Bu Blogda Ara

8 Haziran 2018 Cuma

Akdeniz - Panait Israti

"Dostlarım ve çevremdeki insanlar, sadece makaleler değil, başka şeyler de yazmamı istiyorlar. Haklılar belki, ama insan bir şeyler hayal edip uydurmasını bilmeden yazar olabilir mi? İşte böyle biriyim ben. Hiç olmazsa, ana hatlarını yaşamadığım bir serüveni hayal etmeyi pek beceremem." diye başlıyor Akdeniz romanına Panait Israti. Romanyalı yazar. Balkanların Gorki' si olarak biliniyor. Akdeniz romanı. Akdeniz insanını, arap coğrafyasını çok güzel anlatmış. İnsanlar üzerinden ahlaksızlıklara karşı bakışı, bozuk düzeni ve kendini sorgulaması. Abdülhamit zamanının İstanbul'u, Mısır, Kahire. Olaylarla harmanlayarak çok güzel anlatmış. Adrien, Musa, Sara, Titel, Salomon Klein romanın kahramanlarından.

Güzel sözler ve bölümler var kitapta:

“Ah, her önüne gelenin ta gözleri içine bakarak ona şöyle diyebilmek: Sana hiçbir borcum yok! Çek arabanı, benim yüzsüz kardeşim! Hem, masanın üstündeki şu kara ekmekte gözün varsa, onu da al! Yalnız benim keyfime dokunma!”

"Başkalarının ıstırabı karşısında insan yüreği, bu kadar duygusuz kalırsa her şey boşunadır. Varsayımlar hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Bunlar dünyaya yalnızca sözde adalet getirecekler, yoksa adaletin kendisini değil. Merhametle birlikte, adaleti insanlar arasında egemen kılacak yalnız dinler vardı. Oysa dinler iflas etmiştir. Ve ölüler bir daha dirilmez."

"Hiç eksiğiniz yokken erdemli olmak ne kolaydır."

"İnsanın bir gün bugünkünden daha iyi olabileceğini sanmakla da delilik ediyoruz. Hayır, hiçbir zaman daha iyi olmayacaktır. Çünkü ruhu yok. Yalnız midesi ve cinselliği var. Biraz da zekası varsa da bu ruh değil."

"Her servet haset yaratır, iştah uyandırır. İnsanın hiçbir şeyi olmamalı. O zaman dünyaya sahip demektir."

"Ah! Erk sahibi olup, insanları adaletli olamaya zorlamayı ne çok isterdim."

        Abdülhamit İstanbul'undan bahsettiği bölümde,
"Abdülhamit'in payitahtında sefalet büyüktür. On kayıkçı ya da hamal, bir yolcu için döğüşür. Üstleri başları yırtık pırtık birtakım insanlar yarı aç, yarı tok geçinip giderler."
     Ancak boyarlarımızdan nicesini idam ettirmiş olan sultanların İstanbul'unu bana hatırlatan şeyler binlerce kırmızı fes ve mağrur minareli sayısız camiler oldu. Yüzyıl önce, memleketin tahtı hala bu kentte müzayede ile kiralanıyordu. Bu kentti ki, yalnız adı bile titretmeye yeterliydi, ama şimdi hiçbir korku hissetmeden sokaklarında rahatça dolaşabiliyorum. Bir düzine fesin görünmesi, köylerimizi dehşete veren zamanlar çoktan geçti! Bu adamlar nasıl olmuş da bu kadar sert davranabilmişler? Bana öyle uysal, öyle kendi halinde görünüyorlar ki!
     Onları böyle gevşek ve rehavetli görünce, Viyana kapılarına kadar dehşet salan o ağır yatağanları kaldırmaktan aciz olduklarını sanacağı geliyor insanın.."  (İnsan üzülüyor tabi yabancı bir yazarın gözünden o dönemin Osmanlısına bakışına. Ama ya şimdi ne düşünüyor acaba yabancılar Panait'ten yaklaşık yüzelli yıl sonraki Türkiye hakkında.)

"Yüreğimiz, mantığımızın yarattığı tüm öfkelerin içinde eridiği kızgın bir ocaktır."

      Musa ile diyaloğundan,
      "Musa sordu:
    -Efendim, mutlu olmak için zengin mi olmak gerekir?
   -Şüphesiz! Ben, kendi adıma, yoksul olmaktansa efendi olmayı yeğlerim. Siz böyle düşünmüyorsanız, acayip bir adamsınız.
    -Ben de böyle düşünüyorum ama bir şartla: insanın elleri her zaman temiz kalmalıdır."

"Oysa, ben bu ülkenin ve bütün insanlığın geçmişine ait çok az şey biliyorum. Bunun nedeni, öğrenmek için zamanımın kıtlığı değil, olayları hatırımda tutamayışımdır. Beynim okumaktan gelen zenginleşmeye karşı asi."

"Şimdi bu halimle kimseyi taklit etmiyorum, bende olmayan kanatlara gereksinim gösteren yüksekliklerde uçmaya kalkışmıyorum"

"Asıl kötülük, insanın ölçüsüz gururudur. Bir davranışın değersizliğini, boşunalığını anladığımız halde aldırmayarak elimizden bir şey gelmemesidir."






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder