Bu Blogda Ara

18 Haziran 2018 Pazartesi

Yalnızlık Kime Benzer - Semih Gümüş

Romanın kahramanı, sevgilisi Lal ile yaşadığı bitmiş bir aşkın ardından, bireysel sorunların, geride kalmış aşkın bıraktığı acıların anılarına edebiyat düşüncesi ile bir seyahat yapıyor. Bu düşsel yolculuğuna yalnızlığını paylaşacağı yazarları, Beckett’ı, Paz’ı, Musil’i, Bernhard’ı konuk ediyor. Onlardan alıntılar yapıyor. Kendine yakın bulduğu roman kahramanlarıyla buluşuyor. Bütün bu yazarların ve kurmaca kişilerin izinde kendi yaşamına ait işaretler arıyor. Uzun cümleleri ile biraz sıkabiliyor ancak konu devamlılığı olmadığı için romandan kopsanız da çok farketmiyor. Kitaba roman diyebilir miyiz? Tam emin değilim çünkü bir konu bütünlüğü yok. Yalnızlık teması tam yansıtılamamış gibi. Yazarın eleştici kimliği kitaba olumlu yansımamış. Anlamsız cümleler var. Okuyunca güzel ama anlamsız. Örneğin : "Kara suya yazılı hayallerimize bakınca seçilmiyorsa yüzüm, yazdıklarım geride kalanları silebilir" Ben bir şey anlamadım.

Güzel sözler var kitaptan:

"Uzaktaki sevgili insanı sürekli canlı tutabilir ama yanında olup da uzak kalmak. Şimdi ne birindeyim ne öbüründe"

"Şehrin yalnızlarının uyuyamadığı gecenin içinde insanın dili yalnızca düşünmek için var. Konuştuğumuz gibi yazmıyoruz ama düşündüğümüz gibi yazabiliriz."

"Biz birbirimize aşık olmadan da arkadaş olamaz mıyız ya da iki insan birbirinin sevgilisi olmadan çok güçlü arkadaşlıklarla yaşayamaz mı aşkı?"

"Bu üç duvarı baştan ayağa kitaplık yapmasaydım giremezdim bu deliğe. Bir yaştan sonra, insan kalan ömrünü tek bir odada geçirebilir. Kitaplarımı okuyup düşünerek atlatabilirim bu günleri. Bildiğim kitapları yeniden okuyup notlar çıkarırken bilmediklerimin ilk okumaları için sonu gelmez bir yolculuğa başlayabilirim." (Burada sanki benden cümleler var)

"Mutsuz olmak için gerçek bir aşk yeter insana"

"Ne kadar mutlu olmak istesek de bizden ayrı bir tarih yazılıyor, mutsuzluğun tarihi ve tarih öldürmekten başka ne yapmıştır."

"Yalnızlık insan duygusunun en derindeki gerçeği"

"Yıllar önce alıp okumadığım ne çok kitap var burada. Ne kadar okursam okuyayım, okuyamadığım pek çok kitap kalacak geride. Kim okur onları. Kitaplarım burada ya da orada zihnimde yaşamayı sürdürecek." (burada da benden satırlar var. Ama ben bu kadar kitabımın hepsini okumadan ölmeyeceğim.)

"Yalnızlık kendini bilmektir, diyor Oktavio Paz. Yaşamın temel koşulu, kararsızlıktan  kurtulacağımız  bir sınav ve arınma. Bu yüzden yalnızlık dolambacının çıkış kapısında, mutluluğa, bütün dünyayla yeniden denge durumuna erişeceğimizi umarız. Aşk acısı yalnızlığın sancısıdır. Ölüm ve doğum, insanın yalnız başına yaşadığı deneyimlerdir."
     Yalnızlık aşka da benzer mi, diye soruyorum ona."

"Aşkı mutluluk için değil, olsa olsa, karşıtlıkların hissedebileceği, yaşamın ölümle, zamanın sonrasızlıkla bir ve birlik olabileceği o gizemli an için isteriz, diyor."

"Geç gelen aşkların erken gelen yaşlarda yaşananlardan çok daha güçlü olduğuna inanıyorum, buna sen de inanabilseydin."

"Gözlerin son zamanlarda zorlanmaya başladı. En büyük korkum. Okuyamadığım gün artık ölebilirim." (bu da benim cümlem olabilir. En çok korktuğum kör olmak)

"Okuyup yazdıklarımız insanları nasıl ilgilendirmiyorsa zalimlerin canını aldığı hayatın yeniden eskisi gibi olmasını da hayal edemeyiz."

"Belki de hayvanların acılarını bilmeden yaşamak günahlarımızı bağışlanmaz yaptı."

"Edebiyat marangozluktan başka bir şey değildir. diyor Marquez. İkisi de zor iş. Yazmak neredeyse masa yapmak kadar zor. İkisinde de gerçekle çalışıyorsun, tahta kadar sert bir malzemeyle ve ele avuca gelmez sözcüklerle. İkisi de hile ve tekniklerle dolu. Proust mu demiş; İşin yüzde onu esin, yüzde doksanı alınteri."

"Durgun bir suyun üstüne serilerek rengini  almış yazı, soğudukça kendine kapanır. Beckett neden sonra gitgide çekildi ortadan. Hayattan beklediği azaldı, insanlardan kaçmaya başladığını biliyordu. Yalnızlığı bir yıldız gibi taşıyan yazarlar hep bu yüzden mi dünyadan el etek çekince yazıdan başka bir dünya tanımaz, tepeden tırnağa yaratıcılığa ve yazıya kesen bir kişilik olarak insanlarla kesişmeyen bir koza örerler kendilerine. Onların yazdıklarını dokunarak okumak gerekir."

"Lal, diyorum. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum, bir an susuyorum gene. Lal, ben her zaman senin en yakınındayım, yanıma gelmek istediğin zaman gel. İnsan nedir, doğumun ışığı, ölümün ötesi."

"Kitaplığımın en gerekli kitapları bu odada. Dışarı çıkmadan hayatımın sonuna dek kalabilirim onlarla. Yedi yüzaltmış kitap var. Kitapları saymak delilikse. deliliğim bu olsun. Her birini ikişer kere okusam yirmi bir yıl kalmam gerekiyor burada. Belki yetmez ömrüm." 

"O nasıl genç yaşta ölen öldürülen arkadaşlarını düşünüyorsa ben de o yılları bilmeyenlerin, anlatılsa da tam anlamıyla canlandıramayacağı yıllarımızın acılarını, hüzünlerini, benzersiz heyecanlarını düşünüyorum. Aynı onun gibi, güzel hayat nerdeyse biz onu tam yaşayamadığımız için güzel hayaller kurduk. Sonu olmayan hayaller. Paranın hiçbir yerde geçmediği güzel günlerimiz vardı. Şehrin tek önemli alanının çevresindeki bütün sokaklar bizimdi. Buna simit ve çay verin, bütün gün çalışır, derdi arkadaşlarım. arada kuru pilav da olmalı ama, derdim. Arkadaşlarımız önümüzde dövülerek göz altına alınırken onları yalnız bırakmamak için zorla polis minibüsüne atladığımız yıllar. Arkadaşların birbirleri için gözünü kırpmadan ölebileceği günler bir daha yaşanabilir mi. Yalnızlık nedir bilmiyorduk, parayı ve pulu saymayı bilmediğimiz gibi... Bu toplumun değerbilmez insanları, o tutunamayanları unuttukça kavrulup yok oldu."

Kitabın son sayfasındaki sonsöz ise şöyle; "Bu roman Salinger, Paz, Fuentes, Franzen, Cortazar, Marquez, Beckett, Watt, Musil, Ulrich, Molina, Darman, Lawrence, Dickens, Pip, Atay, Bener, Rulfo, Vila-Matas, Kafka, Llosa, Bartleby, Bernhard, Bogner,Skomswold,Mathea, Perec, Uyuyan Adam, Zebercet,Edgü, Özlü,Cioran nerede yazıp yaşamışsa, onların içinden geçerek yazıldı."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder