Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
27 Kasım 2022 Pazar
Rahmet Yolları Kesti - Kemal Tahir
Veba Geceleri - Orhan Pamuk
Tam da salgın zamanına rast gelen bir kitap. Veba Geceleri. Bundan yaklaşık 120 yıl önce yaşanan veba salgınında günümüzdeki covit-19 salgınıyla neredeyse ortak denebilecek şeyler yaşanmış. Diğer Orhan Pamuk kitaplarına göre daha sade, daha insanı içine çeken bir kitap olmuş. Karakterler ve yerler kurgu. Başta gerçek sanmıştım Minger Adasını ancak bunun sanal bir yer olduğunu daha sonra anladım. Güzel kurgulanmış, gerçek tarihle kurgusallığı iç içe sokan güzel bir eser bence. Ben sevdim.
Veba Geceleri, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor.
1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir Veba Geceleri.
" 'Abdülhamit'ten başka bir de Babıali, devlet ve millet olduğunu sanmanıza cidden şaşıyorum...' dedi Sultan. 'Devlet dediğiniz paşalar ve katipler amcamın her istediğini yaparlar ve O'na göre adalet onun her istediğinin yapılmasından başka bir şey değildir. Başka bir adalet olsaydı, babamı, ağabeyimi, ablalarım ve beni yirmi dört yıl kuş gibi Çırağan Sarayı'nda esir edebilirler miydi?"
"Saray penceresinden sizin amcaoğulları ve anlattığınız diğer akılsız şehzadelerin seyrettikleri, Kabataş'tan Beşiktaş'a yürüyen kalabalık, işte o millettir."
"İnsanların birbirleriyle ilişkileri zayıflamıştı, dostlukları ve yeni bir şeyler öğrenme, yeni söylentilere öfkelenme isteği de azalmıştı. Herkesin yeterince korkusu, yarası, telaşı vardı. Kimse komşusunun ölümüyle meşgul değildi."
"... Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir."
"..Mutlu hatıralar kayboldu ve geriye yalnızca dünyanın manasızlığını hissettiren bir ölüm korkusu ve yalnızlık kaldı."
"Yasakları faydasız kılan onları ciddiye almayanlardır.Sonunda kendileri de ölürler."
" Bizler sokağa çıkmamızın yasaklanmasına alışığızdır!" dedi Sultan gururla."
“‘Salgın var!’ dediğim için beni hapse atan sizsiniz…” dedi gazeteci. “Ama şimdi millet salgından kırılıyor.”
20 Kasım 2022 Pazar
İrade Terbiyesi - Jules Payot
Kitapta bilhassa gençlere ve zihnini kullanarak çalışanlara hitap eden Fransız profesör kendi hayatından aktardığı örnekleri ve başka düşünürlerin tespitlerini de kullanarak insanın irade zayıflığıyla nasıl mücadele etmesi gerektiğini anlatıyor.
13 Kasım 2022 Pazar
Atatürk'ün Yanı Başında - M. Kemal Ulusu
Nuri Ulusu'nun kim olduğunu biraz anlatmak gerekiyor; kendisi Atatürk'ün kütüphanecisi. Böyle anılmak istiyor. On iki yıl boyunca bilfiil onun yanı başında en sevdiği yardımcılarından biri olmuş, dil ve tarih çalışmalarında aktif görevlerde bulunmuş, tüm yurt gezilerinde, tatbikatlarda, manevralarda ona eşlik etmiş. Hep derler ya, bir insan olarak Atatürk'ü tanımadık diye. İşte, elinizdeki bu kitap bu eksiği gidererek bizi adeta onun yanı başına götürüyor ve o meşhur sofrasına, esprilerine, gezilerine, dostluklarına, kırgınlıklarına, rüyalarına, ideallerine ve yalnızlığına ortak ediyor. Ancak bununla da kalmıyor, Atatürk'ün din, laiklik, Türk tarihi gibi önemli mevzular hakkındaki düşüncelerine de birinci elden tanıklık ediyor.
Nuri Ulusu'nun oğlu Mustafa Kemal Ulusu'nun uzun yıllar süren araştırmalarını ilk kez gün ışığına çıkan fotoğraflarla bir araya getirip derlediği bu kitap, bizlere Atatürk'ün ardımdaki insanı anlatıyor.
Büyük Atatürk'ün on iki yıl hep yanı başında çalışmış , onun ardında tüm Türkiye'yi gezmiş, hastalığında ve ölümünde ise başucunda olmuş babam Nuri Ulusu'nun bana anlattığı ve bizzat yazdığı hatıralarından derlediğim bu güzel, tarihi eserin yeni ve çok genişletilmiş baskısının Türk insanına, bilhassa Türk gençliğine büyük Atatürk'ü, tamamen gerçek yaşantısıyla ve tüm insani yönleriyle tanıtacağına inanıyorum . Babama verdiğim sözü tuttuğum için çok mutluyum. Biz Türk milleti Atatürk'ü hiç unutmadık ve hiçbir zaman unutmayacağız. "Mustafa Kemal Ulusu"
...Atatürk: "Ben de sizler gibi bir insanım, lütfen beni insanüstü ve doğaüstü görmeyin, hepiniz gibi benim de dünyaya gelmemdeki tek fevkaladelik vardır, o da 'Türk' olarak dünyaya gelmemdir."
"... İlk iş olarak Amali Erbaa, Arapça bir işlem adı..."
"Atatürk: "Benim çocuklarım bu kelimeleri anlamaz; çünkü bu kelimeler Arapçadır. Bunu Türkçeye çevirelim... Bundan sonra bunun adı 'Dört İşlem' dir." diyerek devam etti..."
"… bizim çocukluğumuz fakirlikle geçti, elime üç beş kuruş para geçince bunun muhakkak yarısını kitaba verirdim. O zaman da böyle okurdum. Eğer aksini yapsaydım ben Atatürk olamazdım, Türkiye’yi bu hale getiremezdim,” dedi."
"Atatürk Nuri Ulusu'ya:"Ne o Nuri oğlum şaşırdın değil mi? Şaşırma, şaşırma savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilmezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaş başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; işte şimdi cephane taşıdığımız sandıklara kitapları koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini kitaplar alsın." dedi."
"Halkın içinden gelen Türk'ün bu asil evladı, daima çok sevdiği milletinin arasında bulunmaktan çok zevk duyardı. Dolayısıyla da sık sık işte böyle yüzmeye, sahillere, gazinolara, emsal yerlere gider ve buralarda hep birlikte onlarla oturur yer içer, eğlenir, dans ederdi. Onun her şeyi vatanı ve milletiydi. Kimseden çekinmez ve korkmazdı."
"12 yıl yanında, çok da sofrasında bulunduk. Ben ve arkadaşlarım bir gün dahi sarhoş olduğunu, başının düştüğünü hiç görmedik. Hatta bazen çok sinirlendiği zamanda içkisini bırakır, kalkar giderdi."
"O hep 2000'li yıllardaki Türkiye'yi düşünür ve hayal ederdi. Onun görmesine imkân yoktu, herhalde ben de göremeyeceğim. Oğlum, torunlarım görecekler ve kendim gibi biliyorum, tarihimize ilgisizliğin artmasıyla üzülecek ama çok üzülecekler. İnşallah büyük Atamın, Paşamın kemiklerini sızlatmazlar."
Kalpaklılar - Samim Kocagöz
Milli mücadeleyi en güzel anlatan kitaplardan biri bana göre. Hasan Tahsin' le başlayan ilk direnişten zafere giden yolun romanı. Kuvayi milliyenin örgütlenmesi, savaşın perde arkasında yaşanan olaylar ve tarihle iç içe geçen Talip ve Müjgan'ın hikayesi.
Zamana Yazılan Sözler - Feridun Andaç
Sanat, edebiyat, kültür alanlarındaki inceleme ve araştırma metinleri, öykü, deneme, gezi ve köşe yazılarında Türk edebiyat ve kültürüne uzun yıllardır saptamaları ve birikimiyle katkıda bulunmuş olan yazar Feridun Andaç, bu kez de seçilmiş denemelerinin toplamıyla okuyucunun karşısına çıkıyor. Andaç’ın metinlerinde hem yerel, hem de uluslararası kültür arenasından süzülmüş temalar, farklı toplumların bilinçaltında yer eden çarpıcı isimler, birey ile içinde yaşadığı toplumun kültürel, tarihi, politik, felsefi, psikolojik birikimi ve duyarlılıkları çerçevesinde, geniş bir yelpazede sunuluyor. Andaç’ın felsefi olduğu kadar yalınlığa eğilimli üslubunda içselleştirilen meseleler, hapsedilemeyen zamanın sert gerçekliğini yeniden kurma çabasıyla birlikte, modern insana ayna tutuyor. Büyük yazarların, sinema üstadlarının, yaratıcılığın, bölünmenin, çocukluğun, kaybedilen, kazanılan sevgilerin tortusunda şekillenen varoluşsal tedirginlikler ve keyifler, varılan kentlerin, ülkelerin imgelerine karışıyor. İçsel bir birikimin ve zengin bir mirasın kişisel yansımaları eşliğinde sunulan fikir ve duygular, etkileşimli bir okuma vaat ediyor.Bir belleğin izdüşümü, zamanın döngüsünde yaratımın sorgulanışına yaşam veriyor. Zamana Yazılan Sözler, bir kültürel birikimin düşsel geçidine katılmak isteyenler için...
"Zamana Yazılan Sözler, çıkılan bu okuma/yazma/gitme yolculuklarının izlerini/renklerini taşır. Kendine yazıyı yurt kılan birinin (yazarın) yaşamından renkler, duygu/düşünce ikliminden yansılar olarak da okunabilir her bir deneme."
"Bir yazarın yazdıklarının satır aralarını okumak her zaman öğretici gelmiştir bana. Ama her yazarda -belki de sizin yazarınız olmayanlar da- bunu görmek pek olası değil."
"Okuyarak edindiğimiz "özel dünyayı" zamanla yazarak kurmaya yöneliyorsunuz."
"Kitapların gösterdiği bir aşkla, hayatın yaşatıp öğrettiği aşkın beni yüzleştirdiği noktadaydım."
"İnsan yazmasını değil görmesini öğrenmeli. Yazmak bir sonuçtur."
6 Kasım 2022 Pazar
Özgürlüğün Rengi Mavidir - Cem Seymen
"Haberlerde neredeyse her şehirden gelen ölüm haberleri, polisin yakaladığı kötü adamlar, kötü adamların yardım eden iyi insanlar, üniversitedeki ağabeylerin birbirleriyle bir türlü neden patlak verdiğini anlayamadığımız kavgaları olurdu. Bizim gibi ya da bizden sonraki nesiller gibi değillermiş onlar, kavgaları belliymiş. Baskıcı devlete, faşizme, düşüncenin katline, sermayenin sömürüsüne, ülkelerin mandasına itirazları varmış. Cesur ve gözü pek gençlermiş onlar. Ben bizim kuşağa da sonrakilere de tanım koyamıyorum. Sahi, tutkumuz ne bizim? Uğruna güneşler doğuracağımız bir idealimiz yok mu? Miras devraldığımız bir kavgamız yok mu?"
"Kimseyle hiçbir konuda yarış halinde değilim. Kimseden akıllı, kimseden güzel ya da kimseden iyi olma gibi bir iddiam yok. Kimse için 'en' değilim, 'daha' değilim. Bu devasa iddiasızlığın verdiği özgürlüğün hastasıyım...
Gençsin ama bu gençliği hissedemiyorsun.Umutlarını çalıyorlar çaresizce seyrediyorsun.
Yükselmek istiyorsanız, ahlaklı yükseleceksiniz. Gözünüz her daim aşağıda olacak, arada bir yukarı bakmayı da ihmal etmeyin. Aşağıdan koparsanız yukarıda hem yalnız hem de güçsüz kalırsınız.
"Beni öldürmeyen şey daha güçlü kılar" diyor ya hani Friedrich Nietzsche, aklımızı uykuya yatırdığımız ve olan bitene sessiz kalarak kurtarıcı bekledoğimiz sürece daha çok çığlık atacağız."
Nelson Mandela ruhu lazım bize: “Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok. Ruhunuzu satmayın yeter.”
Özgür değiliz hiçbirimiz.İhtiyaçlarımız,ilgilerimiz,beklentilerimiz,kurduğumuz hayaller,deneyimlerimiz,dünya görüşümüz,kültürümüz,aldığımız eğitim, hiçbiri şu andaki sistemin umurunda değil.
"Faydacı, çıkarcı kurnazlar yüzünden ne yaparsan yap dikiş tutturmanız zor. Üstüne üstlük herkes birbirini jurnalliyor, güçlü alttakini ezmek için ahlaksızca yarışıyor. Güven duymayan gençler de yurt dışının yolunu tutuyor, kurtuluşu Türkiye'yi terk etmekte buluyor. Ne yapsın? Haklı."
29 Nisan 2022 Cuma
Gurabahane-i Laklakan - Ahmet Haşim
Şeytanla Konuşmalar - Hilmi Ziya Ülken
Aynı Goethe'nin Faust'u gibi şeytanın kahramanın yanına gelmesiyle başlar. Faust' taki gibi burada bir yoldan çıkarma değil de sohbet söz konusu. yazar ya da kitabın kahramanı felsefe, edebiyat, tiyatro, resim, şiir, tarih vs. hakkında düşüncelerini bu sohbet yoluyla anlatıyor. Bir çok tarihi olay ve kişilerden söz ediliyor.
İlk sayfadan beni saran kitap sonrasında sıkılmaya sevk etti. Belki de Faust'un gölgesinde kaldığını düşünmem buna sebep oldu. Değerli sosyolog, felsefeci Hilmi Ziya Ülken'in "Şeytanla Konuşmalar" kitabı okunası kitaplar içinde bende yerini aldı diyebilirim.
"Şeytan diyor ki: Sözün kısası: ben şu insanlara üç şey hediye ettim: delilik, yalan ve fazilet."
" Şeytan yeis demektir. Ben yalnız fenalıkları görür ve gösteririm."
"Hâdiseler kötü gidince kusuru kendiniz de bulacak yerde; kadere, Allah'a, talihe yumruk sıkarsınız."
"İnsanlara şehveti ben öğrettim, aşkın, içkinin, kumarın, altının, debdebe ve tantananın, şöhretin, hiç bir şeyden doymamak ve her şeyi araştırmanın, ebedî olmak rüyasının sarhoşluğunu ben tattırdım."
"Neden fukara şeytanın da doğru sözlü, samimi olacağına bir türlü inanmazsınız?"
"Kitapları seviniz! Sarhoşun içkiden nefret ettiği gibi ondan kurtulmaya çalışmayın. Ben Aristo'yu, Ciceron'u, Eflâtun'u ve Lucrece'i okurum. Onların hepsini ayrı ayrı yaşarım; hiçbiri bana hükmedemez. Beni ne çileden çıkarır, ne sarhoş eder, ne de hiddetime sebep olurlar. Bir şarap degustateur'ü gibi hepsinin lezzetine bakarım; bana her biri ayrı zevk verir; ayrı bir dünyanın kapısını açarlar."
27 Nisan 2022 Çarşamba
Benden Selam Söyle Anadolu'ya - Dido Sotiriyu
“Ekimle kasım, incir aylarıydı; Zahari'nin ambarında biraz
para kazanmak böylece mümkün oldu. Usta eller isteyen bir işti bu; yalnız Rumlara emanet ediliyordu birinci kalite yemişler. Türkler, bizden ayrı, düşük evsaflı incirlerle uğraşıyorlardı. Memleketin en iyi incirini, Avrupa ve Amerika'ya ihraç edilmek üzere küçük sandıklara yerleştirmekle görevliydik. Lokum gibi, dört köşe bir incirdi bu ...
Aydın' dan ilk incirleri getiren
trenler, defne·ve mersin dallarıyla süslü olurdu hep. Tren, Funda istasyonuna
girince askerler selama durur ve kuru sıkı ateş ederlerdi. Yeni incir şerefine
yeni sikke keserdi hükümet. Yeni sekiz kuruşluklar ve gıcır gıcır mecidiyeler
kaplardı piyasayı...”
Bu satırlar
1909 yılında Aydın’da doğmuş Rum yazar Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle
Anadolu’ya” özgün ismiyle “Kanlı Topraklar” adlı 1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan dostluk ödülünü
alan kitabından.
Yüzyıllardır
dostça, kol kola yaşadığımız Rumlarla nasıl kanlı bıçaklı olduğumuz, nasıl gözümüz
dönmüşcesine birbirimize kıydığımız, romanın kahramanı Manoli Aksiyotis adlı
çocuğun ağzından anlatılıyor. Köylünün binbir emekle yetiştirdiği ürünü ucuza
kapatmaya çalışan tüccarları, büyük toprak sahiplerini, kaçakçıları, kabadayıları
ile Aydın ve İzmir‘i tanıyoruz. Efes yöresinde şu anda ismi Şirince olan ve o
yıllarda Aydın vilayetine bağlı Kırkıca'da yaşayan Manoli Aksiyatis bir Anadolu
Rum köylüsüdür. Komşu Türk köyleriyle gayet kardeşçe yaşayıp giderken önce
Balkan Savaşlarıyla sonra 1. Dünya Savaşı ve nihayetinde Kurtuluş Savaşı'yla
biten dostluğun hikayesidir anlatılan.
"İki halk
aynı toprak üzerinde bir arada doğup büyümüştük ve yüreğimize sorarsanız, ne
onlar bizden nefret ediyordu, ne de biz onlardan!" Peki ne oldu da kardeşçe yaşayan bu halklar
birbirine kıymak zorunda kaldı? "Bütün bunların altında gizlenen şey nedir
biliyor musun Aksiyatis? Petrol, kömür, demir, krom... Yani, Anadolu'nun el
değmemiş servetleri üzerinde yabancıların kurmak istedikleri tekel!" Kitaptaki kahramanlardan Nikita'dan
duyduklarımız duruma gayet açıklık getiriyor. Dağılmak üzere olan Osmanlı'dan
her güçlü devlet bir pay almak istiyor ve bunu da milliyetçilik duygularını
kabartıp bağımsızlığını yeni kazanmış olan Yunanları maşa gibi kullanarak
yapıyorlar. Anadolu'nun ticaretine daha hakim olan Rumlar ve Ermeniler
üzerinden kanlı oyunlarına başlıyorlar.
Çağdaş Yunan
edebiyatının önemli yazarlarından, özellikle ülkesinde kadın hakları
mücadelesinde ön saflarda yer almış biri olan Sotiriyu, 1909 yılında Rum bir
ailenin kızı olarak Aydın’ın Şirince kasabasında dünyaya geldi. (Şirince,
cumhuriyet döneminde İzmir vilayetine bağlandı.) Çocukluk yıllarını Şirince, Aydın
ve İzmir çevresinde geçirdi. 1922 yılında İzmir ve
çevresinin Yunan ordusu tarafından işgal edilmesi
nedeniyle, tüm Anadolu Rumları gibi, Sotiriyu Ailesi de, büyük
zorluklarla karşılaştı. Nihayet mübadele ile aile
Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldı. Göçmek zorunda kalmanın verdiği acılar ve
ailesinin kısıtlamaları yüzünden zorlu bir hayat geçirdi. Ailesinin karşı çıkmasına karşın öğretim üyesi
oldu. 1986‘da Livaneli ve Teodorakis‘in girişimiyle kurulan Türk-Yunan Dostluk
Derneği kurucuları arasında yer aldı. 2004 yılında hayata veda etti.
Aydın’da geçen çocukluğunu Sotiriyu şöyle
anlatıyor: “Babam sabun yapımcısıydı. Çocukluk yıllarımda ailemle
birlikte doğduğum Aydın ilinde yaşadım. 1922 yılında Anadolu’dan ayrılarak
Yunanistan’a amcamların yanına gelmek zorunda kaldım. Ailem daha sonra göçtü.
İlk çocukluk yıllarımın anıları belleğimden silinmiyordu. Babamın arkadaşı
Talat Beyler, sokakta oynadığım Rum ve Türk çocukları bugün bile aklımda.
Yaşadığım günlerin, duyduğum gerçek olayların o kadar etkisi ve büyüsü altında
kalmıştım ki, bu konuyu ele alan kitap yazma arzusu içimde çığ gibi büyüyordu. 1962 yılında “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı
kitabım yayımlandı. Kitapta geçenler tamamen tarafsız bir gözle yazıldı.
Kitabımın Türkçeye çevrilmesinden sonra Türkiye’den birçok yazar ve okurumdan
tebrik telgrafları aldım.”
Sotiriyu‘nun
romanında asla kaba bir Yunan milliyetçiliği yok, Türkleri de düşman
bellemiyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda; “Bir tek düşman vardır: Düşman,
ne Türklerdir, ne de Yunanlar! Düşman, savaştır. Savaş ve onu körükleyen
çıkarlar“ diyor. Yazar, roman boyunca dönemin emperyalist güçlerinin
Anadolu‘nun zenginliklerinden pay kapma savaşını anlatıyor bize. “Anadolu‘nun zenginliklerini
ellerinde tutan Hıristiyan halkların ortadan kalkması gerekiyordu; Önce Almanların
daha sonra da müttefik kapitalistlerin yayılıp gelişmelerine engeldi çünkü bu halklar.
Kitapta bir
başka dikkatimi ve ilgimi çeken ise o yıllardaki Aydın incirinin, zeytininin ve
üzümünün kalitesinin, güzelliğinin anlatılışı. “…Bir tek kaygısı vardı babamın, eksik olmasın, arazisi durmadan
genişlesin isterdi; ve gittikçe daha çok zeytin ağacı ve gittikçe daha çok
meyve ağacı ve gittikçe daha çok incir ağacı bulunsun elinin altında.. Buğdayla arpa yetiştiği vakit, tarlalarımız
altın yaldızlı bir denizden farksız olurdu. Bizimkiler gibi verimli, dalları
ürün bolluğundan yerleri yalayan, özsuyu dolu, yusyuvarlak, simsiyah, pırıl
pırıl zeytinli ağaca başka hiç bir yerde rastlayamazdınız. Yavaş ama sağlam bir
gelir kaynağıydı zeytinyağı. Ama incir ... köylünün kemerini altında dolduran
incir! Sadece Aydın ilinde değil, bütün Doğu'da, Avrupa ve Amerika'da bile ün salmıştı
incirlerimiz. Derisi var mı, yok mu anlayamazdınız, öylesine inceydi;
Anadolu'nun o canım güneşiyle ballanmıştılar.”
Bizim yeterince
kıymetini bilemediğimiz cennet meyvelerimizin başkalarınca işlenmesi, birinci
sınıf ürünleri Avrupa’ya gönderirken Türk halkının kalanla yetinmesi. Hala öyle
değil mi? Zamanında adına sikkeler basılan üzümümüz, zeytinimiz, incirimiz
şimdi ne haldeler? İtalya, İspanya, Yunanistan zeytincilikte bizi geçmiş
durumdalar. Biz ise zeytin ağaçlarımızın üzerine beton dökmeye devam ediyoruz. Zeytin
ağaçlarının arkasından ağlamak isteyen Aydın-Denizli otoyolu güzergahına bu
hafta sonu bir gezinti yapsın,
Şahnalı’da, Yeniköy’de, Kozalaklı’da cenazeleri kaldırılan asırlık
zeytin ağaçlarının ruhlarına dua etsinler. Daha acı olan şey ise, kesilen
ağaçlarının parasını alan köylünün klavye başındaki bizler kadar bile bu
ağaçlar için çok da üzülmediğini görmek. Sen paranı aldın helalleştin ama o
ağaçlar insanlıkla helalleşmedi. Yazık. Cennet Aydın Ovası. Tarihte ne savaşlar
gördü. En sonuncusuna yenildi. Paraya yenildi. Betona yenildi.
Şöyle
bitiriyor kitabını yazar: “Kardeşler,
dostlar, hemşeriler! Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendini!
Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden Selam Söyle
Anadolu’ya! Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin! Ve kardeşi kardeşe
kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!”
Ben de yazımı
şöyle bitirmek istiyorum: Eyy! bu
toprakların süsü, binlerce insanımızın gelir kaynağı, Aydın’ın kutsal meyvesini
veren zeytin ağacı! Toprağına beton döktük diye bize garezlenebilirsin.
20 Nisan 2022 Çarşamba
Kürklü Kişi - May Sarton
Kitabın önsözünde yazar May Sarton, "Umarım ki bazı büyükanneler Kürklü Kişi'yi yüksek sesle okurlar, çünkü o, bu niyetle yazılmıştı."
Adsız sansız, bağımsızlığına şiddetle düşkün bir sokak kedisi süregeldiği derbeder hayattan yavaş yavaş sıkılır ve rahat bir yuva karşılığında özgürlüğünden feragat etmenin cazip olabileceği düşüncesi aklında yer etmeye başlar. Birtakım denemelerden sonra karşısına çıkan ev ile sakinlerinin sesi, bu fikrinin uygulanabilir olduğunu gösterir kendisine. Ve işte bu yeni yuvada bir sokak kedisi önce bir Beyefendi Kedi’ye, en sonunda da Kürklü Kişi’ye dönüşür...
“Judy ve ben, [...] 1950’lerin başında birkaç yıl [...] kiralık bir evde oturduk. Judy üniversiteden bir yıl süreyle izin aldığında, kiracısı olduğumuz evi Vladimir Nabokov ve güzel karısı Vera’ya kiraladık. Evde kaldıkları süre boyunca Tom Jones’u el üstünde tutulan bir pansiyoner olarak kabul etmeye memnuniyetle razı oldular. Beyefendi bir kedi için, iyi kalpli Vera ve kedisever Vladimir ile böylesine saygın bir aileye kabul edilmek ne talih! Ve de kedi lisanının Rusçaya tercüme edilmesini işitmek.”
"Bir Beyefendi Kedi, bir insan tarafından sahiden sevildiği zaman bir Kürklü Kişi olur."
"Uygun yoga hareketlerini yaparak kapının önünde yeterince uzun zaman oturulursa kapının açılacağı iyi bilinen bir gerçektir."
"..Üçüncü emre göre, bir Beyefendi Kedi, ne kadar aç olursa olsun, yemeğine hiç telaş etmeden, belli bir mesafeden usulca yaklaşmalı, onu uzaktan koklamalı ve asgari bir metreden, yargısının ne olacağına karar vermelidir. İyi, Orta, Geçer veya Değmez. Verdiği hüküm 'iyi' olursa, yemeğine usulca yaklaşacak, çömelmiş vaziyette oturacak ve bir lokma almadan önce kuyruğunu gövdesi etrafında kıvıracaktır. 'Orta ise', çömelecek fakat kuyruğunu yere uzatmış halde arka tarafta bırakacaktır. Hüküm sadece 'Geçer' ise, ayakta durarak yiyecek ve eğer 'Değmez' olursa, üstünde toprağı eşeleme ve onu gömme törenini icra edecektir."
Hoşgör Köftecisi - Orhan Veli
Orhan Veli'nin öykülerinden oluşan bir kitap Hoşgör Köftecisi. Merak ettiğim ve kısa bir kitap olduğu için okudum ama çok da keyif vermedi. Belki siz seversiniz.
27 Mart 2022 Pazar
Otostopçunun Galaksi Rehberi - Douglas Adams
8 Mart 1978’de BBC radyo 4’de saat 22.30’da bir radyo oyunu olarak ilk bölümü yayınlanan bu hikaye zaman içerisinde hiç kimsenin düşünemeyeceği bir efsaneye dönüşmüş. Radyo oyunları o kadar çok ilgi görmüş ki daha sonra bu hikâye kitaplaşmak zorunda kalmış. İlginin büyüklüğü serinin devamlarının da yazılmasına ve 5 kitaplık harika bir eserin ortaya çıkmasına neden olmuş.
Bilim-kurgu, absürt bilim kurgu severler için güzel kitap. Bilim-kurgunun görsel olanını daha çok sevdiğimden konuya tam odaklanamamış olmam yüzünden belki de ben açıkçası kitabı zorlukla bitirdim. Yazar tarafından zorlukla yazılan dördüncü bölümü özellikle.
Benim gibi kütüphanesinde binlerce kitap olan birinde mutlaka olmalıydı diye almıştım ama büyük bir zevkle okuduğum söylenemez. Ama çok seveni var ve kült bir eser. Seri beş kitaptan oluşuyor: Otostopçunun Galaksi Rehberi, Evrenin Sonundaki Restoran, Hayat, Evren ve Her Şey, Elvede ve Bütün O Balıklar İçin Teşekkürler, Çoğunlukla Zararsız. Ayrıca buradan yazarı değil de özellikle çevirmenleri tebrik etmek isterim. Böyle bir absürd hikayeyi çevirmenin gerçekten zor olduğunu düşünüyorum çünkü.
Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin başında, bir Perşembe sabahıdır ve ortalama bir İngiliz vatandaşı olan Arthur Dent kötü bir gün geçiriyordur. Otoban geçişine yol açmak için evi yıkılmak üzeredir. Buldozerin önüne uzanmak ve tartışmak hiçbir işe yaramıyor gibi görünüyordur. Kısa süre sonra bunun pek de önemli olmadığını öğrenir çünkü Dünya, Vogons denen bazı kötü uzaylı yaratıklar tarafından yok edilmek üzeredir. Görünüşe göre Dünya, yeni bir hiper uzaysal ekspres yolun geçişi için temizlenmelidir. Bu kötü haberlerin taşıyıcısı, Arthur’un her zaman işsiz bir aktör olduğuna inandığı yakın arkadaşı Ford Prefect’tir. Ford, aslında, 15 yıldır Dünya’da mahsur kalan bir uzaylıdır. Bununla birlikte, gezegenin yıkımından kurtulmak için bir planı vardır: Vogon Constructor Fleet uzay gemilerinden birine otostop çekmek. Ve tam olarak da bunu yaparlar.
Bu arada galaksinin başka bir yerinde, Galaktik Başkan Zaphod Beeblebrox yeni, çok gizli bir uzay gemisi olan Altın Kalp’i çalmakla meşguldür. Zaphod, bir kalabalığın önündeki açılış töreninde gemiyi alıp götürür. Yanında, yakın zamanda Dünya’dan gelen bir Dünyalı kız Trillian ve kronik olarak depresif bir robot olan Marvin vardır. Zaphod ünlü (ve muhtemelen tamamen efsanevi) Magrathea gezegenine doğru ilerliyordur. Yolda, beklenmedik bir şekilde, Vogon uzay gemisinden uzaya fırlatılan Ford ve Arthur’u gemisine alır.
Bazı alıntılar ise şöyle:
"Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı. Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. Bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil renkli küçük kağıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. Bu da tuhaftı çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kağıt parçaları değildi."
“Gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler.”
Ford Prefect bir an önce bir uçan dairenin gelmesini çok istiyordu, çünkü on beş yıl herhangi bir yerde mahsur kalmak için bile uzun bir zamandı; özellikle dünya gibi hayal bile edilemeyecek derecede sıkıcı bir yerde.
"Zaman bir yanılsamadır. Hele öğle vakti iki misli yanılsamadır."
"Şimdi ölmek istemiyorum! diye bağırdı. 'Hala başım ağrıyor! Cennet'e baş ağrısıyla gitmek istemiyorum, bütün aksiliğim üstümde olacak ve Cennet'in tadını çıkaramayacağım."
18 Mart 2022 Cuma
Abdülhamit Döneminde Sansür - Cevdet Kudret
1977 basımı Karacan Yayınlarına ait kitaptan alıntılarım da aşağıdaki gibidir:
"Evleri basmak,kişileri sürmek, gazeteleri kapatmak, toplantıları yasaklamak vb. gibi eylemlerle otuz üç yıl sürecek ve gittikçe şiddetlenecek olan baskılı yönetim, Abdülhamit'in tahta çıkışından aşağı yukarı bir yıl sonra işte böyle başlamış, toplumun özellikle aydın kesimini kasıp kavurmuştur."
"Abdülhamit devrinde sayısı ve kimlikleri aşağı yukarı bilinen resmi sansür memurlarının yanında, sayısız binleri aştığı anlaşılan ve 'curnalcı' diye anılan gönüllü sansürcüler de vardı...'Gönüllü sansürcüler' diye andığım curnalcılar, sarayca hoşa gitmeyen yazarların, (Namık Kemal, Ziya Paşa, vb) yasaklanmış kitaplarını okuyan ve satanları curnal ederlerdi."
"Sansürün eli yalnız siyaset ve sanata değil, bilime dahi uzanıyordu. Bir incelemecinin anlattığına göre.
Genel tarih yasak, Abdülhamit'in adını ilk harflerini meydana getiren harflerden birleşik bazı kimya ve matematik formülleri yasak; sözgelimi, hiç kimse AH=O yazamazdı; çünkü bunun 'Abdülhamit=0' biçiminde yorumlanması olasılığı vardı...Abdülhamit, memleketteki çok hafif kültür ve öğrenim ışığını söndürmek için her şeyi yapardı."
6 Mart 2022 Pazar
Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir
Filminin yakıldığını biliyor ve çok uzun zamandan beri kitabını okumak istiyordum. Milli mücadele dönemini anlatan güzel romanlardan biri.
Esir Şehir Üçlemesi’nde Millicileri İşgal Kuvvetleri’nin baskısı altındaki İstanbul’da anlatan Kemal Tahir, ‘Yorgun Savaşçı’da onları Anadolu’ya gönderir. ‘Yol Ayrımı’nda yan karakterlerden biri olarak karşımıza çıkan Cehennem Topçu Cemil, ‘Yorgun Savaşçı’nın baş kahramanıdır. İstanbul’a geldiğinden beri, bir türlü üzerinden atamadığı yorgunluğu sanki dinlendikçe çoğalan Cemil, bir yandan aşık olup evlendiği teyze kızı Neriman ile her şeyi bırakıp uzakta bör köyde yaşamayı isteyecek kadar bıkkın; diğer yandan Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’de ön saflardayer almayı isteyecek kadar da cesurdur. 1919 ve 1920 yıllarında İstanbul’daki örgütlenmeleri ve Anadolu direnişini anlatan ‘Yorgun Savaşçı’, Cumhuriyet’in kuruluşuna giden sürecin romanı olarak da okunabilir.
"...Şu dünyada girmediğin savaş kalmadı da ne oldu? İngiliz'e yenildiniz, bunca düşmanı memlekete doldurdunuz!..Çanakkale'de bu kadar insan öldü, o gün sokmadığınız gemiler, şimdi Beşiktaş önünde yatıyor."
"Ne büyük suçmuş hürriyet getirmek."
"Bir memlekette halkın kahraman anlayışı eşkıyadan yukarı çıkmamışsa, o memlekette insanların çoğunluğu soyguna biraz yatkın demektir."
"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."
"Ölen dev, Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Çıplak gövdesi, tepeden tırnağa yara içindeydi. Kolları bacakları iki yana açık, arka üstü yere serilmişti. Samsun'daki Pontus çetelerinden Kafkasya'da Antranik'in Ermeni ordusuna, Musul'daki İngilizlerden Adana'daki Fransızlara, Antalya'daki İtalyanlardan Manisa'daki Yunan'a kadar her yanını bir canavar didikliyordu. Başına demir tırnaklı kartallar çullanmıştı. Anzavur gibilerse kangren olmuş yarasının kurtları... Hâlâ tek parça görünen gövde, içinin içinden dağılmaya başlamıştı."
“ 'İzmir’in yolu Samsun’dan mı geçer?' dedim. 'Kestirme yolu bu mudur?' diye alay ettim. Düşünüyorum da, akıldan yana biz nerdeyiz, Mustafa Kemal nerde? İstanbul’dan 16 Mayıs’ta yola çıktı: Yani, İzmir’e Yunan’ın girmesinden bir gün sonra... Neden Samsun’a gideceğine, Bandırma'ya gelmedi? Çünkü gerçek komutanlar durumun özelliğine göre burda yıldırım olup yakmaktansa; ordan gürlemenin daha etkili olduğunu bilirler! "
"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."
"Biz tembelliğe vurduğumuzdan bu cennet vatanın üstünde sürünmekteyiz. İş bilir ellere geçse bak neler olur..."
“Peki ne zaman değiştik böyle biz? Yavaş yavaş mı kancıklaştık?.. Baskına uğramış gibi birdenbire mi? Neden değiştik? Kadınları yem olarak kullanmak neyin nesi? Kendi yurdumuzda Rum evlerine sığınmak...Sırtımızda kadın çarşafları, kaçacak delik aramak... Bunca ölmek, bunca öldürmek boşa mı gitti, bu kadar?”
"Tehlike yaklaştı mı, önce zenginler savuşuyor, sonra, gittikçe hızlanıp kalabalıklaşarak orta halliler..."
Theogonia & İşler ve Günler - Hesiodos
Hesiodos ‘un adalet, çalışmak, doğruluk gibi kavramlar üzerine düşüncelerini aktardığı ve ayın hangi günlerinde neler yapılmalı, tarım, evlilik, komşuluk gibi yaşama dair meselelerde öğütler verdiği bölüm. Hesiodos’un kardeşi Perses işe yaşadığı miras kavgası öğütlerin çıkış noktası gibi.Ayrıca Theogonia da değindiği Pandora efsanesine bu bölümde daha ayrıntılı değiniyor ve insanın yaratılışından bahsediyor.
Hesiodos (y. MÖ VIII. yüzyıl): Kullandığı dil, yapıtlarının taşıdığı bazı karakteristik özellikler, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Hesiodos'un Aiol ve İon kökenli olduğunu göstermektedir. Büyük ozana ait olduğu kanıtlanmış iki önemli eserden biri olan Theogonia, evrenin yaratılışı, tanrıların doğuşu, tanrıların ve tanrısal varlıkların soyları gibi Yunan kozmolojisini kuran meseleler ile belli başlı Yunan efsanelerini konu alan epik bir eserdir. Yunan didaktik şiirinin ilk örneği kabul edilen İşler ve Günler'de ise ozan, insanlık tecrübesine adalet, erdem, çalışma, cömertlik, hak, hukuk, düzen ve doğruluk gibi kavramların "gerçeğini" söyleyerek dokunur; tarım, denizcilik işlerine dair işlevsel bilgiler sunar; ayın uğurlu ve uğursuz günlerini sıralar. Bu bilgece öğütler Anadolu insanına yabancı gelmeyecektir, zira konuşan sadece Hesiodos değil, aynı zamanda Akdeniz halklarıdır.
Azra Erhat'ın incelemeleri ile harika bir yayın olmuş. Okunmalı.
daha sonra başkalarıyla ilgilen!
kavga daha sonra edilir
eline geçen fırsatı harcama
bu yüzden önce kendi işimizi halledelim perses"
Tanrı Görmüş Köpek - Dino Buzzati
Kitap 22 öyküden oluşuyor. Bunlardan ikisi Yedi Kat ve Tanrı Görmüş Köpek.
Tanrı Görmüş Köpek öyküsündeki karakter, köpek Galeona, ikinci karakter ermiş Silvestro’dur. Her ne kadar kurgu onun çevresinde gelişse de fırıncı Defendente Sapori, üçüncü sıradadır.
Bir sabah Sapori, ekmekleri dağıtırken avluya bir köpek girer. Bekleşen dilencilerin arasından süzülerek, sepetten bir ekmek alıp yavaşça uzaklaşır. Bu iş her sabah tekrarlanınca, Defendente hırsız köpeği takip edip Silvestro ile karşılaşır; ondan çok etkilenir. Köyde ermişle karşılaşan ilk kişi olmak hoşuna gider. Sonrasında köpeğin ekmek almasına ses çıkarmaz. Dahası Galeona çevresindeyken, hırsızlık yapmaz; kötü konuşmaz.
Yıldızlı soğuk bir gece, daha öncekilere benzemeyen büyük beyaz ışıklar görününce, ermişi görmeye gelen Tanrı’nın ışığı olduğu ve dolayısıyla köpeğin de Tanrı’yı gördüğüne inanırlar. Galeona’ya saygıda kusur etmezler; o da köyün içinde muhtar gibi dolaşır; istediği yere girer çıkar; köpeği görünce saygılı, dürüst davranırlar. Bir önlerini iliklemedikleri kalır! O yakınlardayken küfür etmekten, birbirlerine kazıktan atmaktan çekinirler. Yıllardır kapalı olan kilise yeniden ilgi görür. Pazar ayinleri kalabalık olmaya başlar.
Sonunda önce ermiş Silvestro, ardından Galeona ölür. Birden Tis köyü halkında bir rahatlama olur. Geçmişte, Tanrı’nın varlığını yeniden mi hatırlamışlardı? Yoksa birbirlerinden etkilenip inanıyor gibi mi davranıyorlardı? Evet, Tanrı bozuntusu köpek artık yoktu. Ne olursa olsun, yıllar boyu edindikleri alışkanlıklardan artık vazgeçmeleri zordu. Pazar ayinleri bir sosyalleşme, bir eğlence olmuştu. Artık küfürler bile abartılı, kulak tırmalayıcı geliyordu. Ayrıca eskiye dönmek, bir utancın itirafı olmayacak mıydı? Bir köpeğe saygı göstermek için yaşama biçimlerini değiştirmişlerdi. Memleketin farklı yerlerinde yaşayan herkes kahkahalarla gülecekti.
"Defendente renk vermiyordu hiç. Ne kölelikti bu? Geceleri bile, nefes almak mümkün olmuyordu. Tanrının varlığı, istenmeyince, çekilir yük değildi! Ve Tanrı, nasılsa bir kerecik, belirsiz bir öykü, bir masal değildi, kilisede yanan mumlarla tüten günlük kokusu arasına sıkışıp kalmıyordu; Yok canım, her yere dalıp çıkıyordu, sanki bir köpek bir evden bir eve taşıyıp duruyordu Tanrıyı. Yaradanın bir nebzesi, içten gelme bir nefesi Galeone'nin vücuduna girmişti ve Galeone'nin gözleriyle görüyor, hüküm veriyor, her şeyi deftere kaydediyordu."
"İstemeyenler için, Tanrı'nın varlığı dayanılmaz bir yüktü."
27 Şubat 2022 Pazar
Sofie'nin Dünyası - Jostein Gaarder
15. yaşgününü kutlamaya hazırlanan Sofie, posta kutusunda ''Kimsin sen?'' yazılı bir kağıt bulur. Bu soruyu, diğer sorular ve günümüze kadar uzanan bir felsefe kursu takip eder. Kitap tam bir felsefe dersi. Çok eskilerden bildiğim bu kitabın içeriğinin felsefe yoğunluklu olduğunu biliyordum ama hep bana uzak gelmişti nedense. Bir de sanki çocuk kitabı sanmışlığım da vardı. Ancak 50 yaşında felsefe bölümünü bitirmiş bir okur olarak bu kitabı okumak bana fazlasıyla değişik geldi. Felsefeyi öğrenmekten korkan, filozofların düşüncelerini ve çok anılan bazı felsefi terimleri öğrenmek isteyenler mutlaka bu kitabı okusunlar. Ben çok beğendim. Antik çağ filozofları, orta çağ ve yakın çağ filozofları Sofie'nin meçhul birinden aldığı mektuplar ve sohbetleri ile çok güzel anlatılmış. Tam bir felsefeye başlangıç dersi olmuş.
Öyle çok alıntı var ki. Hepsini yazsan ayrı bir kitap daha çıkar ortaya. Altını çizdiklerimin hepsi filozofların ve savundukları düşüncelerin birer özeti ve ders notu niteliğinde. Çok da anlaşılır bir çeviri olmuş ayrıca.
"Ksenofanes, insanlar tanrıları kendilerine bakarak yarattı, diyorlardı.
"Rasyonalizm Platon'un hem genel felsefesini hem de devlet felsefesini belirlemiştir. İyi bir devletin kurulabilmesi için bu devletin akıl tarafından yönetiliyor olması şarttır. Kafa nasıl bedeni yönetiyorsa, toplumu da filozoflar yönetmelidir."
"İnsan ruhunda bulunan şeyler, doğadaki varlıkların bir yansımasıdır. der Aristoteles."
"Demokrasi de cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim biçimine dönüşebilme tehlikesini barındırır."
" 'Vicdan diye kastettiğimiz nedir? Sence bütün insanlar aynı vicdana mı sahiptir?' Bu konuda epeyce konuşmuşlardı derste. Sofie şunları yazdı: 'Vicdan diye kastettiğimiz, insanın haklı ve haksız olan karşısında tepki gösterme yetisidir.' "
"Kendini dinlemeye gelenleri sütunlu bir yolda topluyordu Zenon. Stoacılık adı da, Yunanca 'sütunlu yol' demek olan stoa sözcüğünden gelmedir. "
"Epikuros da 'Ölüm bizi ilgilendirmez' diyordu. 'Var olduğumuz sürece ölüm ortada yoktur; ölüm geldiği anda da biz artık yokuz.' "
"Agustinus'a göre bütün insanlık ilk günahın yükünü taşır. Ama Tanrı yine de bazı insanların bu sonsuz lanette kurtulmasına karar vermiştir."
"..Ama işte tam da bu noktada Augustinus insanın Tanrı'yı eleştşrme hakkı bulunmadığını söylüyor. Pavlus'un Romalılara mektubunda yazdığı bir şeyi anlatıyor:
- "Evet sevgili insan, sen kimsin ki Tanrı'yla çekişmeye kalkışıyorsun. Hiç eser kendisini yapan ustayla beni niçin yapıyorsun diye konuşur mu? Aynı topraktan bir çanağı güzel, bir diğerini değersiz yapmak çömlekçinin elinde değil midir?"
"Barok dönemin tipik bir sloganı vardı: 'carpe diem'. Yani 'gününü gün et!' Yine çok söylenen bir başka Latince söz de şuydu: 'memento mori.' Bunun anlamı da "öleceğini unutma!"
"Ama eğer şüphe ediyorsa, düşünüyor olmalıydı aynı zamanda ve eğer düşünüyorsa, düşünen bir varlık olduğu da kesinde. Ya da kendi deyişiyle: 'cogito, ergo sum' " Düşünüyorum, demek ki varım"
"Spinoza'ya göre Tanrı dünyayı bir kez yaratıp sonra da yarattığı şeyin yanıbaşında duran biri değildir. Hayır, Tanrı dünyanın kendisidir. Bazen bunu biraz daha farklı ifade eder Spinoza. Dünyanın bir Tanrı olduğunu vurgular."