlenir türünden bilgiler ve öneriler. Bir ömrün nasıl yaşanacağına dair ipuçları ile kendi ömür tecrübesinden okuyucuya yaptığı paylaşmalar var. 

Hayatı boşa geçirmemek için bir rehber. İlber Hoca, anlayana çok güzel öğütler veriyor soru-cevap şeklindeki kitabında.

Arka sayfada ise şöyle diyor:

"Cesur olun, kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler açın. Farklı dünyalarla ancak böyle tanışırsınız. Bir insanın bittiği an, miskinliğe esir olduğu andır. İnsan, konforundan vazgeçmeyi göze almalıdır. Kendi dünyasını yerinden kendisi oynatmalıdır."

Sözün kısası, cahillikten kurtulmak için okumak gerek :) 

Alıntıları yazmaya kalksaydım bütün kitabı yazmam gerekecekti. O yüzden bence alın okuyun.

2 Mart 2021 Salı

Yazmak Eylemi - Ferit Edgü

 
Kendilerini "devrimci" olarak tanımlayan örgüt üyelerinin bir eylemi sonucu 14 Şubat 1980 Perşembe günü, İstanbul'un birçok semtinde dükkanlar kepenklerini açmaz. Yazar, kitabında bu eylemi 101 değişik metinde dile getirerek bir yazma eyleminde bulunur.

Yazmak Eyleminde aynı konu şaşkınlık, film öyküsü, bencil, yordamsı, iç-konuşma,günlük, masal, söylenti, karşılıklı konuşma gibi yazı türlerinde yeniden yazılıyor. Aynı olay farklı şekillerde. Hepsi ayrı güzellikte.

Yazarlığa başlamaya heveslenenler için güzel bir kaynak olabilir diye düşünüyorum. 

Alıntılar:

"Ama yazabilirim. Korkularımı, kaygılarımı, düşlerimi, düşüşlerimi yazdığım gibi bu eylemi de yazabilirim. Çünkü yazmak da bir eylemdir."

"Üslûp kişinin kendisidir sözü doğruysa, her üslûbun da bir kişiyi yarattığını varsaymak yanlış sayılmaz.."

"Yozlaşma dönemlerinde herkes işin kolayını seçer. Üretmek yerine tüketmeyi. Düşünmek yerine konuşmayı.."

"Bazı şeyler vardır, sözler, renkler, insan yüzleri ya da bir taş parçası, bir pencere, saçma-maçma, böyle hafızanızda yer eder. İsteseniz de atamazsınız."

Ezilenler - Dostoyevski

Severek okuduğum bir Dostoyevski romanı daha. Türk filmlerini aratmayacak konusu var. Karakterlerin isimleri yine diğer romanlar gibi birbirinin aynı. Bu romanda da Alyoşa, Katerina, Nataşa, Vanya ve Petroviç vazgeçilmezi var. Genel konusu itibari ile Çarlık Rusyasının bürokrasi sınıfı ile alt kademeleri arasındaki farklar ve alt sınıfın ezilmişliği garipliği işleniyor. Okurken içine rahatlıkla girebileceğiniz, kendinizi kahramanların yerine koyabileceğiniz bir kitap. 

Bir tarafta geçimini makalelerle, gazete yazılarıyla sağlayan, aşkın bir anlamda özveri olduğuna inanan bir genç; diğer tarafta yeni bir dünya kurmayı amaçlarken elindekileri de kaybeden, imkansızın peşinden koşan, daha da kötüsü babasını üzen bir kız. Kapsamlı  özet yazmak istemiyorum, tadı kaçmasın. Dostoyevski okumak istiyorsanız bu kitaptan başlayın derim. 

Alıntılar çok ama sadece bazıları aşağıda:

"Önce diğer kiracılarla paylaşmayacağım, ayrı bir daire isterken, sonradan bir odanın dahi yetişeceğini düşündüm ama, mutlaka büyük ve tabi mümkün olduğu kadar ucuz olmalıydı. Dar bir evde düşüncelerin de daraldığını fark etmiştim. Oysa ben öteden beri yazacağım hikayeleri tasarlarken odamda dolaşmayı severdim. Aklıma gelmişken söyleyeyim: Eserlerimi tasarlayıp, nasıl kaleme alacağım konusunda hayaller kurmak, oturup onları yazmaya başlamaktan daha çok hoşuma gidiyordu, ama tembellikten değildi bu doğrusu. Nedendi acaba?"  

" 'Tok, açın halinden anlamaz,' derler. Ben, 'Bazen aç olanlar da birbirini anlamaz.' derim."

"Gelecekteki mutluluk uğruna sonuna kadar acı çekmek, onu yeni sıkıntılar pahasına elde etmek gerek. Acı her şeyi temizler. İnsan da yaşamda çok acı çeker."

"Herkes, hepimiz, benliğimizin en gizli köşelerini olduğu gibi açığa
vurabilseydik; başkalarına, hatta en yakın dostlarımıza, sırası gelince kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz ne varsa, hepsini korkmadan ortaya dökebilseydik; dünyayı saracak pis kokudan hepimiz boğulurduk."

"Bir insanın cömertliği ne kadar büyük ve gürültülüyse, onda o kadar bencillik bulunur, hem de en iğrenç, en tiksindirici türdendir."

“Sözlerinde idam sehpasına giden mahkûmun acı umutsuzluğu vardı..”

"Ben bu dünyada keyfince yaşamanın mümkün olduğuna hala inanıyorum. Bu da inançların en iyisidir, zira buna inanmadan kötü bir hayat bile süremezsiniz, zehir içmekten başka çareniz kalmaz."

"..Şey, bilir misin Vanya, senin şu yazdıklarının şiir olmadığına seviniyorum. Şiir, saçmalık birader; yo, itiraz etme inan şu ihtiyarın sözlerine, iyiliğin için söylüyorum: Saçma bunlar, boşuna vakit öldürmekten başka işe yaramaz! Şiir yazmak lise öğrencilerinin işi; şiirler sizin gibi gençleri akıl hastanesine götürür...Gerçi Puşkin büyük şair, kimsenin buna itirazı olamaz! Ama alt tarafı yine de şiir yazıyor, hava-civa yani...Zaten pek az şiirini okudum...Düzyazı başka! Düzyazıda yazar bir şeyler öğretebilir, örneğin vatan sevgisinden, erdemlerden filan söz açabilir...evet! Anlatmasını pek beceremedim ama ne demek istediğimi anlarsın sen; sevdiğim için söylüyorum bunları."

"İhmenev haklıydı, Nelli ağır bir hakarete uğramıştı, yaraları henüz pek tazeydi. Garip davranışlarıyla, bizlere cephealarak gösterdiği güvensizlikle sanki yaralarını deşmek istiyordu. Deyim yerindeyse, acısını körüklemenin verdiği üzüntüden zevk alıyordu."

7 Şubat 2021 Pazar

Stepançikovo Köyü - Dostoyevski

Dostoyevski Okuma Grubunda okuduğum bir kitaptı "Stepançikovo Köyü" Doğruyu söylemek gerekirse ilk sırada duyduğum ve ilk sıralarda okumayı düşündüğüm Dostoyevski kitaplarından biri değildi. Romanın ana karakteri Foma Fomiç ve onun çevresinde dönen amca yeğen karakterleri. Roman, bir üniversite öğrencisi olan Sergey’in, dayısının evinde tanıdığı Foma Fomiç’e dair anlatımlarına dayanıyor. Evin hakimiyetini eline almış şarlatan ruhlu Foma Fomiç’in komik maceraları romanın omurgasını oluşturuyor. Tabi Fomiç’in yanı sıra, Nastya, Tatyana İvanovna, Mizinçikov, Bahçeyev, Falaley ve Vidopliyasov gibi özgün karakterler de kendi öyküleriyle karşımıza çıkıyor. Çok sevdim mi? Sevmedim. Ama Dostoyevski yazdığı için okunur.

Güzel sözler var kitaptan:

"Dayım bir kere daha içini çekti.
-Başkalarına karşı daha şefkatli, dikkatli olun, başkalarını sevin; başkaları için kendinizi unutun, o zaman sizi de hatırlayacaklardır. yaşa, ama başkalarına da yaşama hakkı tanı! İşte bu, hayat kuralımız olmalı. Sabırlı ol, çalış, dua et ve ümitle yaşa. Bunlara alışmayı bütün insanlığa aşılamak istiyorum. Bu kurallara uyarak yaşayacak olursanız, herkesten önce ben size kalbimi açar, göğsünüzde ağlarım...gerekirse tabii...Ama hep 'ben, ben, tatlı canım...' derseniz, izninizle tatlı canınız da kabak tadı verir."

"Çamur neyle örtülürse örtülsün, yine çamurdur."

"Tatlı zamanlar gökten düşmez, onları biz kendimiz yaratırız. Onlar kalbimizin içindedir..."

"Kelle kesildikten sonra, saçların ardından ağlanır mı?"

"Zenginlerde buzağı, fakirlerde çocuk boldur!"

"Temiz, güzel bir yavruyken çayırlarda bahar kelebekleri arkasından koştuğum güzel çocukluk günlerim nerede?.. Nerede, nerede o zamanlar? Geri verin bana masumluğumu, verin bana onu!.."

Gün Olur Asra Bedel - Cengiz Aytmatov

 

Yıllar önce okuduğum fakat içimde tekrar okuma isteği uyandıran bir kitaptı. İyi ki okumuşum çünkü yeniden aynı tadı aldım. Unutmuşum bazı ayrıntıları. Bir kitabın insana her okuduğu yaşta farklı şeyler yaşatması gibi bir olgu var. Bazen okuduğunuzda farklı anlamlar yüklediğiniz bir kitaba üzerinden biraz zaman geçtikten sonra farklı anlamlar yükleyebiliyorsunuz. Kahramanları farklı açıdan görebiliyorsunuz.

"Gün Olur Asra Bedel" Cengiz Aytmatov deyince ilk aklıma gelen roman. Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'u tanımam da Zülfü Livaneli sayesindedir. Doksanlı yıllardaki Issık Göl Forumunda çok bahsedilmişti Aytmatov'dan Zülfü Zivaneli yazılarını kaçırmadan okuduğum için o yıllarda bilgi sahibi olmuştum onun sayesinde.Neredeyse kankaydılar Aytmatov'la. Üzerinden bayağı bir zaman geçtikten sonra edinmiştim bu kitabını. Yedigey'i o zamanlardan tanımıştım. 

Kitapta bir yolculuk hikayesi var. Buna eşlik eden de gizli bir aşk. Yasak bir aşk. Kırgız gelenekleri. Arkadaşlık, dostluk. Güzel şeyler var. Benim çok sevdiğim bir kitap. Türk romancılığına yakın bulduğum romanlardan biri. Aytmatov'u diğer Rus romancılara yeğlerim. Lafı evirip çevirmeden uzatmadan anlatıyor. Çok Rus romanı demeli miyim onu da bilmiyorum ama. Sonuçta bir Rus tadı var. Zaman ve mekan olarak gizleseniz bile romanın  anlatım olarak  bir Rus romancısından çıktığı hemen belli oluyor. 

Ben çok konusundan bahsetmeyeceğim. Özetin özeti ise şöyle: Demiryolu işçisi iyi bir aile babası Yedigey'in ölen komşusu Kazangap'ı Kırgız geleneklerine göre tarihi mezarlıkları olan Anabeyit'e gömmek istemesi üzerine, ölenin oğlu ve damadı ile yola çıkması, yolculuk sırasında ve sonrasında yaşadıkları, ailesi, eşi Ukubala Kazangap'la ve komşusu Abutalip'le ve onun karısı Zarife ile olan ilişkileri anlatılıyor. 

Romanda yalnızca Parite Uzay üssü ile olan bölümler bana fazlalıkmış gibi geldi. Ya da verilen mesajı ben anlayamadım. Mankurt kelimesinin de nereden geldiğini öğrendiğim hikayeyi okuduğum bölümde bu kitapta geçmektedir. Eminim ki bütün herkes de Aytmatov'dan öğrenmiştir. Değil mi yoksa?

Çok alıntı var, bazıları:

"-Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştiremez. Elinden malını, mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu, kırar ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur."

"Yedigey çok sonra anlayacaktı ki, ruhunu ancak bu bozkır kadar enginleştirmesini bilenler o düzeye çıkabilirler, Sarı Özek'in sessizliğiyle baş başa kalabilirlerdi."

"Tanrı yok! Yok! Madem ki bile insan hayatı ile ilgilenmiyor, insanın derdinden anlamıyor, başkalarından ne beklersin! Yok işte! Tanrı Yok!"

“Baştan öyle sanmazdım ama bir insanın ayrılıktan ölebileceğine şimdi inanıyorum.”

"Şu anda, madem ki böyle bir makamda yüzümü Sana verdim, yaşadıkça ve aklım başımda oldukça Sana sesleneceğim, beni işit Allah'ım! Bilinen bir gerçektir ki insanlar Sana ancak çaresiz kalınca yardım dilemek için başvuruyorlar ve ellerinden başka bir şey gelmiyor. Bize acı, bizi koru, bize yardım et Allah'ım. İnsanlar doğru olsun, yanlış olsun, haklı olsun haksız olsun, her şeyi Senden isterler. Bir katil bile içinden, Sen'in onun yanında olmanı ister. Oysa sen hep susarsın. Neyleyim ki biz insanlar böyleyiz ve Sen'i özellikle başımız darda olduğu zaman hatırlarız, yalnız böyle zamanlar varmışsın sanırız. Yalvarıp yakarmalarımızın sonu gelmiyor. Sen "Bir"sin. Biz ise çoğuz. Şu anda Sen'den bir şey dilemiyorum, sadece aklıma gelenleri söylemek istiyorum."

"Araçlar çoktan gözden kaybolmuş, o genç adamları alıp gitmişti. motor gürültüleri bile duyulmuyordu şimdi. Sarı Özek dolaylarını iyi bilen ve ondan en son anıları saklayan tek kişi olan bu koca Kazangap, şu vadide, ıssız bozkırın ortasında, taze yığılmış bir tümseğin altında, o tek mezarda yatıp duruyordu. Yedigey çok iyi biliyordu ki, o küçük tümsek yavaş yavaş yassılaşacak, düzleşecek, Sarı Özek kırlarının pelin otları rengine bürünecekti. O zaman onu görmek de, bulmak da imkansız olacaktı. Toprağa karışıp gidecekti. Zaten toprak üzerindeki her şey eninde sonunda toprağa karışır, toprak olurdu..."